Ana SayfaYazarlarBir meydanın başına gelenler...

Bir meydanın başına gelenler…

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, önceki gün yedi yıldır inşaatların bitmediği Beyazıt Meydanı’ndaydı.

 

Gerisini Büyükşehir Belediyesi’nin sitesinden okuyalım:

“Beyazıt Meydanı’na kadar zorlukla yürüyebilen İmamoğlu, alanda bulunan İBB’ye ait bir kamyonetin kasasının kapağını açtırdı. İmamoğlu, kamyonet kasasına konulan meydana ait planlar üzerinden yardımcılarından teknik bilgiler aldı. Bu sırada bir vatandaş, yıllardır atıl halde bırakılan meydanın bu durumundan dolayı mağdur olduklarını söyledi. İmamoğlu da vatandaşa, “Ben de mağdurum. Rahatsız edici” karşılığını verdi. Tarihi meydanın çok uzun zamandır bu durumda olduğunun altını çizen İmamoğlu, yardımcılarına meydandaki düzenlemelerin en geç 6 ay içinde bitirilmesi talimatını verdi. İmamoğlu, “Bu şehre ve insanlarına bu zulüm çektirilir mi? Çok yazık. Beyazıt Camii’nin arkası, İstanbul Üniversitesi’nin önü. Meydanın alt tarafı… Şöyle bir bakın. Şuraya kafalarına göre bir çadır kurmuşlar.”

 

Bahsedilen yer 1700 yıldır her devirde şehrin merkezi olmuş, İstanbul’un en eski meydanı.

 

393 yılında Bizans İmparatoru Theodosius’un ortasına, içinde merdivenle yürünebilen dev bir sütun diktiği Theodosius Forumu burası.

 

1453’de Fatih İstanbul’u fethettiğinde ilk sarayı inşa ettiği ve yaşadığı yer.

 

Oğlu Beyazıt da İstanbul’dan Fatih Camii’nden sonraki en eski camii olan Beyazıt Camii’ni ve külliyesini burada kuruyor.

 

Padişah deviren ilk isyanının başladığı Patrona Halil’in hamamı, Osmanlı’nın son yüzyılında en kritik kararların verildiği Harbiye Nezareti, Cumhuriyet döneminde ilk üniversite olan İstanbul Üniversitesi burada.

 

Mahmut Şevket Paşa’nın katillerinin, Boğazlıyan Kaymakamı’nın idamından, tek parti iktidarının çöküşünün habercisi Fevzi Çakmak’ın cenazesine, 27 Mayıs darbesini tetikleyen 28 Nisan 1960 öğrenci olaylarından, Kıbrıs, 28 Şubat mitinglerine kadar yaşadığımız ülkenin son yüzyılına tanıklık etmiş bir meydandan bahsediyoruz.

 

Ama 2019 yılında hala bu halde.

 

Aslında Beyazıt Meydanı, Türkiye gibi son 150 yıldır bir türlü belini doğrultamamış halde.

 

19’uncu yüzyılda artık eski görkemli günlerinden uzakta Ramazan eğlencelerinin, açık hava pazarlarının, hayvan pazarlarının kurulduğu meydanın dokusundaki ilk radikal değişiklik 1866 yılında 400 yıllık Eski Saray’ın duvarlarının yıkılıp yerine bugün İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binası olan Harbiye Nezareti ve giriş kapısının inşa edilmesi oluyor:

 

“Beyazıd Meydanı geçen asır başından evvel şehrin önemli idari merkezi olan Eski Saray ile Beyazıd Külliyesi arasında, en önemli toplantı alanlarından birisi idi. Geçen asır ikinci yarısında Eski Saray’ın, saray duvarlarının yıkılıp yerine Harbiye Nezareti binası ve giriş kapısı inşa edilirken bütün bu tesisler, geleneksel değerlerin reddedilişinin bir sembolü olarak, cami-kıble yönünden 45° farklı yerleştirilmişti. Harbiye Nezareti aksi istikametinde bir yol meydanı kal ediyor, iki yanında ağaç dizileri ve dükkanlar yerleşerek tarihi meydanı tamamen yok ediyordu.”

