Ana SayfaYazarlarCasus filmine pek benzemiyor

Casus filmine pek benzemiyor

 

ABD ile Türkiye arasındaki Brunson krizini çözmek için diplomatik görüşmelere devam eden ve serinkanlı açıklamalarla tansiyonu düşürmeye çalışan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu iki gün önce Alanya’da bir parti toplantısında yaptığı konuşmada şöyle dedi:

“Biz o Brunson' un kim olduğunu bile bilmiyorduk. ABD Büyükelçiliğinden konsolosluk erişimi için yardım istedikleri güne kadar böyle bir kişinin tutuklandığını bile bilmiyorduk. Kendi tercümanı ve bazı kişiler suç duyurusunda bulunduğu için başlayan bir süreç. Bizim bu kişiden ne çıkarımız olacak?”

 

Yürüttüğü müzakereler nedeniyle olayla ilgili resmi bilgilere hakim olan Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarına karşı, on gündür televizyonlarına çıkan yorumcular, köşe yazarları, 23 yıldır Türkiye’de yaşayan Rahip Brunson’un FETÖ’cülerle darbe organizasyonuna, PKK’yla Türkiye’yi bölme faaliyetlerine katılmış bir CIA ajanı olduğuna emin görünüyor.

 

Bazıları iddianameden alıntılar yaparak bu iddialarını dillendiriyor, bir kısmı ise sadece analiz yaparak bu sonuca varıyorlar.

 

Bilgi yerine akıl yürütmesiyle analiz yapanlar, ABD’nin bir misyoner rahip için bu kadar ayağa kalkmayacağını söyleyip, buradan Brunson’un mutlaka çok kritik bir ajan olduğu sonucuna varıyorlar.

 

Hemen sonraki cümlelerde “Evanjeliklerin Trump yönetimi üzerindeki etkisi”, “ABD’de yaklaşan ara seçimlerle bu yaptırım tehdidi arasındaki ilişki” üzerine söylediklerinin bu “rahip ajan” hikayesine pek uymamasını ise pek problem etmiyorlar.

 

Halbuki sadece akıl yürütmeyle başka sorular da sorulabilir.

 

Örneğin bu kadar karanlık işlere girişmiş kritik bir ajan yakalandıysa, neden mahkeme, soruşturmayı derinleştirip, bu “rahip kılıklı ajan”ının işbirliği içinde olduğu diğer isimleri tespit etmeye çalışmıyor ve neden böylesine tehlikeli bir ismi ev hapsine çıkarıyor?

 

Yine eğer söylendiği gibi darbe, PKK ve FETÖ’yle ilişkili bir CIA ajanını yakalandıysa neden darbeyle ABD arasındaki bağa ilişkin bulunmuş bu müthiş bağlantı, bütün delilleriyle bütün dünyaya anlatılmıyor, ABD dünya önünde özür dilemek zorunda bırakılmıyor, haklı bir tepki olarak ABD’yle ilişkiler askıya alınmıyor da bu “karanlık ajanın” ABD’nin gitmesiyle sonuçlanabilecek diplomatik görüşmeler yürütülüyor?

 

Bu soruların cevabı Çavuşoğlu’nun açıklamasında gizli. Çünkü hükümetin Rahip Brunson hikayesi ile savcılığın ve medyanın “CIA ajanı Casus Rahip” hikayesi arasında fark var.

 

Aslında sadece iddianameyi okumak bile Brunson’un tutuklanma sürecinin bir “CIA ajanı yakalama” operasyonu olmadığını anlamak için yeterli.

 

Her şey, 1993’den beri oturma izinlerini uzatarak Türkiye’de yaşayan Brunsonların Ağustos 2016’da, yani darbeden sonra tekrar oturma izni almak İzmir İl Göç İdaresi’ne başvurmasıyla başlıyor.

 

Prosedür gereği, İzmir İl Göç İdaresi, Ankara’daki İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Yabancılar Daire Başkanlığı ve İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma Daire Başkanlığı’na yazı yazıyor.

 

İddianameye göre bu yazışmalar sırasında “şüphelinin isterse ikamet izni alabilme imkanı var iken pek çok kez geçici oturma talebi alarak, ısrarla bir ikametinin bulunmamasına dikkat ettiğinin tespit edildiği, bu tespitin şüphelinin niyetinin sorgulanmasına neden olduğu” değerlendiriliyor.

 

Yani soruşturmayı başlatan, 23 yıldır neden geçici oturma izni ile İzmir’de yaşadığıyla ilgili “şüphelinin niyetinin sorgulanması.”

