10. yıl…

 

                                                                             Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Hz. Ali

 

Şişli Halaskargazi Caddesi’nin kaldırımında bir adamın kanı duruyor on yıldır… Güney Amerikalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında yazdığı gibi işlenmişti cinayet. Kasabadaki herkesin öldürüleceğini, bir tek öldürülecek olan Santiago Nasar bilmiyordu, tıpkı Hrant Dink gibi. 10 yıl önce işlenen cinayetin romandan tek farkı ise mağdur da biliyordu öldürüleceğini ama bunu konduramamıştı ülkesine. Ona göre; ‘Bu ülkede güvercinlere kimse dokunmazdı’. Dokundular…

 

Yayın yönetmenliğini yaptığı Agos Gazetesi’nin karşı kaldırımında, sırtından alçakça katledilerek öldürülen Hrant Dink’in ölümünün üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu 10 yıllık sürede cinayetten herkes kendi konjonktürel durumuna göre bir fayda çıkardı, sadece adalet bekleyenler faydalanamadı. Hala o kaldırımda bekliyor adalet. Zaman geçtikçe fayda sağlamak isteyenler de değişiyor haliyle, adalet umur olmayınca… Oysa Rakel Dink dün, 19 Ocak’ta kocasının kanının olduğu o kaldırımda şunu söylüyordu: “Bu dava, Türkiye’nin demokratikleşme anahtarlarından biridir. İllâ bir şey için kullanacaksanız bunun için tepe tepe kullanın.”   

 

30 yıldır Türk basınında çalışan biri olarak tabiri caizse bu ’medyanın ciğerini’ az çok bilirim. Hiçbir zaman medyanın haktan ve halktan yana olduğunu iddia etmedim. Hatta aksini söyledim, yazdım. Medya, güçten yana olmuştur ki, kendi gücünü sağlasın diye… O güce yaslanarak abartılı ve anlamsız bir güç yükler kendine, varlığını da ona borçlu olur. Buna rağmen hiçbir zaman bu kadar dibe vurmuş bir medyamız olmamıştı. Yaşadıkça daha neler göreceğiz kim bilir.

 

İşte böyle bir düzende en son bombayı Güneş Gazetesi patlattı. Üç gün önce attıkları manşette Hrant Dink’in en yakın arkadaşı olan Etyen Mahçupyan’ı hedefe koydular. Öyle ya; o gün en son Hrant’la telefonda görüşen Etyen’di. Muhtemelen günde birkaç kez telefonla görüşen iki yakın arkadaşın görüşmesini şimdiye kadar soruşturmayı yürüten savcıların aklına gelmemişti. ‘Tüyo’yu pekâlâ Etyen vermişti.

 

Gazetecilik dehası diye buna derim ben. Olay sırasında devletin resmi memuru olan birçok görevlinin katilleri korumak ve kaçırmak için çevrede bulunduğu tespit edilmiş olduğu halde, bunun hiçbir önemi yoktu. Olsa bile onlar zaten FETÖ’cü devlet görevlileriydi.

 

Güneş’in gazeteciliğin ‘dibini’ bulduran manşetinin üzerinden üç gün geçti, gazete daha da ‘dip’ bir manşetle, “Beyaz bereli enteller” başlığı ile çıktı. Entelektüelliği küçümseyen aşağılık kompleksini bir kenara koyacak olursak, ilham aldıkları başlık ise benim de o yıllarda yönetici olarak çalıştığım Taraf Gazetesi’nin “Beyaz bereli devlet” manşetiydi.  Üzerime alındım birden. Öyle ya ne de olsa o gazetenin yöneticisiydim. Her ne kadar o dönem beraber çalıştığım ‘bazı’ arkadaşlar hafızalarını siliciye vermişlerse de ben alındım üzerime. Peki; yanlış mıydı o manşet? Eğer yanlışsa o manşet, şu anda Hrant Dink suikastine şu ya da bu şekilde dahli olan üst düzey emniyet görevlileri, yargılanmıyor mu?  Cinayetin işlendiği dönemde İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek ve yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, Dink cinayetini örtbas etmek, yol vermekle suçlanarak cezaevinde değiller mi? Bu cinayeti bilerek yol veren cinayet anında olay yerinin çevresinde oldukları tespit edilen jandarma görevlileri için iddianame hazırlanmıyor mu? Buna cevap hazır haliyle: “İyi de onlar FETÖ’cü” .

