Ana SayfaYazarlarŞampiyon olamadan kazandıran adam

Şampiyon olamadan kazandıran adam

 

Okulun camlı kapısından içeri girip sola dönüyoruz. Spor salonuna uzanan koridorda önce bir kapı var. “İşte burası” diyor bize rehberlik eden görevli… Oda demek için biraz büyükçe ama salon olmak için de hayli mütevazı bir dört duvar ortasındayız şimdi… Camlar ardındaki raflarda kupalar, ödüller, madalyalar ve tabii ki siyah-beyaz fotoğraflar… Tüm bunlardan ayrı tutulmuş, özel bir köşeye yerleştirilmiş bir vitrin dikkat çekiyor. İçinde formaların merserize olduğu günlerden kalmış eski püskü bir forma, soluk bir şort, bir çift Converse ve hemen yanlarında, yıkanmaktan lastiklerini, yüksek konçlu olma özelliğini yitirmiş, oracığa yığılıvermiş bir çift çorap… Yanlarındaki minik metal plakada “Pete Maravich (1963-1966)” yazıyor.

 

Burası Broughton High School; Amerika’nın taşrasında kendi halinde bir lise… North Carolina’nın Raleigh kenti… Basketbol dünyasının gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerinden, hatta pek çok hareketi ilk kez sahaya getirmesiyle öncülerinden biri sayılan “Pistol” (Tabanca) lakaplı Pete Maravich’in okuduğu lisedeyim. Benim henüz emekleyip, minik bebek adımlarıyla yürümeye uğraştığım günlerde, burada parkelerin tozunu atıyormuş “üstad”…

 

Dünya gözüyle hiç izleyemediğim Maravich ile kurduğum ve beni buralara, bu okula taşıyan özel bağ, onun dünyadan göçüp gittiği günlerde ardından yazdığım yazıya dayanıyor. 20’li yaşlarda, henüz çevirmenlikten muhabirliğe geçiş yapmaya çalışan bir gazeteci adayıydım ve Pistol Pete için 1988’de Nokta’da yazmış olduğum yazı, herkesin gidip gazete bayiinden satın alabildiği bir dergide imzamla yayınlanmış ilk yazımdı.

 

Bazı kitaplar vardır, elinizden bırakamazsınız. Kaç kere okumuş olursanız olun, yeniden dönmek istersiniz sayfalarına… Ve o benzersiz dost, yumuşacık dokunuşu, sizi içine çeken kokusuyla her zaman kucak açar dönüşlerinize… O kitap artık sizin vazgeçilmez yol arkadaşınızdır. Çocukken Pal Sokağı Çocukları böyleydi benim için… Macar yazar Ferenç Molnar’ın kahramanları Boka ile Nemeçek’i kim bilir kaç defa okudum… O kadar çok elimde kaldı ki kitap, sonunda cildi dayanamadı; paralandı gitti.

 

Mark Kriegel’in yazmış olduğu Pistol de aynı etkiyi yarattı üzerimde… 2007’de, Maravich’in ölümünden 19 yıl sonra piyasaya çıkmıştı. Kitaba ulaşıp okumam 2008’i buldu. Sonrasında tekrar tekrar döndüğüm, her defasında aynı sayfalarda gözlerimi yaşartan müthiş bir baba-oğul hikâyesiydi. Hatta bir ailenin üç kuşağa yayılmış, sayısız trajik olayla örülmüş romanı… Beni çok etkileyen ve o sıralar Amerika’ya, North Carolina eyaletine gidip geliyor olmanın da avantajıyla, bir şekilde yolumu Broughton Lisesi’ne düşüren bu kitaptı işte!…

 

Keşke 12 yıl önce Amerika’da haftalarca en çok satanlar listesinde yer almış “Pistol – The Life of Pete Maravich” (Tabanca – Pete Maravich’in Hayatı), Türkçeye çevrilse de, daha çok insana ulaşabilse… Sert, disiplinli, kararlı babalar ile hayatını babasının tercihlerine teslim etmiş bütün evlatların bu kitabı mutlaka okuması gerek. Belki sadece onların da değil, herkesin…

 

Pete Maravich, dünya basketbol tarihinin en çok konuşulan, tartışılan, belki de en talihsiz, zamanında değeri anlaşılamamış yıldızlarından biridir. 1947’de doğup, 1988’de henüz 41 yaşını bile tamamlayamadan ölmüş, ama sıradışı ölümü ve detaylarına inince ondan daha sıradışı olduğu anlaşılan yaşamıyla, son 30 yılda sayısız makale, program ve belgesele konu olmuştur.