 

II. Abdülhamit, meydanı düzenlemek için Osmanlı elitlerinin rüya şehri Paris’in görkemli binalarının mimarlarından Bouvard’un kapısını çalmış. İşleri yüzünden gelemeyeceğini söyleyen Bouvard’ın fotoğraflara bakarak çizdiği meydan projesinin merkezinde cami minarelerini gölgede bırakan ikiz bir belediye sarayı var. Bunu inşa etmek için meydanda simetriyi bozduğunu düşündüğü Beyazıt Külliyesi’nin ve Beyazıt’ın türbesinin yıkılmasını teklif eden Fransız mimara kibarca teşekkür edilmiş.

 

Bir türlü toparlanamayan ve seyyar satıcıların dadandığı meydandan şikayetler üzerine ikinci radikal müdahale Cumhuriyet’le olmuş. 1924 yılında zamanın İstanbul Belediye Başkanı Ali Haydar Bey (Yuluğ), Mimar Asım Kömürcüoğlu’na ortasında dev bir elips havuz olan, tramvayların havuzun etrafından dolaştığı yeni bir meydan yaptırmış.

 

Çift fıskiyeli havuzun altında da deniz suyuyla doldurulmuş dev bir su deposu mevcutmuş. Havuz o kadar büyükmüş ki, “belediye reisi Marmara’yı buraya taşıyor” esprilerine neden olmuş, başkanın adı ‘Bahri’ye çıkmış.

 

İstanbul’un en büyük havuzu ve fıskiyesi bir zaman insanların ilgisini çekmiş, meydan dinlenme yeri olmuş.

 

Ama bu huzuru, artan motorlu taşıt sayısı bozmuş.

 

1950’lerde havuzun etrafında artan Beyazıt Meydanı trafiği bugünkü Mecidiyeköy trafiğine dönmüş. Dar meydan ve açılan yollar o araç trafiğini kaldıramamaya başlamış.

 

Bu yüzden meydana üçüncü büyük müdahale 1955’den sonra yapılmış. Trafiği rahatlatmak için meydanı ve açılan caddeleri genişletme projesiyle.

 

O yıllarda belediyeye danışmanlık için Almanya’dan gelen Münih’in baş mimarı Profesör Hans Högg’ün “İstanbul artık uyuşuk bir şehir olmaktan kurtulmuştur. Burada hareket ve imar başlamıştır” dediği imar hamlesi aynı zamanda bir yıkım hamlesi de.

 

Beyazıt Meydanı ve caddeye açılan caddeleri genişletme projesi de önce istimlaklar, ardından çoğu tarihi eser 250 binanın yıkılmasıyla başlamış. Ama yetmemiş. Meydandaki ağaçlar kesilmiş. Ardından meydanın ortasındaki havuz yıkılmış. Tarihi meydan otomobiller için trafiği rahatlatan geniş bir kavşağa dönüştürülmüş.  Ama sonra fikir değiştirilip, meydanın trafiğe kapatılmasına karar verilmiş. Sonra ondan da vazgeçilip meydana tramvay rayları döşenmiş, sonra raylar da kaldırılmış. Sonra meydanın yükseltilmesi kararı çıkmış, fakat yükseltilme sırasında tarihi binaların gölgede kalacağı anlaşınca bu kez alçaltılması için adımlar atılmış. Sonra hepsinden vazgeçilip meydanın çift katlı yapılmasına karar verilmiş.  Bu yüzden meydanının bir kısmına çim ekilmiş, ardından bir kere daha karar değiştirilip yıkılan havuzun tekrar havuz yapılması kararlaştırılmış…

 

1957-58-59 yıllarına ait gazetelerde sürekli projesi değiştirilen Beyazıt Meydanı haberlerinden seçmeler bunlar.

 

Her yeri kazılmış, delik deşik olmuş, çamur içindeki Beyazıt Meydanı fotoğraflarının sık sık yer aldığı gazetelerde artık “Meydan değil, labaratuvar” başlıklı haberlerle deneme tahtasına dönmüş meydanın hali hicvedilmektedir:

“1957'de karayolu mühendislerinin yönetimi altında tarihi şehirde sayısız mimari abide yıkılıp yeni yollar açılırken Beyazıd Meydanı da tahrip edilerek yol ve meydan seviyeleri değiştirilerek bir karayolu kavşagı haline sokuldu. 1957'de meydanı yaya alanı haline getirmek üzere yaptığım teklif reddedilirken ağaçların kesilmemesi konusundaki ikaz ve çabalarım da neticesiz kaldı.”