 

Bu niyet sorgusu üzerine bir bilgi notu İzmir Göç İdaresi’ne gönderiliyor.

İddianamedeki bütün suçlamalar da bu istihbari bilgi notu etrafında dönüyor:

“Adı geçenlerin İzmir İli Alsancak semtinde bulunan Diriliş Kilisesinde faaliyetlerde bulundukları, burada ders ve vaazlar verdikleri, geçimlerini Orta-Atlantik Papaz Yönetimi Evi’nin her ay düzenli olarak gönderdiği maaş, konut ve yol yardımı aracılığıyla sağladıkları, Andrew Craig BRUNSON isimli yabancının, özellikle 2010-2013 tarihleri itibariyle Kürt orjinli vatandaşlara yönelik ayinler düzenlediği, İzmir’deki Protestan Kilisesi önderlerinin katılımıyla 09.10.2013 tarihinde gerçekleştirilen Önderler Toplantısında FETÖ/PDY ile diyalog kurulmasının faydalı olacağını belirttiği, 2015 tarihi itibariyle Suriye’ den ülkemize gelen sığınmacılara insani yardım sağlama görüntüsü altında misyonerlik faaliyeti yürüttüğü” belirtilmiştir.”

 

Ama bu bilgi notunda da casusluktan bahsedilmiyor.

 

Zaten, Brunsonlar, 7 Ekim 2016 günü evlerine gelen bir çağrıyla kendi istekleriyle İzmir Göç İdaresi’ne gidiyorlar.

 

Burada çifte Ankara’dan gelen G-82 (Milli Güvenliğimiz Aleyhine Faaliyet tahdit) kodu ile oturma belgesi verilmeme kararı bildiriliyor.

 

Sınır dışı edilmek üzere Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ne gönderiliyorlar. 12 gün boyunca burada tutulduktan sonra, 19 Ekim günü bütün faaliyetleri birlikte yaptığı eşi, Türkiye’den ayrılmamak  şartıyla serbest bırakılıyor.

 

Papaz Brunson ise 8 Kasım 2016 gününe kadar yani toplam bir ay daha burada tutulduktan sonra bir gece yarısı Terörle Mücadele’ye getiriliyor ve 9 Kasım 2016 günü hakim karşısına çıkarılarak FETÖ üyeliği suçlamasıyla tutuklanıyor.

 

Brunson’un iddianamede ve medyada aleyhine delil olarak kullanılan telefon mesajları, flash diskinden çıkan belgeler de Göç İdaresi’ne giderken yanında götürdüğü çantasında ve üst arama sırasında bulunuyor.

 

23 yıldır yakalanmayan bir CIA ajanı için büyük bir tedbirsizlik bu.

 

Bu tutuklama hikayesinin bir “ajan yakalama” hikayesi olmadığının en önemli delili ise resmi olarak Türkiye aleyhine çalışan casusları bulup, yakalamaktan sorumlu MİT Kont-Espiyonaj Dairesi’nin olayın hiçbir yerinde olmaması. Sadece tespit ve yakalama kısmında değil, iddianame ve kayıtlara bakılırsa Rahip Brunson’un MİT tarafından sorgulandığına ilişkin bir bilgi bile yok.

 

Ayrıca, istihbarat örgütleri arasında, özellikle de müttefik ülkelerin istihbarat örgütleri arasında yaşanan ajan yakalama operasyonlarının gizlilik içinde yürütüldüğü, olayların çok azının yargıya ve kamuoyuna taşındığı da başka bir not olarak düşülebilir.

 

Zaten Brunson da FETÖ üyeliğinden tutuklanmasından ancak 10 ay sonra Ağustos 2017’de darbecilik ve askeri casusluktan bir kere daha tutuklandı.

 

Bir buçuk yıl sonra çıkan iddianamesinde aleyhine yöneltilen suçlama da “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme.”

 

Ama iddianamede casusluk iddiası üçü savcının bu suçlama cümlesinde olmak üzere sadece sekiz kez geçiyor. Diğer beş cümlede ise Brunson’un hangi belgeleri temin edip, askeri casusluk yaptığı belirsiz.

 

İddianamede bunun tek delili, yine gizli tanığın Türkiye’deki Amerikan üslerinde çalışan Mormon askerlerin faaliyetleriyle ilgili savcılığa verdiği ifade ve teslim ettiği belgeler. Bu ifade ve belgeler 2012 yılından öncesine ait. İddianameye göre bu belgeler içinde Türkiye’deki demiryolları ve benzin istasyonlarıyla ilgili gizli bilgilerin yer aldığı iki rapor da var.

