Ana SayfaYazarlar‘’Sil baştan başlamak gerek bazen…’’

‘’Sil baştan başlamak gerek bazen…’’

 

Geçen pazar günü Katalanlar için tarihi bir gündü. Bağımsızlık referandumu için sandığa gitmek isteyen Katalanlar polis şiddetiyle tanıştı, sandıklara el konuldu… Bunlar olurken aynı zamanda Katalan milli takımı olan, dünyanın en büyük kulübü olan Barselona’nın lig maçı vardı. O Barselona ki, sloganı ‘Més que un club’ tü (Bir kulüpten daha fazlası) ve bunu fazlasıyla hak ediyordu… İspanya Federasyonu olaylar nedeniyle Las Palmas maçının seyircisiz oynanmasını istedi. Barça yönetimi ise maçın ertelenmesini istedi. Sonuçta federasyonun dediği oldu ve maç seyircisiz oynandı.

 

Tüm bunlar yaşanırken Barça takımının parçası olan ve milli takımın fark yaratabilecek oyuncularından biri Arda Turan, İstanbul gecelerinde o gece kulübünden başkasına zamanını geçiriyordu. Bir futbolcunun ahlak bekçisi olmayacağımız gibi, nerede ve nasıl eğleneceği üzerine ahkam kesecek değiliz. Derdimiz zaten bu değil. Arda, sahada olmasa bile o takımın bir parçası olduğu için böyle bir zamanda arkadaşlarıyla birlikte olmalıydı. Takım olmak, o takımla ilgili aidiyet hissetmek bunu gerektirir.  Arda’ya bakarak dün geceki farklı İzlanda yenilgisini çok daha iyi anlayabiliriz. Takım olma-olamama durumuyla. Yenildik çünkü; onlar her şeyiyle takımdı, biz değildik…

 

Futbolun dünyanın en popüler sporu olmasının iki önemli nedeni var. Biri basit bir oyun olması, diğeri ise bir takımla birlik olma ve onunla bütünleşme halinin olmasıdır. Futbola bakarak dünyayı, hayatı anlayabilirsiniz. Dün geceki Dünya Kupası finallerine elveda dediğimiz maçın teknik analizlerini futbol bilginlerine bırakıp, basit oyun ve takım olma üzerinde duracağım… 

 

Maç bitiminde saha kenarında Tayfur Havutçu, farklı yenilgiyi “Çok basit goller yedik…” diyerek açıkladı. Gerçekten de ekrandan izlediğimizde sokak aralarında, halı sahalarda yenmemesi gereken gibi görünen goller yedi Milli Takım. Ama bu yenilgimizin asıl sebebini açıklamıyor. İzlanda Milli Takımı her golü üzerinde çalışmış, takım oyununu, dayanışmayı sahaya çok iyi göstererek basitmiş gibi golleri kalemize bıraktı. Oysa her biri üzerine düşünülmüş planlanmış ataklar sonrasında gelen gollerdi. Ve bize futbolun aynı zamanda basit bir oyun olduğunu gösteren gollerdi de aynı zamanda… Zaten bu oyunun en zor kısmı basit oynamayı takım halinde becerebilmekten geçiyordu. Onlar bunu yaptı. Bizde “ Ne kadar basit goller yedik” diye yenilgiye mazeret bulduk.

 

Futbolun en yalın haliyle oynandığı sokak aralarında iki kişi çıkar, adım atarak takım seçerdi. Bir de deyimi var   “Aldım, verdim, ben seni seçtim…” İşte bu şekilde kurulurdu takımlar. Maç bitene kadar takım olmanın, dayanışmanın en güzel halini yaşardın. O maçı almak, dayanışmadan takım olmaktan geçiyordu çünkü… Bazen kardeşler karşı takımlarda olurdu. Maç bitene kadar o senin kardeşin değil, rakibindi. Top sahanın dışında bir yere kaçınca bazen atan alır kuralı işlemez, o topu oradan en iyi alabilecek kişi öne fırlayıp gider alırdı. Takım olmak bunu gerektirirdi çünkü…

 

Dün geceki Milli Takım’ımız bire bir baktığımızda ayaklarına mahir, topa karşı son derece hünerli oyunculardan kuruluydu. Bu oyunu oynamak için yetenek sorunumuz yoktu, ama başarıya götürecek en önemli şeyden yoksunduk. Takım değildik… Bende aynı amaç için mücadele eden bir takımdan çok, ‘Ne işimiz var burada’ diyen insanlar grubundan oluşan bir takımmış hissi yarattı. Hal böyle olunca, farklı yenilgi de kaçınılmaz oldu…

 

Bu maçtan sonra çok şey söyleyen çıkacaktır elbette… Yok yabancı sayısının serbest bırakılması, denecek; yok Lucescu’nun yanlış takımı sahaya sürmesi. Denilecek te denilecek… 80 milyonluk bir ülkenin 320 bin nüfuslu bir ülkeden fark yemesi en başta konuşulacak haliyle. Geçmişte olduğu gibi kendimizi üstün görerek, balıkçılara, kayıkçılara yenildik diyerek onları aşağılayacak, ama futbolumuz üzerine kafa yormayacağız. Zaten ligimizde oynanan maçlar sonrası bir hafta boyunca hakemleri konuşup rahatlamıyor muyuz? Burada da hakem Hıristiyan, saha kaygandı der geçeriz. Kimse onların bunu nasıl başardığını, bu sistemi nasıl oluşturduklarını konuşmaz. Dünya futbolunda yükselen grafiklerini de…

 

Öyle ya; federasyon başkanı daha üç gün önce dediydi; muhteşem statlarımız var gelip geçmeye, marka değeri yüksek Avrupa’nın en büyük altıncı ligiyiz diye… Tabii böyle yenilgilerden sonra futbol ulemaları ‘alt yapıya önem vermeli’ diye muhteşem reçeteler ortaya koyar… İyi de, kendimize ait bir futbol kültürü üretmek ve ona kafa yormak yerine hazıra konmaya teşne yapımızdan olmasın bu? Milli Takım’da oynayan oyuncuların büyük bölümünün başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin alt yapısından yetiştiği gerçeğini görmezden mi geleceğiz? Koca ülkede gerçek oynadığı yer stoper olmadığı halde Milli Takım’da mecburen orada oynayan Mehmet Topal’ın yerine oynayacak oyuncu bulunamıyorsa, alt yapı da alt yapı desen ne, demesen ne? Ülkemizde varsa yoksa bir Altınordu var, futbolun evrensel değerlerine katkıda bulunan, onu da diye diye bitireceğiz, korkum o.

 

Dün akşamki maç aslında aklımızı başımıza almamız için tarihi bir fırsat. Futbolumuz bundan daha fazla, bütün kurumlarıyla dibe oturmaz. Bunu değerlendirdik, değerlendirdik. Değerlendirmedik aynı kısır döngü içinde kendi kendimizle oynar dururuz… Milli Takım bir üst yapı olayıysa eğer, alttan değil üsten başlamalı. Futbolu yönetenler, yönettiğini sananlar gitmeli ki, yeni bir anlayışla sahalara dönelim. Hem ne der Şebnem Ferah, “Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak…” Futbolumuzdaki bu arkaik anlayış sıfırlanmalı. Tam zamanı…           

- Advertisment -