Ana SayfaYazarlarKapsayıcı siyaset ile dışlayıcı siyaset arasında CHP (2)

Kapsayıcı siyaset ile dışlayıcı siyaset arasında CHP (2)

 

Elde olmayan sebeplerden ötürü, bu konudaki ilk yazımın üzerinden uzun sayılabilecek bir zaman geçti. Bu nedenle kısa bir hatırlatma faydalı olacaktır.

 

İlk yazıda, CHP’nin Baykal’dan sonra yeni bir siyasi hat üzerinden ilerlemeye çalıştığını belirtmiştim. Baykal tek bir kesimin üzerine oynuyordu. Rejim korkusunu sürekli ayakta tutmaya çalışıyor, partinin siyasetini de ona uyduruyordu. Bunun için CHP çok dar bir alana sıkışıyor, bir türlü yüzde 20-25’in üzerine çıkamıyordu. İktidar olmak için halkın yeterli desteğine sahip olmayınca da umudunu siyaset dışı aktörlerin müdahalesine bağlıyordu. 

 

Kılıçdaroğlu, CHP’nin bu makûs öyküsünü değiştirmek istedi. En fazla dört seçmenden birinin oyunu alabilen bir siyasetle yol alınamayacağını gördü. Söylemini yeniledi. Farklı toplumsal gruplara seslenmeye başladı. Dindar kesimlerle ilişki kurmaya çalıştı. Çeşitli ittifakları denedi. CHP’yi iktidar karşısında bir çatı yapıya dönüştürmeyi hedefledi. Aslında yapılanlarda orijinal bir şey yoktu; Kılıçdaroğlu her ana muhalefet partisinin yapması gerekeni yaptı ve partiyi mümkün olduğunca fazla sayıda insana açmaya gayret etti.  

 

Kısır döngü

  

Lâkin aradan azımsanmayacak bir süre — yaklaşık on yıl — geçmesine rağmen Kılıçdaroğlu çıktığı yolda pek bir mesafe katedemedi. Kâğıt üzerinde iyi görünen hesap çarşıya uymadı. CHP kısır döngüsünü kıramadı ve yüzde 25’e hapsolmaktan kurtulamadı. Bunun “iç” ve “dış” nedenlerinin olduğunu belirtmiş ve onları tartışmayı bu yazıya bırakmıştım.

 

İç nedeninin iki boyutu var. Biri, Kılıçdaroğlu’nun yönetim ve liderliği ile alakalıdır. Evet, Kılıçdaroğlu partisi için yeni bir kuşatıcı dil denemesi yaptı ama bunu gerçek mânâda başaramadı. CHP’nin siyaset güzergâhını değiştirmek istedi ama bunu sağlam ve tutarlı bir söylemle buluşturamadı. İktidara karşı sağlam bir alternatif ortaya koyamadı. Meselâ Kürt meselesi gibi en hayati konularda bile hep yalpaladı. Çözüm Süreci döneminde buna yakından tanıklık ettik maalesef.

 

Diğeri ise, CHP’de partinin gidişatı üzerinde etkili olan bir kesimin davranışıyla ilgilidir. Cirminden fazla yer yakan bu kesim, Kılıçdaroğlu’nun CHP içinde yapmak istediği dönüşümü benimsemedi. Kerameti kendinden menkul bir kibirle, partinin oy havuzunu genişletmesi muhtemel her hamleye burun kıvırdılar. CHP’nin alışılageldikleri kodlarına aykırı düşen her hareketi bir tâviz olarak yorumladılar.

 

İmamoğlu’nun kampanyası

 

Bu kesimin mensupları şimdi de CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasına yüksek sesle itiraz ediyorlar.  Zira İmamoğlu, onların istediği ve beklediği gibi bir seçim çalışması yürütmüyor. Halkla yakın temasa özen gösteriyor. Üslûbu son derece uzlaşmacı; kendisine çarşı-pazarda sert tepki gösterenlere de yumuşak ve mütehammil bir tavır sergiliyor.

 

Kampanyasına Erdoğan’ı ziyaretle başlıyor, onun da oyuna talip oluyor. “Diktatör, tek adam, kaçak saray” gibi bazılarının yüreklerini soğutmaktan başka bir işe yaramayan sloganlara tevessül etmiyor. Her renkten insanla buluşuyor, görüşüyor, muhabbet ediyor. Rakibine karşı saygıyı elden bırakmıyor. Kutuplaştırıcı bir dile iltifat göstermiyor. Hizmetlerini ve gelecek için projelerini öne çıkarıyor. Güler yüzle ve yüksek bir motivasyonla çalışıyor.