 

Artık işin içinden çıkılamayınca bir proje yarışması açılmasına karar verilmiş.

 

Belediyeye danışman olarak hizmet veren Alman mimar Profesör Hans Högg, Ataköy’ün fikir babası, İstanbul Nazım Plan Müdürü İtalyan mimar Luigi Piccinato, Prof. Sedad Eldem’in de projelerinin yarıştığı yarışmanın sonucu Nisan 1960’da belli olmuştur. Bu ağır rakipleri arasında kazanan İstanbul Belediyesi’nin plan müdürü mimar Turgut Cansever’in projesidir:

 

“Büyük bir heyetin tetkikine sunulan projelerden, hazırlamış olduğum ve meydanı tamamen insanlara hizmet edecek bir yaya alanı haline dönüştüren, Üniversite yapıları ile camii arasındaki yön çelişkisini camii kıble doğrultusunu hakim hale getirerek ve bu yöne uyarak, camiyi yücelterek çözümleyen teklifim tercih edilerek seçildi”

 

Tam o günlerde meydanda Demokrat Parti iktidarına karşı iki öğrencinin hayatını kaybettiği öğrenci olayları yaşanmış, bir ay sonra da 27 Mayıs Darbesi olmuştu.

 

Ama darbeciler de adını Hürriyet Meydanı olarak değiştirdikleri, artık politik olarak da değerlenen meydanının ihya edilmesini istemekteydiler. Meydanın ortasına bir hürriyet heykeli dikilmesi için kazanan projenin hayata geçirilmesine destek verdiler.

 

Ama Cansever’in projesinin daha beşte birlik bölümü bitmişken müdahaleler başladı.

 

Mimari projeye saygı gibi anlayışların pek rağbet görmediği zamanlardı.  O günlerin İstanbul’un valisi ve belediye başkanı olan general Refik Tulga bir basın toplantısında şöyle demişti:

 

“Mühendis ve mimarlar maalesef çok tembel adamlar. Mimar ve şehircilerimiz belediye meclisine nazım planı adı altında hayali ve vatandaşın mülkiyet hakkını hiçe sayan bir plan getirdiler, reddettik. Vatandaşın canına okuyan böyle bir yeşil saha anlayışı görmedim. Ufacık yeri yeşil saha yaparak, vatandaşın mülkiyet hakkına tecavüz ediyorlar. Benim yeşil saha fikrimle onlarınki arasında fark var.”

 

Cansever’in henüz tamamlanmamış projesine de İmar Bakanlığı’ndan, Belediye’den herkes birşey diyor, böyle olmaz diye müdahale etmekteydi. Kimisi caminin yanına inşa edilecek küçük dükkanlara, bazıları üzeri peyzajla kapatılacak bir duvara, bazıları ise projede havuzun olmamasına kızıyordu. Bazıları da Turgut Cansever’in inatçı kişiliğine ve kimliğine…

 

Proje bu müdahaleler yüzünden 10 kez değişmek zorunda kalmıştı. Cansever de bu krizler sırasında bir kez izne ayrılıp, inşaatı bırakmıştı.

 

Ama 1964 yılında İmar Bakanlığı yöneticisi ve İstanbul Nazım İmar Bürosu Başkanı Mithat Yenen’in (Sevgi Soysal’ın babası) gazetelere yaptığı açıklama bardağı taşırmıştı.

 

Yenen, projede öngörülmeyen işler yapıldığı ve bazı duvarların yıkılacağını söyleyince projenin mimarı Turgut Cansever 1964 yılında istifa etti. Milliyet gazetesine uzun bir yazı yazarak kendisini ve projesini savundu: “Bu durumun yaratıcıları İmar ve İskan Bakanlığı ve İstanbul belediyesini her siyasi devrede ve senelerce ellerinde tutmuş, İstanbul’un bugünkü duruma düşmesine sebep malum birkaç kişidir.” 

