Ana SayfaYazarlarNereye gelindi, nerede duruyoruz?

Nereye gelindi, nerede duruyoruz?

 

Önce yukarıdaki başlık resmine bir bakın; ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

 

AK Parti öyle bir noktaya geldi ki, artık o eski "fabrika ayarları"na dönmek istediği an, şimdiki ortakları — sadece Bahçeli'den bahsetmiyorum; zihinlerine yerleşen o ideolojik hayalet de bir ortak, bu anlamda — onları yalnız bırakır ve tepetaklak giderler! Kısacası, aynı kulvarda kaldıkları sürece, içine düştükleri bataklıktan çıkmak için atacakları her adım onları daha çok bataklığın içine çekecektir.

 

O bataklığın ne olduğu ise artık bir sır değil: Osmanlıcı-İslâmcı ideolojik duruş. 21. yüzyıl kulvarlarında yürüyüp dururken, yolunu şaşırarak zihinlerde bin yıl öncesine dönüp, çaresizlik içinde garip bir hamasetle sil baştan yol almaya çalışmak; bu şekilde, gücünü "stratejik derinliği"nden alan güçlü bir 20. yüzyıl ulus-devleti haline gelerek yola devam etmek…

 

Başlangıçtaki AK Parti sadece iç dinamiklerin ürettiği, dış dinamiklerin de desteklediği bir unsur iken, daha sonra kendisini "Osmanlı mülkünü küllerinden yeniden diriltmek" ve "İslâmın koruyucusu olmak" fonksiyonuyla özdeşleştirerek yolundan saptı ve bu anlamda kendini inkâr  yoluna girdi. İşin özü burada yatıyor. Suriye probleminin de, başlarına bir FETÖ belâsı sararak durduk yerde Suriyenin kuzeyinde bir PKK meselesi yaratmalarının da, S-400‘lerin de, AB ile olan ilişkilerin bozulmasının da altında yatan, bu ideolojik duruştur. Osmanlıyı küllerinden yeniden diriltmeye ve İslâmın koruyucusu haline gelmeye çalışırken, Osmanlının ruhu onları tarihin derinliklerindeki bataklığın içine çekiyor. Ama onlar bunu göremiyorlar.
 

Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki Türkiye'nin böyle bir deney yaşaması kaçınılmazdı. Bir tür toplumsal psikoterapi olayıdır bu. Tarihsel travmalar başka türlü çözülmüyor. İnşallah ödenecek bedel daha fazla olmaz.

 

Peki, hepsi bu kadar mı?

 

Hayır. Çözüm yolu, geçmişimizi, tarihsel-stratejik derinliğimizi, bunlara bağlı olan kültürel kodlarımızı inkâr ederek, daha öncesini yok sayıp her şeyi 1919‘dan başlatmaya çalışmaktan da geçmiyor. Çünkü kendi tarihinden kopan toplumlar hafızasını da kaybeder. O halde?

 

O halde çözüm yolu, tarihsel-kültürel değerlerimizle buluşarak — bu anlamda, çok-kültürlü toplumsal genlerimizi aktif hale getirerek — tarihsel bir uzlaşma anlayışı içinde rotamızı yeniden belirlemeye çalışmaktır.

 

Benim "tarihsel uzlaşma" olarak ifade etmeye çalıştığım çözüm yolunu, şu iki çalışmam özetliyor diye düşünüyorum: şöyle özetlemek mümkün: http://www.aktolga.de/m37.pdf,
http://www.aktolga.de/m23.pdf.

 

- Advertisment -