Teferruat

 

Son yıllarda dolaşıma sokulan bir kavram var hiç ısınamadığım. Fazla hamaset dolu bulduğum. Bu kavram bir kez hayata geçti 15 Temmuz’da. Darbe girişimiyle birlikte insanlar sokaklara koştu, bedenlerini siper etti silahlı darbecilere. Bu hain darbe girişimi sırasında 240 şehit verdik, iki bine yakın yaralı. Ödenen ağır bedelin karşılığında yurdumuzu alçaklara teslim etmedik. Ve ilk kez ‘Söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ sözü anlam kazandı ve değer buldu.

 

Darbe girişimiyle istediklerini alamayanlar alçakça saldırılarını başka şekillerle sürdürüyor. Memleket, tarihinde görmediği büyük bir saldırı altında. Bu saldırılarla aklımızı yitirip umudumuzu, yaşama sevincimizi yok etmek istiyorlar. Bu şekilde çalacaklarını sanıyorlar memleketimizi. Bu topraklarda haklı nedenlerle doğup, uzun süren savaşta bütün meşruiyetini yitiren PKK, ölüm timlerini saldı sokağa. Aslında PKK çok uzun bir süre önce siyasi meşruiyetini yitirmişti. Son hendek savaşlarıyla kendi halkının da desteğini yitiren örgüt, elinde son kalanla ‘Halk düşmanlığı’ yaparak kaos yaratmak istiyor. Bu yaratılmak istenen kaosa HDP binalarını basarak karşılık vermek demek, örgütün istediği şeyi yapmak olur. HDP’ye çözüm süreci sonrasında yaptıkları ve yapamadıklarıyla öfke duyabilirsiniz, ama bu saldırılar kendi halkına da düşman olan PKK’nın amacına hizmet eder. Bu kaostan ancak siyasi düşüncesi ne olursa olsun ortak paydası memleket olan insanların birbiriyle kenetlenmesiyle çıkarız. Bunu da karşılıklı öfke ve hamaset duyarak değil, aklımızı kullanıp kenetlenerek sağlayabiliriz. Burada düşman farklı düşüncelere, inançlara sahip memleketin insanları değil, değişik isimlerle ortama salınan ve ülke adına hiçbir kaygı duymayan terör örgütleridir. Bunun adı FETÖ olur, PKK olur, DEAŞ olur hiç fark etmez…

 

Dolmabahçe’de 45 genç insanımızı yitirdiğimiz alçakça saldırıdan sonra bir çocuk annesi kız kardeşim “Ben de şehit olmak istiyorum” dedi. Kendisini aradım “Neden şehit olmak istiyorsun” diye sordum. Üzüntüsünü ve öfkesini dile getirdikten sonra, “Vatanıma hizmet etmek istiyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine sakin bir ses tonuyla şunları söyledim: “Bir çocuğun var, onu ne iş yaparsa yapsın işini iyi yapan birisi olarak yetiştirsen vatanına hizmet etmiş olursun.” İşini iyi yapmayan insanların çoğaldığı memlekette insanların ölüsü dirisinden daha değerli hale geliyor haliyle. Ölerek ve öldürme isteğiyle dolu insanlar olmak yerine, işimizi iyi yapan insanlar olarak birbirimizle kenetlenirsek memleketimize daha iyi sahip çıkarız diye düşünüyorum. Bu alçakça saldırılardan da en ufak ayrıntıyı kaçırmadan, önemseyerek akıl ve sağduyuyla daha az kayıplarla çıkabiliriz. Aralık ayı içinde art arda yapılan Dolmabahçe, Kayseri ve Rus elçisine suikast saldırıları üzerinden kafama takılan teferruatlara gireyim…

 

Terör uzmanı değilim. Hele her böyle alçakça saldırıdan sonra televizyon ekranlarını doldurup, çoğu boş konuşmadan oluşan lakırdılar yapıp insanların kafalarını daha da karıştıran biri hiç değilim. Gazeteciliğe sokakta başlayan ve birçok bombalı eylem ve çatışma gören biriyim. Geçmişte bomba süsü verilen pankarttakinin bomba olup olmadığını anlamak için önce eliyle dokunup arkasını dönen polisi gördü gözlerim. Dolmabahçe’de büyük bir güvenlik zaafı olduğunu düşünüyorum. İnsanların güvenliğini korumakla görevli olan polislerin açık saldırı hedefi haline getirmek akıl alır gibi değil. Toplanma ve dağılma yerleri açık hedeften uzak bir şekilde konuşlandırılabilirdi. Bu şekilde ne bombalı araç ne de ikinci canlı bomba polislere yaklaşamazdı.

 

Bu ülkeye ağır travma yaratan olaydan bir hafta sonra bu tür saldırıların süreceği aleniyken başka bir acı olay yaşandı Kayseri’de. Hedef Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın izne çıkan 20’lik genç fidanlarıydı.13 gencimizi kaybettiğimiz kalleş saldırıda kurbanlık koyunlar gibi dolduruldu halk otobüsüne askerler. Askerleri cumartesi sabahı rutin zamanda aynı otobüse doldurmak yerine küçük gruplar halinde ve değişik zamanlara yayarak böyle açık hedeften uzak tutabilirdik. Tutmalıydık. Şunu artık çok iyi biliyoruz, terör örgütlerinde alçaklığın sınırı yok. Bu alçaklıkları da ancak ve ancak çok daha fazla dikkat ederek bertaraf edebiliriz.

 

Gelelim Rus Büyükelçisi’ne yapılan suikasta. Bu olayın akılla güvenlik zaafıyla izah edilecek hiçbir yanı yok. Aslında diyecek sözcük bulamıyorum. Düşünün Halep’te yaşananların baş sorumlusu olarak gösterilen Elçilik ve Konsoloslukları önünde gösteri yapılan, öfkeli kalabalıkların hedefi olan bir ülkenin Büyükelçisi açılışa gidiyor ve hiçbir önlem almıyoruz. Bunun ‘Ruslar güvenlik talep etmedi’ mazereti de olamaz. Öğrencilerin, muhaliflerin yaptığı en küçük bir basın toplantısına bile sivil ve resmi onlarca polisi gönderebilen bir emniyet, açık saldırı hedefi ihtimali olan bir açılışa tek bir polis bile göndermiyor. Tam da Halep’le ilgili Moskova’da yapılacak üçlü görüşmenin öncesinde. Son zamanlarda sık kullanılan ve anlamını yitiren bir laf var onu diyeyim ben de: ‘Sözün bittiği yerdeyiz’.

 

Bakın; ülke tarihinin en önemli açık saldırı hedefi durumunda. Bu saldırılardan umudumuzu, sağduyumuzu yitirmeden ayağa kalkacağız, buna inanıyorum. Bunu yaparken de işte o teferruatlara iyi bakmalı. Her ayrıntıyı özenle hesaplamalıyız. Söz konusu vatansa, bu vatanın kurtuluşu da burun kıvırıp görmezden geldiğimiz o küçük ayrıntılarda saklı…   

 

- Advertisment -