 

Seçimleri kazanır ya da kaybeder, o başka bir konu; ama bana göre İmamoğlu çok doğru bir strateji izliyor. Ne var ki CHP içindeki sözünü ettiğimiz kesim, aynı kanaatte değil. Onlar İmamoğlu’nun Külliye’de Erdoğan ile buluşmasına öfkeleniyorlar. Köşeli bir dil kullanmamasına bozuluyorlar. Onu kendilerinden görmüyorlar; CHP’liliğini sorguluyor, AK Partililere benzetiyorlar.

 

Baltayı kendi bacağına vurmak

 

Bu kesim, sanki önceki seçimlerde çok büyük zaferler elde etmiş gibi, İmamoğlu’ndan kendi arzuladığı tarzda faaliyet yürütmesini talep ediyor. Lâkin İmamoğlu şimdiye kadar buna prim vermedi. Bu nedenle İmamoğlu, AK Partililerden ziyade CHP içindeki bu kesim tarafından eleştirildi, yerden yere vuruldu.

 

AK Parti, özellikle İzmir’de laik seçmenlere hitap etme ihtiyacı duyuyor, onların gönlünü kazanmak için çıkışlarda bulunuyor. Bu çıkışlara ne parti yönetimi ne de taban bir tepki gösteriyor. Aksine, bunlar son derece doğal karşılanıyor. CHP’de ise muhafazakâr-mütedeyyin seçmenlere dönük bir atak olduğunda hemen rahatsızlık nidaları yükseliyor. Tam bir, “baltayı kendi bacağına vurma” hâdisesi!    

 

Dolayısıyla CHP’ye en büyük zararı bu kesimin verdiği söylenebilir. Zarar iki taraflı. Bir yandan, güçlerinden daha fazla gürültü çıkardıklarından Kılıçdaroğlu’na geri adım attırabiliyorlar. Onların şimşeklerini çekmeme kaygısı parti yönetimini daha fazla sendeletiyor. Diğer yandan, bu kesimin muhalefet biçimi ve üslûbu, partinin ulaşmak istediği kesimle arasındaki mesafenin kapanmasına da engel oluyor.

 

“İç” hengâme, “dış” sorun

 

İçteki bu hengâme kaçınılmaz olarak, bir “dış” soruna da yol açıyor. Şurası açık: Kemik seçmenlerinin dışındaki seçmenlerin ağırlıklı bir bölümünde — özellikle muhafazakâr seçmenlerde — CHP için müspet bir düşünce yok. Onlar için CHP, hem bazı sorunların tarihi müsebbibidir, hem de herhangi bir yaraya merhem olmaktan uzaktır.

 

Dıştan böyle algılanan bir partiden iki yönlü bir çaba beklenir: Halkta menfi bakışı yaratan politikalarda değişikliğe gitmek ve bu değişimin sahiciliği noktasında halkı eylemleriyle ikna etmek. CHP de ise değişim yeterince güçlü ve çaplı olmadığı gibi, bu zayıf değişim bile içe sindirilmiş değil. Kritik mevzulardaki gidip gelmeler, hem değişimin gerçekliği hakkında toplumdaki şüpheleri artıyor, hem de içte kırılmalara yol açıyor.

 

Yerinde saymak

 

Parti içi iktidarı kazanmaya, diğer her şeyden çok daha fazla değer ve anlam atfediliyor. Kurultayları kazanmak, genel veya yerel seçimleri kazanmaktan daha önemli hale geliyor. İç mücadelenin keskinliği, partinin bir türlü gerektiği gibi dışa açılmasına ve sosyolojik tabanını genişletmesine müsaade etmiyor. 31 Mart’a giderken yaşananları da bunun bir yansıması olarak görmek mümkün. .

 

Kendi iç yarılmalarını aşamayan ve topluma güven telkin edemeyen CHP, doğal olarak hep yerinde sayıyor. Bugün Türkiye’de hukuki, siyasi ve iktisadi birçok dert var. Eğer bunlara rağmen ana muhalefet, halen seçmenler nezdinde ciddi bir iktidar namzedi olarak görülmüyorsa, temel sorun kendisindedir. Bu nedenle CHP önce dönüp kendine bakmalı. 

- Advertisment -