 

Fakat sorun şu ki; Türkiye’deki ABD üslerinde görevli olan Mormon askerlerin ve Mormon cemaatinin 2012’den önceki faaliyetleriyle ilgili bu gizli tanığın verdiği ifade ve belgelerle, Mormonları Hristiyan bile görmeyen Evanjelik kilisesinden Brunson arasında nasıl bir ilişki olduğu iddianamede boşlukta kalmış.

 

Bu boşluğu savcı HTS kayıtlarıyla doldurmuş. İddianameye göre telefonlarının aynı yerdeki baz istasyonunda sinyal vermesi iki kişi arasında bir ilişki anlamına geliyor.

 

Mesela şöyle deniyor:

“Şüpheli Andrew Craig BRUNSON’un kullandığı, inceleme işlemi bitirilen 0532 292 01 56 nolu GSM hattının HTS dökümlerinin kontrolünde, hakkında soruşturma yürütülen Kenneth C. ABNEY ile soruşturma kapsamında anlam yüklenecek şekilde, düzenli periyotlarla 3 kez aynı yerde bulunduğunun anlaşıldığı,”

 

Kenneth Abney, iddianameye göre Türkiye’de görev yapmış bir Mormon ABD’li asker. Esas olarak bu gizli raporların da ona ait olduğunu iddia ediyor gizli tanık. Neden esas olarak onunla ilgili bir soruşturma yapılmadığı akla gelen başka bir soru. Ama bu sorular lüks.

 

İddianameden anlaşılan hazırda elde bulunan bu gizli tanık ifadesi, zaten elde olan Brunson’a yapıştırılmaya çalışılmış.

 

Brunson’un ve Abney’in üç kez aynı yerde bulunmasından ne kastedildiğini yine iddianameden okuyalım:

“29/08/2010 (Pazar) tarihinde İzmir ili Alsancak semtinden 12:00 ve 18:45 saatleri arasında sinyal verdiği, aynı GSM hatlarıyla 29/08/2010 tarihinden bir sene sonrasına denk gelen 28/08/2011 (Pazar) günü İzmir ili Alsancak semtinden 09:50 ve 22:27 saatleri arasında sinyal verdiği, aynı GSM hatlarıyla 28/08/2011 tarihinden bir sene sonrasına denk gelen 02/09/2012 (Pazar) İzmir ili Alsancak semtinden 12:01 ve 20:31 saatleri arasında sinyal verdiği”

 

Yani aralarındaki irtibat bir kez 2010 ve iki kez de 2011’de üç kez Pazar günü saat 12.00’den sonra İzmir Alsancak’ta bulunmuş olmak.

 

İddianamede aynı tür HTS irtibatıyla Brunson bu kez de FETÖ’nün firari İzmir imamı Bekir Baz’a bağlanmış.

 

Haftalardır gazetelerde ve televizyonlarda dillendirilen “Brunson, FETÖ imamıyla 293 kez görüştü” bilgisinin kaynağı da yine benzer bir HTS raporu.

 

Savcının iddianamesine bile almaya gerek görmediği ama gazeteciler ve analistlerin “İşte FETÖ ile papazın ilişkisinin delili” diye kullandıkları bu 293 sayısı nereden peki?

 

“Brunson'un kullandığı 5 GSM hattı ile Baz'ın kullandığı 2 GSM hattının sinyal kayıtlarını karşılaştıran emniyet, 4 Nisan 2011 ila 19 Ağustos 2015 tarihleri arasında bu hatların Konak, Çankaya ve Alsancak'ta birbirlerine yakın bazlarda 293 kez sinyal verdiğini saptamış.”

 

Yani bu şu demek; ikisi de bu bölgelerde yaşayan iki kişinin telefonları, İzmir’in en kalabalık bölgesinde dört yıl boyunca 293 kez yakın bazlarda sinyal vermiş.

 

Muhtemelen bu hesapla bu bölgede yaşayan herkesi Bekir Baz ve Brunson’la irtibatlı göstermek mümkün.

 

Bunun dışında Brunson’u Bekir Baz’la ilişkili gösteren tek delil ise gizli tanığın Brunson’un bir toplantıda kilise açma izni konusunda daha sonra fotoğraflardan teşhis ettiği Bekir Baz’dan yardım istediği iddiası. Bu yardımın tarihi de belirsiz.

