Ana SayfaYazarlarOlmasaydı sonumuz böyle

Olmasaydı sonumuz böyle

 

“Onlarla konuşmuyordum, çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı.

Onlar gibi konuşmaya, olmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu.

Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı… Bir gün gittim dedim ki:  ‘Biraz seninle konuşsak beş dakika, kaçıyorsun hep’.

Bana dedi ki, ‘Rica ederim.’

Öyle bir ağrıma gitti ki, ‘Ben de sana rica ederim’ dedim. Ben o zaman anlamını bilmiyordum.”

Ahmet Kaya Ümit Kıvanç’ın “Uçurtmam Tellere Takıldı” belgeselinde böyle anlatıyordu ilk gençliğini.

“Bir kenar mahalleliyim /Mecburen uzaktan severim”…

 

Türkiye’nin tarihi, “farklı” olduğu için azarlanan, kovulan/kovalanan, sürgüne/cezaevine yollanan, hatta öldürülen insanların da tarihidir.

Örneği, çeşidi de çoktur, farklı, öteki, kenarda/dışarıda olmanın… Öyle kılınmanın bahanesi de…

Hemen herkesin bir şarkısını terennümüne, ıslığına aldığı Ahmet Kaya da, bizim “farklı” olduğu için dışlanan, belki de biraz yaban yanımızdı.

Çoğumuz çaktırmadan sevdi onun şarkılarını…

Kimi kendi hikâyesi olduğu için sevdi, kimi başkalarının hikâyelerine konuk oldu şarkılarında.  Bazen müzik yüksek bir beğeni değil ihtiyaçtı, buğulu gecelerde onu öyle de dinledi.

 

Arabeskti ama, poptu ama, politikti ama, solcuydu ama, lümpendi ama, baba tarafından “Kürt kökenli, feodaldi, isyancıydı ama… Herkes kendine değen kısmını aldı, orasını sevdi.

Ama’ların yasaklandığı yerde, yalnız uğurladık onu sürgüne.

 

An geldi, biz sustuk o şarkılarını söyledi.

“Müziğini seviyorum da görüşlerine karşıyım”dı dönemin gözde cümlesi. Enstrümantal dinliyorlardı herhal.

“Özgün müzik” dediler, başka bir şey diyemeyince… Yerli müzikti bana kalırsa.

Olsun varsındı… Her seferinde içimize işledi.

Attila İlhan’ın en deli’kanlı dizelerini biraz da onunla keşfetti genç kuşaklar.

Bir “an”da herşeyin nasıl değişebildiğini de:

“An gelir /ömrünün hırsızıdır /her ölen pişman ölür

hep yanlış anlaşılmıştır /hayâlleri yasaklanmış

an gelir şimşek yalar /masmavi dehşetiyle siyaset meydanını…”

O şimşeğin dehşetinde, yine İlhan’dan, o “mahur beste”den mülhem; o çatal bıçakların havada uçtuğu “şölen” gecesinden öyle kalktı gitti sürgüne:

“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız

Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız…”

 

Manşetteydi artık ona pervasızca biçilen sıfatı, ihbarlar birer sansardı:

“Hainler ürkekçedir /elleri telefona kendiliğinden uzanıyor

ihanete gece müthiş bir gerekçedir

ihbarlar birer sansar /bir telefondan bir telefona atlar

ihanet bir bilmecedir.” (1)

 

“Sürgünlere yolladılar sabah dörtte yağmurlarla… “ Ve 19 yıl önce 16 Kasım’da gurbette öldü. Yürek enfarktından…

Paris’te sabahın 7’sinde durmuş kalbi; eşi ve 12 yaşındaki kızı onu koridorda, boylu boyunca yatarken bulmuşlar.

Uzaksa memleketinden, “fişlenmişse, adı eşkâli bilinmekteyse, üstelik göğsünde, yani tam şurasında, kirli sakalıyla bir eşkıya gezinmekteyse”…

Hele sardıysa memleket hasreti…

Başı belada, yüreği dardaydı elbet.

