Ana SayfaYazarlarGeçmiş ölmedi; henüz geçmedi bile”: Hatırla Sevgili ve Türkiye’nin ortak belleği

Geçmiş ölmedi; henüz geçmedi bile”: Hatırla Sevgili ve Türkiye’nin ortak belleği

 

Yakın zamanda yayınlanan ve 1968 kuşağının tartışıldığı Siyaset Meydanı adlı haber programında Bora Gezmiş, kardeşi Deniz Gezmiş hakkında konuşurken ekranın diğer yarısında da Hatırla Sevgili dizisinden sahneler gösteriliyordu. Benzer şekilde, kamera sık sık dizide Deniz Gezmiş’i canlandıran ve kendisi de stüdyoda bulunan oyuncuya dönüyordu.

 

Programın  moderatörlüğünü yapan Ali Kırca dizide yer alan oyunculara sorular yönelttikçe, stüdyodaki oyuncular ve gerçek kişiler arasındaki özdeşleşme ister istemez fark ediliyordu. Gerçek ve kurgu izleyicinin kafasında giderek bulanıklaşırken, insan söz konusu dizinin hatırlama, hafıza ve unutma üzerindeki etkisini – özellikle de geçmişe yönelik tavrı çoğunlukla William Faulkner’ın meşhur, “geçmiş ölmedi; henüz geçmedi bile” aforizmasıyla keskin bir zıtlık teşkil eden bir ülkede – düşünmeden edemiyor.

 

Dizinin neredeyse 10 yıl önce yayınlanmaya başlamasından bu yana ve özellikle de dizide işlenen Türkiye siyasi tarihinin dönüm noktası olan olaylar 1968 ile 1980 arasındaki döneme doğru ilerledikçe; Hatırla Sevgili kamuoyunda yoğun bir şekilde hem olumlu hem de olumsuz tartışmalara yol açmıştı.

 

Dizi, yukarıda bahsi geçen benzer haber programlarından, röportajlara ve çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan makalelere konu olmuş, sıklıkla basında yer almış ve bu durum dizinin hem ortak belleği şekillendirmedeki hem de tarihsel bilince katkıda bulunmadaki rolüne dair tartışmaları alevlendirmişti.

 

Yahudi Soykırımı’ndan, Latin Amerika’daki baskıcı askeri rejimlerin vahşetine ve Güney Afrika’da apartheid döneminde gerçekleştirilen zulme kadar, dünyanın dört bir yanındaki milletler geçmişleriyle hesaplaşmak ve benzeri sarsıntıların kamusal alanda nasıl temsil edileceği sorularıyla mücadele etmiştir.

 

Hafıza, özellikle 1980’lerden başlayarak hem Avrupa hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen tartışmalardan, apartheid sonrası Güney Afrika ve Latin Amerika’da kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonlarına ve Japonya, Çin ve Kore arasındaki ilişkilerin sorgulanmasına kadar, Andreas Huyssen’in sözleriyle ifade etmek gerekirse “dünya çapında muazzam boyutlara ulaşan kültürel bir saplantı” haline gelerek farklı toplumlar arasında kronik düzeyde vuku bulan bir endişe olarak belirmiştir.

 

Bunun yanında Huyssen, hafızanın siyasi kullanımlarının “hafıza kültürünün coğrafi yayılımı” kadar çeşitli olduğuna dikkat çekmektedir. Geçmişi hatırlamak, bazen şovenist ya da köktenci siyaseti desteklemek saikiyle efsane haline gelmiş geçmiş olayların seferber edilmesi yoluyla, bazen de Şili ya da Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerindeki diktatörlük sonrası rejimlerde kullanılan baskıcı yöntemlere karşı koymak ve bu sayede “gerçek hafıza”ya yer açmak için kullanılmıştır.

 

Siyasi kullanımı ne olursa olsun, hafıza ile ilgili bu saplantıya kitle iletişim kanallarında geçmişin temsil edilişi eşlik etmiştir. Kabul etmek gerekir ki geçmişe dair anımsadıklarımız ve tarihi bilincimiz bugün daha önce görülmemiş bir biçimde geleneksel anlatı formlarından ayrılan filmler, televizyon için hazırlanan belgesel-diziler, İnternet sayfaları ve benzeri araçlar tarafından şekillendirilmektedir.

 

Kitle iletişim araçlarının ortak belleği şekillendirme ve tarihi yeniden kurmadaki rolü yaygın olarak işlenmiş bir konudur. Kitle iletişim araçlarının geçmişi temsiline yönelik itirazlar; Adorno’nun kitlesel iletişimin metalaştırdığı ve metalaşmanın da unutmak anlamına geldiğini iddia ettiği “kültür endüstrisi” argümanından, akademisyenlerin kesinlik ve tarihi gerçeği anlatma endişelerine kadar yayılmaktadır.

 

Yelpazenin diğer tarafında ise Walter Benjamin’in yeni medyanın özgürleştirici potansiyeline duyduğu güven yer almaktadır. Kitlesel iletişim araçlarının rolü konusunda oldukça pozitif bir yaklaşıma sahip olan Allison Landsberg ise “protez hafıza” olarak adlandırdığı kavramla, kişinin hayatıyla doğrudan ilişkisi olmayan anıları yayarak, birbirinden farklı yerlerde bulunan ve farklı geçmişlere sahip olan insanların yaygın olarak ulaşabildiği imge ve anlatılar yaratmak ve böylelikle de öznellik üretimini ve dile getirilişini mümkün kılmak biçiminde farklı bir argüman sunmaktadır.

 

Bu yazı dizisinde, bahsi geçen yelpazenin kültür endüstrisinin Adornocu eleştirisi ya da Landsberg ve benzerleri tarafından savunulan yeni medyanın potansiyeline duyulan aşırı güven ve pozitif bakış açısı uçlarında yer almaktansa, Hatırla Sevgili üzerinden geçmişin medyadaki temsilinin Türkiye’de ortak belleğe hangi yollardan etki ettiğini inceleyerek tam da bu iki tez arasındaki gerginliği analiz etmeye çalışacağım.

- Advertisment -