Ana SayfaYazarlarHolokost ve metodolojik açmaz

Holokost ve metodolojik açmaz

 

Ünlü soykırım tarihçisi Dirk Moses soykırımların değerlendirilmesine yönelik ilgili literatürdeki soykırımlar arasında bir asimetri ve hiyerarşi kuran  hakim paradigmayı eleştiri. Yahudi Soykırımı bu hiyerarşinin en tepesindedir, diğer soykırım örneklerinin hiçbiri ile karşılaştırılması mümkün değildir.

 

Dolayısıyla Moses yerli topluluklara yapılan imha eylemleri ile Yahudi Soykırım arasında karşılaştırmalı bir analize girişerek esasında soykırım literatürüne oldukça özgün bir katkıda bulunmaktadır. Bunu yaparken kavramsal açılımın ve karşılıklı tanımanın önüne geçen kurbanlar ve çektikleri acılar arasında bir hiyerarşi kuran yaklaşımları da ciddi derecede eleştiriye tabi tutmaktadır.

 

Yahudilerin topyekûn imhası ve yerli halklara karşı işlenmiş soykırımlar arasındaki ilişkiyi yeniden değerlendirmek adına, Moses Holokost literatürünün önde gelen iki önemli ismi Katz ve Bauer’in ‘biriciklik’ ve tarihte ‘eşi benzeri görülmemişlik’ argümanını sorgular. Moses’a göre, ‘biriciklik’ sorunsalı Holokost’u kendi kimliklerinin vazgeçilmez ve tamamlayıcı unsuru olarak tanımlayan mağdur gruplarının deneyimleriyle doğrudan ilintilidir.

 

Bu gruplar Holokost’a varoluşsal bir önem ve anlam yükler. Hakikaten de birçok Yahudi bilhassa Holokost’tan sağ olarak kurtulabilenler, Yahudi Soykırımı’nı kolektif Yahudi kimliğinin esas belirleyicisi olarak görüp ona kutsallık atfederler.

 

Örneğin, meşhur Yahudi tarihçi Yehuda Bauer kendi kişisel başlangıç noktasının ve önyargılarının Yahudilerin kaderine dönük hakim bir ilgi tarafından şekillendiğini kabul eder. Aslında, Bauer’in bu yaklaşımı neredeyse bütün Yahudilerin paylaştığı Holokost’un travmatik etkisini ortaya koyar ve bu etki Holokost sonrası Yahudi kimliği açısından bir çimento işlevi görmüştür.

 

Hasılı, Yahudilerin sistematik bir biçimde topyekûn imha edilmesine ilişkin soykırım literatüründe karşımıza çıkan zihni arkaplan, bu eylemin biricikliği ile bu travmayı yaşayan grup arasında Katz, Bauer ve Wiesel’in yaptığı gibi adeta uhrevi ve kutsal bir kimlik bağlantısı kurmaktır. Söz konusu eylemin  ‘biricikliği’ ve ‘eşi benzeri görülmemişliği’ üzerinde ne kadar ısrar edilirse, kişisel kimliklerinin ve kolektif Yahudi varlığının o kadar güçleneceğine inanmaktadırlar.

 

Yahudi soykırımına atfedilen bu türden bir kutsiyet ve ‘biriciklik’ kaçınılmaz olarak kurbanlar arasında bir hiyerarşinin ortaya çıkmasına kapı aralar. Moses’ın vurguladığı üzere sanki “Yahudi kurbanlar Yahudi olmayanlardan daha fazla acı ve sefalet çekmiştir, Holokost’un Yahudi mağdurları kutsaldır ve diğer soykırım kurbanları ise bu özelliğe sahip değildir.”

 

Bu durum latent bir şekilde de olsa sanki yalnızca Yahudi kurbanların toplu bir katliama maruz kaldıkları inancının yerleşmesine yol açar. Moses bunun farklı soykırımların ve soykırım mağdurlarının deneyimleri arasında benzerliklerin ortaya çıkarılmasının da önüne geçtiğini iddia eder. Bu soykırım literatürü açısından önemli bir metodolojik açmaza da işaret eder.

 

 

- Advertisment -