 

Bugünün gençleri, NBA deyince Lebron James’i, Kevin Durant’i, Stephen Curry’yi sayıyor. Onlara yol açan ve Amerikan basketbolunun tüm dünyada daha fazla izlenmesini sağlayan isim hiç şüphe yok ki, Michael Jordan’dı. Onun öncesinde adını duyabildiklerimiz ise Abdülcabbar (Müslüman olduğu için, potaların Muhammed Ali’siydi bizim gözümüzde), Magic Johnson ve Larry Bird’den ibaretti. Oysa dünyamızın “küresel köy” diye tanımlanmadığı, basketbolun gezegenin her tarafında izlenen bir oyun olmadığı günlerde, NBA’i kasıp kavuran bir adam vardı: Pistol Pete… Magic’den yıllar evvel onun gibi paslar veren, Larry Bird henüz ilkokula başlamamışken, onun gibi şut atan biriydi Maravich…

 

Bugün sıradan bir basketbol karşılaşmasında oyuncuların kaç kere topu bacaklarının arasından geçirerek yön değiştirdiğini sayamayız bile… Peki bu hareketi ilk olarak kimin yaptığını söyleyebilir miyiz? Bakmadan pas, arkadan pas, hareket halindeyken topu tokatlayarak pas, bacak arasından pas… Bunlar Maravich’in oyuna kattığı, üst düzey maçlarda defalarca yapmaktan çekinmediği, rakipleri şaşkına çeviren, tribünleri ayağa kaldıran hareketlerdi.

 

Basketbolun siyahların oyunu olmaya başladığı 60’lı yıllarda, Amerika’ya “beyaz” sevinçler yaşatan, izleyen herkesi büyüleyen, milyonlara bu oyunu sevdiren bir top canbazıydı. Bu özelliği, aslında bazen aleyhine de oldu: Pistol Pete’in fazla ön plana çıktığını, “rol çaldığını” düşünen bazı siyahi takım arkadaşları, ona destek vermekten kaçındılar. Kazandığı para ve gördüğü ilgi hep kıskançlık yarattı.

 

Şimdi biraz geriye gidelim…

 

Bir adam düşünün… Anne-babası Birinci Dünya Savaşı yıllarında Sırbistan’dan Amerika’ya göç etmiş, kendisinden önce doğan dört kardeşi de daha bir yaşına gelemeden ölmüş, o bir buçuk yaşındayken ölen babasını hiç tanıyamamış, üvey baba elinde büyümüş. Yokluk, yoksulluk, acılı yıllar derken, liseyi bitirdiğinde yalnızca bir tek marifeti var bu gencin; basketbol oynamak. Dersleri ancak küçük bir koleje girmesine yetecek kadar iyi. Spor alanında üst düzeye tırmanmasını sağlayacak bir fiziği ve olağanüstü yetenekleri olduğu da söylenemez. İkinci Dünya Savaşı’nda donanmaya katılıp savaşıyor ve döndüğünde, en iyi yapabileceği işin basketbol antrenörlüğü olduğuna karar veriyor.

 

İşte bu adam Press Maravich, Pete Maravich’in babası… Hırslı, enerjik, çalışkan. Hayatı basketbol. Bu oyunda kendisinin gelemediği yerlere oğlunun geleceğine, daha onun doğduğu gün kalpten inanmış. Oğlu 7 yaşına bastığında, basketbola dair bildiği ne varsa, hepsini ona öğretmeye başlamış. Küçük Pete’i uykusu hariç günün her saatinde bir topla gezmeye mecbur etmiş. Dripling, dripling, dripling… Hatta şöyle bir sahne var: Pete 9 yaşında. Babası, sabahları arabayla onu okula bırakıyor. Oğlunu arka koltuğa yatırıyor, kapıyı açıyor ve otomobil yavaşça ilerlerken, bizim küçük oğlan arka tarafta dripling yapıyor. Topu kaçırırsa cezası var. Asker disiplini ile basketbol yıldızı yaratmaya çalışan babanın, tuhaf yöntemlerinden sadece biri bu… Saatlerce spor salonuna kilitlemekten tutun da, sağ elini vücuduna bağlayıp, mecburen sol elle oynatmaya kadar çeşitli ceberrut yöntemlerle büyütüyor oğlunu…

 

Press Maravich’in aslında fena olmayan bir koçluk kariyeri var. Önce lise takımları, ardından Clemson ve North Carolina State gibi ACC (güçlü takımları, akademik açıdan da saygın üniversiteleri bir araya getiren Atlantic Coast Conference) okulları… Ama Pete liseye gelip, çeşitli kolejlerden teklifler yağmaya başladığında, Press Maravich kaderini oğluna bağlıyor. Tek şartı, oğlunu alacak takımın kendisini de koçluğa getirmesi. Aile o sırada Raleigh’de yaşıyor. Her maçı adeta tek başına kazanan, inanılmaz driplingleri ve paslarıyla çoktan izleyenleri büyülemeye başlamış Pete, Broughton Lisesi’nde okuyor. Eh, baba da orada North Carolina State koçu olduğuna göre, her şey tamam gibi görünüyor. Ama öyle değil. Pete’in notları herhangi bir ACC okuluna kayıt yaptırmasına el vermiyor. Kurallar çok sıkı, North Carolina State yönetiminin elinden bir şey gelmiyor. Sonunda bir başka konferanstan Louisiana State Üniversitesi çıkıp, baba-oğulu birlikte transfer ediyor.

