Ana SayfaYazarlarSavaşta üçüncü aşama: Terörle yaşamaya alışmak

Savaşta üçüncü aşama: Terörle yaşamaya alışmak

 

PKK’nın tahrikleri ve Türkiye sol entelijentsiyasının da desteği ile başlayan savaş üçüncü aşamasına girdi.

İlk aşama, TSK’nın sınırdışı hava saldırılarına verilen dağınık ve zayıf cevaplarla geçti. İkinci aşama ise kent (hendek) savaşları  oldu.

İlk aşamada, gerek bombardımanlarda ve gerekse yurtiçi saldırılarda PKK 2000 civarı elemanını ve Irak dağlarındaki tahkimatının neredeyse tamamını yitirdi.

Henüz tamamlanmayan ama sonucu şimdiden belli olan ikinci aşamada, yani hendek savaşlarında ise, yine 1000 kadar militanı ile halk desteğini.

Yenilgi açıkça belli iken, savaş iradesini kalan militanlarının savaş azmini yüksek tutmak için sürdüren Kandil’in Savaş Ağaları, yakın zamana kadar sivil hedeflere saldırmaktan imtina ediyorlardı, ama kitle desteği kaybedildikten sonra bu değişti.

Kürtlerden ümidini kesen PKK, artık sadece kendisi için ve intikam duygusuyla savaşıyor. Tabii bu intikam duygusu, sadece savaşçılar için geçerli. Savaş Ağalarının çok da gizli olmayan gizli gündemleri açısından ise durumda bir değişiklik yok.

Onlar Türkiye’de girecekleri savaşın sonunu en başından beri biliyorlardı. En azından hava saldırılarının yıkıcılığı karşısında buna aymış olmalılar — veya kent savaşlarının başlangıcında, Kürtler PKK’yı desteklemediğinde…

Yine de medya yalanları ile destek sağlamak için çalıştılar.

Uydurma sivil katliamı iddiaları, herşeyin gözleri önünde gerçekleştiği Kürtleri değil ama, varlığını akut AK Parti nefreti temelinde inşa eden Batı medyasını ve başaşağı analizlerinden utanmayan “aydınlar”ı etkiledi.

Muhtemelen, söz konusu yalanları PKK yaymasa da zaten kendileri uyduracaklardı.

Halihazırda, kent savaşları bir ya da iki ay içinde sonlanacak ve ikinci aşama da böylece kapanacak.
Kürtlerde kitle desteğinin gelmeyeceğinin anlaşıldığı ve bunun herhangi bir şekilde değişme umudunun da kalmadığı noktadda, intihar saldırılarıyla üçüncü dönem başlatıldı.

Bu üçüncü dönem, muhtemelen en az kent savaşları bitene kadar sürecek; en beklenmedik noktalara en beklenmedik yöntem ve taktiklerle saldırılar yapılmaya devam edecek.

Ne kadar güvenlik önlemi alınırsa alınsın, askerî-stratejik belirli noktaları hedefleyen ve bu sayede karşısında hazırlanma olasılığı bulunan saldırıların aksine, sivil hayatı hedefleyenleri tümüyle önlemenin yolu yok.

Lâfı dolandırmadan söylenmesi gereken, net: terörle yaşamaya alışmalıyız.

Elbet birçok saldırı engellenecek; bunların bazıları medyaya yansıyacak, bazıları ise yansımayacak; ama bariyeri geçenler muhakkak olacak ve insanlar ölmeye devam edecek.

Çünkü bir savaştayız.

21. yüzyılın savaş biçimlerinden biri bu.

Türkiye hükümetinin engellemek için elinden geleni yaptığı, ama gerek ikna gerekse zorlama süreçlerinde yalnız bırakılarak başarısız kılındığı bir dönem sonrası, komşularımız Irak ve daha çok Suriye’de patlayan bu savaş, önce Suriye İstihbaratı, sonra PKK, sonra da IŞİD vasıtasıyla Türkiye içine taşınalı çok oluyor.

Çoktan gelmiş bu savaşı engellemenin yolu önce de yoktu, şimdi de yok ve kalan tek seçenek savaşmak.