 

Projenin sadece beşte biri tamamlanmıştı. Meydan da yıllarca o haliyle kaldı. Yıllar sonra Cansever meydanda yapamadıklarını şöyle sıraladı:

“Halkın bilinçle, binlerce mektup ile talep ettiği ve projemin esasını teşkil eden eski "Küllük'ün yerinde inşa edilecek kahve, lokanta vs. tesisler, Ordu Caddesi mekanını camii çevresinden ayıracak yapı grupları inşa ettirilmedi. Bu yapıların taşıyıcısı, temeli ve istinat duvarı niteliğindeki duvarlar, bu binaların inşası ile bu binaların altında ve arkasında gizlenecek iken, (yapıların 20 yıl boyunca engellenerek inşa ettirilmeyerek) duvarların projemizin nihai hali olduğu izlenimi yaratıldı. Bu engellemenin birinci aşamasında gerçek tahrif edilerek ve cami ile bu yapılar arasında meydana getirilecek yaşama alanlarının güzelliği gizlenerek bu kahve, lokanta, kitapçı vs. gibi bir iki katlı yapıların camiyi kapatacağı ileri sürüldü. Daha sonra da bu iddiaların geçersizliği, yanlışlığı ortaya çıkınca daha da gülünç bir iddia, Beyazıd Meydanı çevresinde inşa edilecek dükkan, kahve, lokantaların gelirlerinin çok düşük olacağı, bu sebeple inşa edilmeleri halinde Belediye'nin zarar edeceği görüşü (Bunların yanısıra) ileri sürüldü. (Ayrıca) Üniversite kapısı önündeki platforma dikilmesi planlanan ağaçların dikilmesi engellendi. Meydanın öngörülen zarif tuğla döşeme ve mozaik granit parke ile (bugün yer yer numuneleri mevcut bulunan şekilde) kaplanması yerine meydan kaba, granit kaya bioklan ile kaplandı. Projelerde öngörülen meyil düzeni bozuldu. Meydanı süsleyecek çeşme, havuz, çiçek tarhları inşa edilmedi. Meydanın önemli bir unsuru olan alt geçit tamamlanmadı ve yıllarca çöplük gibi kullanıldı.”

 

Meydana bir sonraki müdahale yine bir askeri darbe sonrası geldi. 1980 darbesinden sonra belediye başkanlığına oturan Tuğgeneral İsmail Hakkı Akansel “Meydanı eski haline getirmek” için adımlar attı.

 

Ama hangi eski haline?

 

Ve son müdahale.

 

Dillerinden Turgut Cansever’i düşürmeyen muhafazakar bir iktidarın belediyesi, 2014 yılında Cansever’in yarım kalmış projesinin en önemli unsurlarından üniversite kapısının girişindeki merdivenleri yıktı. Meydan bir beton çölüne döndürüldü. Meydanın ortasına bir polis mobese direği dikildi.

 

İtirazlar, müdahaleler sonunda bu “yeni proje”nin yapımı da durduruldu ama Cansever ailesinin belediyeye sunduğu 59 yıl önce kazanmış projenin son hali yine belediye bürokratlarını aşamadı.

 

Uzun yıllardır atıl bekleyen Beyazıt Meydanı’nı önceki gün ziyaret eden yeni başkan Ekrem İmamoğlu, Beyazıt Meydanı’nın 59 yıl önce Turgut Cansever’in kazanan projesine göre düzenleneceğini açıkladı.

 

25 yıllık muhafazakar bir belediye yönetiminde sık sık adından övgüyle bahsedilmesine rağmen tavsiyeleri dinlenmemiş, projeleri hasır altı edilmiş Turgut Cansever’in mirasına böylece CHP’li bir belediye başkanı sahip çıkmış oldu.

 

İnşallah yine araya birileri girmez, proje bozulmaz ve ülkenin yetiştirdiği en büyük mimarın hayali gerçek olur.

 

Hazır Cansever’in projeleri yeniden gündemde, 17 Ağustos depreminin 20’inci yılında, yıllar önce deprem bekleyen İstanbul ve Zeytinburnu için hazırladığı, vefatına kadar hararetle her yerde anlattığı, Kırklareli’ne doğru, hızlı metroyla şehre bağlanacak, bir ve iki katlı bahçeli evlerden oluşan, toplamda 750 bin kişilik şehir projesi de belki raflardan indirilir…

 

- Advertisment -