 

Üniversitede, LSU’da geçirdiği dört yıl boyunca, Amerika’yı sarsan istatistiklerin sahibi oluyor genç Maravich… Oynadığı 83 maçta 44.2 sayı, 6.5 ribaund, 5.1 asist ortalamaları tutturuyor. Ve o zamanlar henüz üçlük yok! Sonraki dönemlerde LSU’da koçluk yapan Dale Brown (Kendisi Shaquille O’Neal’i bulup yetiştiren antrenördür aynı zamanda), üşenmeyip Maravich’in 83 maçını tek tek seyrediyor, attığı sayıları mercek altına alıyor ve o dönemde üçlük olsa Pistol Pete’in sayı ortalamasının 56-57 arasında bir yerde olacağı sonucuna varıyor.

 

Kolej döneminde, 1966-70 arasında LSU formasıyla 83 maçta toplam 3667 sayı üretmiş olması, onu bir anda ülkenin gözbebeği yapıyor haliyle… Profesyonel olduğunda büyük paralar kazanacağından kimsenin şüphesi yok. Zaten baba Maravich, yıllar önce yakın arkadaşı John Wooden’a (Dünya basketboluna Abdülcabbar ve Bill Walton gibi yıldızları armağan etmiş, UCLA’e 10 kolejler ligi şampiyonluğu kazandırmış efsanevi koç) “Benim oğlum milyon dolar kazanan ilk basketbolcu olacak” diye söz bile vermiş. Baba bu uğurda gecesini gündüzüne katar ve oğlunu yeteneklerinin limitlerine iterken, bir eşi ve evde kendini bekleyen başka çocukları olduğunu unutuyor. O günlerde Pete’in annesi Helen, yalnızlığın dipsiz kuyularında çırpınıp duruyor. Önce yakasını alkole kaptırıyor. Alkolizm tedavisi görürken, dayanılmaz hale gelen migren ağrılarıyla başa çıkamıyor ve1974’te beynine bir kurşun sıkarak intihar ediyor. Komşular, Maravich’lerin evinden gelen silah sesiyle sıçrayıp oraya koştuklarında çok geç… O sırada Press, arkadaşlarıyla golf oynuyor. Artık NBA’in en çok kazanan yıldızlarından biri olarak her gün gazete manşetlerinde yer alan Pete ise uzaklarda, takımıyla yeni sezon hazırlıklarında…

 

Pistol Pete, “tek kişilik takım” denebilecek olağanüstü skor özelliğine karşın, LSU’yu iddialı okullar arasına taşıyamamıştı. Takımın zayıf olmasından söz ediliyordu o zamanlar… Bazı spor yazarları da oğlunun bütün topları kullanabilmesi için, koç Press Maravich’in özellikle çok iyi oyuncuları LSU’ya almadığını öne sürüyordu. Ama bilet alıp maça gelenleri bu tartışma pek ilgilendirmiyordu. Onlar, gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerden birini çıplak gözle izlemenin keyfi içindeydi. 

 

NBA’de de durum farklı olmadı. 1970 draftında üçüncü sırada seçilen Maravich, 1.5 milyon dolara beş yıllık kontrat imzalayarak, babasının düşlerini gerçekleştirdi ancak Atlanta Hawks’ı beklenen parlak sonuçlara taşıyamadı. Her oyuncunun karbeyazı çoraplarını dizine kadar çektiği bir dönemde, lastiği gevşemiş, eski püskü çorapları bileğine düşürerek oynamaktan hoşlanan, bu alışkanlığın uğur getirdiğine inanan Pete, dalgalanan saçları, bakmadan attığı paslarıyla her gün gazetelerde, her hafta dergi kapaklarında, hatta ekrandaki şampuan reklamlarındaydı. Adına şarkılar yazılıyor, film teklifleri alıyor, Elvis Presley ile karşılaştırılıyordu. Atlanta’dan sonra transfer olduğu New Orleans’ta da salona gelenlerin sayısı sürekli artıyordu.