 

FETÖ her şeyi örten bir paspas, her şeyi açan bir maymuncuk bu günlerde. Taraf’ın o yıl attığı manşeti peşinen kabul ettim ya; o zaman sorayım. Hayatımda devletle şu ya da bu şekilde iş yapmamış, biri olarak bu FETÖ’cü polisleri, jandarma görevlilerini, davayı sulandıran hakim ve savcıları ben mi işe aldım? Ben mi onları cinayetten sonra korudum, kolladım?  Ben mi terfi ettirdim? Bir devletin, devlet olabilmesi için en önemli organı istihbarat örgütü ile kolluk kuvvetleri değil mi? Adalet mekanizması devleti temsil etmiyor mu? Cinayetten beş yıl sonra o manşeti atmak niye suç olsun? Devlete cinayeti yüklemek olsun? Bu yargılananlar devletin üst düzey kademesinde o yıllarda görev yapan insanlar değil mi?

 

Güç zehirlenmesi ve FETÖ

 

Çinlilerin ettiği beddua gibi, 'ilginç zamanlarda yaşayasın' dönemindeyiz. Bir güç zehirlenmesi yaşıyor geçmişte tanıdığım bazı insanlar. Bu kadar da olmaz dedirtecek şeylere tanık oluyoruz ahali olarak. En ufak bir muhalefet sesi FETÖ’cü olmakla itham edilerek susturulmaya çalışılıyor. İşin ilginci FETÖ’nün ‘cici cemaat’ olduğu dönemlerde aynı kaptan yiyenler, aynı halayda duranlar, daha bir bağırarak söylüyor karşısındakine bu FETÖ’cü ithamını. Söylüyor ki, kendisiyle ilgili bir şeyler saklı kalsın diye. Geçen gün bir tweet gördüm tam da bu günleri anlatan. ‘’Çarşamba günü FETÖ’den çıkanlar, Perşembe günü başkasını ihbar ediyor.”

 

İşte böyle bir zamanda, geçmişte güç zehirlenmesi yaşayan birinin hikâyesini anlatayım sizlere.  Onu, yılla önce yeni yayın hayatına başlamak üzere olan Taraf Gazetesi’nde tanıdım. Sesiz, çelimsiz bir çocuktu. Daha önce adını bile duymamıştım, Amerika’dan yeni gelmişti. Gazete çıkma çalışmaları sırasında boş zamanımız çok olduğu için Kadıköy sokaklarını turlar, şimdilerde kebapçı olan bir kahvede çaylı sohbetler ederdik. Ardahanlı köylü bir ailenin çocuğuydu. Sonra, gazete çıktı bu arkadaş haberleri art arda patlatmaya başladı. Her haberden sonra koltukları biraz kabarık görürdüm onu. Olacak o kadar derdim kendi kendime. Gazetecilik egosu yüksek bir iş, arkadaşta bunun keyfini sürüyordu. Sonra, iş şirazesinden çıktı, bu arkadaş parmak sallamaya başladı önüne gelen herkese. İşin tuhafı parmak sallayanların başına da bir haller geliyordu. Bir gün bana,“ Başbakan olunca bunların hepsini düzelteceğim…” deyince dayanamayıp kahkahayı patlattım. Acıyarak yüzüme baktı, ‘’Sen ne bilirsin. Ben gerçekten bu ülkeye başbakan olacağım’’  dedi ve gitti yanımdan. O arkadaşın adı Mehmet Baransu’ydu…    

 

Not:Taraf Gazetesinin 2012 yılında attığı "Beyaz Bereli Devlet" manşetinin arka planını yazıda atlamışım. O manşet, Hrant Dink'in ölüm yıldönümü anması ile ilgili atıldı. Hava 18-20 derece olduğu halde anmaya giden yolları kontrol eden trafik polisleri beyaz bere giymişti. Bu giydikleri beyaz bere suikast anında Ogün Samast'ın giydiği beyaz bereyi çağrıştırıyordu. Trafik polislerinin anma sırasında giydikleri bu bereler medyada çok tartışıldı, kınandı. O manşeti atmakta haksız mıydı?    

          

- Advertisment -