Artık “asimetrik” olmaktan da öte, iletişim, toplum psikolojisi, siyaset, medya ve daha her türlü alanda sürdürülen bu savaşta karşı durma yöntemlerinin çoğu, akıl, uyanıklık, vicdan ve moral değerlerde sağlam durmak ile ilişkili.

Teslimiyet;  infial, korku, güvensizlik ve hayatı anormalleştirmektir.

İhanet ve savaşı beslemek; paniği çoğaltmaktır, sürekli güvenlik zafiyetini vurgulamaktır,  istifa zorlamalarıdır.

İstikrarsız, ne yapacağını bilmeyen, kendi içindeki kavgaların icraatına yansıdığı bir hükümetle yönetiliyor değiliz.

Güvenlik önlemlerine gereken önemi veren ve başarıyla uygulayan; Emniyet ile TSK gibi iki ayrı organizasyon arasında başarılı bir koordinasyon kurduğu savaşın ilk iki aşamasında açıkça gözlenen bir devlete güvensizlik duymak ve terörle mücadelede etkisizlikle suçlamak için bir sebep görünmüyor.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da isabetle belirttiği gibi yeni önlemlere ihtiyaç var. Bu gerekli önlemlerin çoğunun medya ve siyaset alanındaki boşluklarla ilgili olduğu; askeri katmanda pek fazla bir eksik olmadığı söylenebilir.

Bu takdirde, dokunulmazlıkların kaldırılmasından 1128’ler bildirisinin imzacılarının kovuşturulmasına kadar, türlü çeşitli örnekleriyle gündeme gelen önlem öncülerinin, çok iyi biçimde yönetilip değerlendirilmesi gerekiyor.

Zira PKK saldırılarına zemin hazırlayan çarpık zihin yapısı, bu ortamdan beslenerek çoğalmaya ve eskisinden de etkin olmaya hazır.

Askeri anlamda yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu bilerek ama Batı medyası desteğine umut bağlayarak savaşı sürdüren PKK için, şimdi yeni beklenti, alınan/alınacak önlemlerin bugüne kadar çarpıtılarak sunulan “anti-demokratik Türkiye” algısına hizmet etmesi.

Aynı sivil alana saldıran terör gibi bunu da tümüyle engellemenin yolu yok.
 

Hele ki 1128 bildirisini imzalayan şuursuzluğun, entellektüel ahlâksızlığın bunca geçerli olduğu bir ülkede, hiç yok.

Elbette alınan tüm önlemlere belli çevrelerden “anti-demokratik” suçlamasıyla saldırılarda bulunulacak ve bunun yanında, özellikle de sosyal medya üzerinden, önlemleri eksik/az bulanların saldırılarına da rastlanacak.

Bilginin toplamına ulaşmaya tek yakın merci devlet ve elindeki bilgi de tümüyle paylaşılmaya müsait değil.

Şimdi herkese düşen, ondört yıllık AK Parti iktidarının, gerek güvenlik politikalarındaki başarı ve sorumlu tavrına güvenmek, gerekse de demokratikleşme ve sosyal devlet uygulamalarından bundan sonra da sapmayacağı, önlemlerinde ilkelerine aykırı davranmayacağına inanmak ve bunu istemek, talep etmektir.

Olmazsa da tek tek, spesifik noktalarda eleştirmeye ve uyarmaya devam etmek.

 

Önümüzdeki aylarda bundan fazla yapılacak bir şey görünmüyor.

Hayatımızı hiçbir şey olmamış ve olmayacakmış gibi sürdürecek; saldırıları alıp göğüsleyecek, sabredeceğiz.

Eninde sonunda ve çok da uzak olmayan bir gelecekte Demokratik Türkiye, terörü, yalanı, nefreti yenecek ve bu savaştan muzaffer çıkacak.

Gözümüzü açık tutup, akıl ve vicdanımızı kullanarak direneceğiz; hem saldırılara ve hem de aşırıya kaçan tepkilere karşı.

“Yapılacak bir şey yok, gidilecek bir yer yok” (Ursula Le Guin, Mülksüzler).

Direnecek ve kazanacağız.

Sadece Türkiye için değil, Türkiyenin zaferini bekleyen tüm Ortadoğu halkları ve giderek tüm insanlık için.

 

- Advertisment -