Lisede bir ülkücü arkadaşının verdiği kaset sayesinde Ahmet Kaya ile tanıştığını söyleyen Murat Meriç, onun tüm konserlerini “Başım Belada” ile açtığını, “Kafama Sıkar Giderim”le bitirdiği yazmıştı. (2)

Öyle de oldu.

 

Hani “O mahur beste çalar, Müjgan’la ben ağlaşırız” diyordu ya şarkısında…

“Müjgan”ın Arapça kirpik anlamına geldiğini de belki öyle öğrendi insanlar.

Bir anda, sözüyle-sazıyla, tek başınalığı… Kirpiğiyle göz göze ağlamanın yalnızlığını da.

 

Şarkılarına söz veren Yusuf Hayaloğlu da gitti ardından.

O da kalktı masadan.

Kaya 43 yaşındaydı ayrılırken. Hayaloğlu, 56 yaşında.

“Biz üç kişiydik” şiirindeki Bedirhan Ahmet Kaya imiş.

Suphi ise Hayaloğlu. Bir de Nazlıcan… (3)

Kendi deyişleriyle, “Üç intihar çiçeği”.

Sonra usulca bir seda; “Hoşçakal iki gözüm hoşçakal”.

 

Sevin, sevmeyin… Tartışın, tarzını, görüşünü reddedin, ağız dolusu eleştirin…

Ama “farklı”yı yok etmeyin.

“Farklı” olduğu için başka ülkeleri, şehirleri, çiçekleri, yemekleri, kıyafetleri, tatil yerlerini, filmleri, şarkıları çok bi sevebilen insanoğlunun, mevzu insanın “farklılığı” olunca düştüğü/düşürüldüğü bu yaman, bu hazin, acınası çelişkiyi anlayın.

“Farklı”nın bir zenginlik fırsatı olabileceğini kabullenmek, ona (da) adil, diğerkâm davranılmasını beklemek, öyle hissetmek, bu kadar mı zordur?

Yargılarımızın, bize hak gelen duygularımızın polisi-savcısı-hâkimi-infazcısı olmayalım yeter.

 

Hemen herkes dinledi Ahmet Kaya’yı.

Üzerinden 19 yıl geçmesine karşın, adı Spotify’in “Türkiye Müzik Haritası”nda en çok dinlenen “81 il TOP 10” listesinde yer alıyor.

Türkiye’de en çok takipçisi olan şarkıcılar arasında da Ahmet Kaya, Sezen Aksu, Tarkan ve Sıla’nın ardından dördüncü sırada.

Soldu, sağdı demeden milyonlar o “mahur besteler”i efkârla dinledi.

Bir şarkıyı sevmek başka şeydi zira… Melodisiz yahut nakarat siyaset başka şey.

Şairler, şiirler, dizeler geçti hep sesinden.

Şiire buz kitleler, onun sesiyle dizelere ısındı.

 

Artık "Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor, olmasaydı sonumuz böyle, bitmeseydi öykümüz böyle"yi yazan da, söyleyen de yok.

Bir devir kapandı şarkılarda, sözlerde.

“Ezeli dalgınlığımızın ıslığıdır ney /keman yanlış anlaşılmasından tedirgin /utlar vahim sorular soruyor”… Attila İlhan'ın o hüzünlü şiirine adını veren soru kaldı, o nağmelerden geriye:  

"O şenliklerden heyhat kim kaldı?”

 

BİR FİLM/BİR REPLİK

 

“- Her şey sırf doğru olduğu için kabul edilmez, zorunlu olduğu için de edilir.

‘Ne sefil bir görüş’ dedi K. ‘Yalan üzerine kurulu bir dünya düzeni. (…) Zannederim bu yasa sadece sizin kafalarınızın içinde var.”

 

“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri.

Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin…”

Dava (Franz Kafka), Yön: Orson Welles,  1962.

 

(1) “Tut ki Gecedir”, Attila İlhan.

(2) “16 yıldır dinmeyen hasret”, Murat Meriç, Gazete Duvar, 16 Kasım 2016.

(3) Gülten Kaya röportajı, Müslim Sarıyar, Habertürk, 4 Şubat, 2009.

YAZI FOTOĞRAFI: Yusuf Hayaloğlu, Ahmet Kaya, Gülten Kaya.

 

 

 

- Advertisment -