 

Annesinin intiharından hemen sonra başlayan 1974-75 sezonunda, Pete Maravich’in isteksizliği gözle görülür haldeydi. Onun için çok düşük sayılacak 17 sayı gibi bir ortalaması vardı. Üstelik yaşadığı adele sakatlığı da arada maç kaçırmasına neden oluyordu. Ocak ayı geldiğinde bir anda her şey değişiverdi.  Pistol, tam da adını hak edercesine attıkça atmaya başlamıştı. Houston maçında 38 sayı, 11 ribaund, 8 asist… Seattle’da 42 sayı, 10 ribaund, 17 asist… Ardından Buffalo deplasmanında 40 sayı, 14 ribaund, 13 asist! New Orleans Jazz, o dönemde maçlarını Louisiana Dome’da oynuyor ve ortalama 19 bin bilet satıyordu. Ancak bu devasa salonun en üst katı basket maçlarında açık değildi. Üst üste 5 maç kazanılınca, kulüp yönetimi bilet taleplerine yetişemez oldu. Dome’un üst katını Lakers ile oynayacakları maçta açmaya karar verdiler. Sahayı dürbünle görebilen bu koltuklar, 1.5 dolardan satılacaktı (Normal biletler 3.5 dolardan başlıyordu).

 

O gün New Orleans’a korkunç bir yağmur yağdı.  Trafik felç olmuştu. Pete bile bir arkadaşının arabasıyla maça son anda yetişebildi. Günler önce bilet alan insanlar, tıkanmış yollarda isyan ediyor, polis kavşakları açmaya uğraşıyordu. TV yayını hiçe sayılarak başlama saati 45 dakika ileri alındı. Hava atışı yapıldığında, dolan koltukların sayısı 20 binin üzerindeydi. Maravich’in 30 sayı, 7 asist, 5 ribaundla tamamladığı ve Jazz’ın Abdülcabbar’lı Lakers’ı 113-110 yendiği o maça, kayıtlar, 26 bin 511 kişinin geldiğini ve bunun, o güne kadar bir basketbol maçındaki en büyük kalabalık olduğunu söylüyor. Tanıklarsa, “Korkunç yağmur ve trafik olmasa 30 bini de geçerdi” diyor.

 

New Orleans Jazz’da oynadığı beş sezonda sırasıyla 21.5, 25.8, 31, 27 ve 22.6 sayı ortalamaları tutturan Maravich, 1976-77’de ligin sayı krallığını kazandı, beş kez All-Star seçildi ve basketbolseverlerin gönlünde her zaman apayrı bir yere sahip oldu. Play-off’larda sadece 4 kez yer almasına ve toplam 26 play-off maçı oynamasına karşın… On yıllık kariyerinde hiç şampiyonluk yüzüğü takmamış olmasına karşın…

 

Onun neden şampiyonluk kazanamadığı konusunda değişik tezler öne sürüldü. Bir tanesi dikkat çekiciydi: Yakınları, Pete’in bazen en kritik maçlar öncesinde tuhaf bir ruh haline girdiğini, içini dolduran sıkıntının onu içmeye zorladığını ve kariyerinin kırılma noktalarında bu “karabasan” yüzünden winner (kazanan) bir oyuncu olamadığını söylüyordu. Gerçeği, ne yazık ki, o öldükten sonra öğrenebildik…

 

Pistol, son nefesini verdiğinde 40 yaşındaydı ve arkadaşlarıyla basketbol oynuyordu.  Yapılan otopside, koroner damarlarından birinin doğuştan eksik olduğu, aslında bu haliyle değil yıllarca NBA’de ter dökmek, amatörce bile spor yapamayacağı söylendi bilim adamları tarafından… Zaman zaman göğsüne çöken ve bir türlü açıklanamayan o ağırlığın nedeni belli olmuştu.

 

17 Ocak 1988’de Nokta dergisinin spora ayırdığı iki sayfada şu satırlarla uğurlamıştım büyük efsaneyi: “..Önce herkes onun basketbola yenik düştüğünü sandı. Yıllar sonra arkadaşlarla tek pota oynarken geliveren ölüm… Dünya çapında bir trajedi yaratmak için bolca malzeme vardı. ’Basketbolcu gibi ölmek’ ve benzeri manşetler atıldı. Oysa iki gün sonra hastane kapısında kendisine uzatılan mikrofonlara konuşan beyaz önlüklü bir doktor, Maravich’in ölümle çok önceleri burun buruna geldiğini, fakat açıklanamayan bir nedenden ötürü yaşadığını söylüyordu. Tıbbın açıklayamadığı bu neden, belki de basketbol sevgisiydi.”

 

Bitirmeden, bir tavsiyem olacak… Youtube’da “Pete Maravich” yazın ve yeteneğiyle yaratıcılığını birleştirip olağanüstü sahneler yaratmış bu ölümsüz sporcunun, 40-50 yıl önceden kalma soluk görüntülerine bir göz atın. İzledikçe, ağzınız açık kalacak…

- Advertisment -