 

(İddianamenin daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/rahibi-katille-yargilamak-6586)

 

Televizyonlarda ve gazetelerde Brunson’u PKK’ya bağlayan iddiaların delileri de yine Kobani’den Türkiye’ye başlayan göçten sonra Suruç’ta olduğunu gösteren HTS kayıtları, Suruç’ta kırmızı sarı yeşil fularlı Agit adlı biriyle çektirdiği fotoğraf ve yine telefonundan çıkan Whatsapp görüşmeleri.

 

Bu iddiaları iddianameden okuyalım:

“23.07.2015 günü Andrew BRUNSON’un Suruç’ta bulunmakla birlikte, Kobani’deki şiddet olaylarının ve Diyarbakır ili Sur ilçesindeki hendek operasyonlarının olduğu zaman diliminde de, kendisinin İzmir ilinde görevli bulunmasına rağmen, bu bölgeden çok uzaklarda yer alan, kendi görevi ile hiçbir bağlantısı olmayan Sur ilçesinde bulunduğu, yine bölgede PKK terör örgütünün oluşturmaya çalıştığı kaotik ve şiddet ortamına rağmen bu bölgede bulunmakta ısrar etmesi karşısında iddianamenin genelinde irdelenen, şüphelinin bağlı olduğu illegal yapılanmanın hedef ve stratejisi kapsamında görev yaptığı anlaşılmıştır.”

 

“Andrew Brunson tarafından gönderilen fotoğrafta Andrew Craig BRUNSON ve eşinin bulunduğu, yanlarında Agid olarak bilinen şahsın boynunda sarı kırmızı yeşil renkte fuların olduğu ve çok sayıda çocuğun bulunduğu, arkadaki çadır kent olarak değerlendirilen mekanda görüntü tespit edilmiştir. Bu görüntünün misyonerlik görüntüsü altında illegal faaliyetler içerisinde olabileceği değerlendirilmiştir.”

 

“İşte Suruç’u ve Sur’u karıştıran rahip” cümleleri “olabileceği değerlendirilmiştir” diye biten bu cümlelerden çıkarılıyor.

 

HTS kayıtlarına göre Brunson 2014-2017 yılları arasında 1306 kez Urfa ilinin Suruç ilçesinde, 192 kez Urfa ilinin başka ilçelerinde, 2 kez Diyarbakır ilinde bulunmuş.

 

Peki ne yapmış burada? Bunun delilleri de Brunson’un üzerinde taşıdığı telefonundaki whatsapp mesajlarından ve sırt çantasındaki flash diskteki notlardan iddianame yer almış.

 

Bazılarını okuyalım:

“Agid birçok kişi ile iletişime geçtiği için küçük ölçekte dağıtım yaptık ve İncil’i paylaştık. Tüm amacımız Suriye’ye gitmekti. Kürtler arasında kilise yok. Suriye ulaşılabilir değil. Korkunç savaş onlara İncil ile ulaşmamızı sağlıyor.

 

Kobani’deki takım için dua edin. Muhtemel yetimler için çocuk bakım merkezi. Kilisenin bu kilisesiz yerde yeşermesi dileği ile. Türkiye için dua edin. İncil’in yayıldığı en büyük ülke olması için. Çin’deki rüzgarın Türkiye’ye de esmesi dileği ile”

 

Zor durumdaki mültecilere yardım götürerek, onları Hristiyanlaştırmaya çalışan fırsatçı bir misyonerden fazlası görünmüyor bu notlarda.

 

Ama son 10 yılda, Askeri Casusluk davaları, gazeteci davaları, Büyükada ve benzeri davalarda, Soğuk Savaş’ta yakalanmış casus sayısından daha çok casus yakalamış bir yargının bir kere daha ajan yakalamış olmasından pek kimse şüphe etmiyor.

 

Halbuki, hükümet “FETÖ ve PKK irtibatlı bir CIA ajanı”yla karşı karşıya olmadığının farkında olarak müzakere yürütüyor. ABD’nin yargıya müdahale edip, tutuklu bir kişiyi serbest bırakma talebine karşı, ABD’de haksız yere tutuklanmış Hakan Atilla’yı masaya getirmenin de bir mantığı var.

 

Ama bu kadar ağır iddiaları, “yargının tasarrufu” diyerek kenara çekilmekle bile yetinmeyip, sorgusuz sualsiz savunanların, iddianamelerdeki bilgileri dahi çarpıtanların bir mantığı olmadığı açık. İdeolojik bagajlar, “söz konusu vatansa” havası bütün bu iddiaların sorgulanmasını engelliyor. Bu müzakerelerden bir sonuç alınınca ne diyeceğini dahi düşünmeyen bir militanlık bu.

 

Halbuki ülkenizi sevmenin ve savunmanın en iyi yolu sadece doğruyu söylemek olabilir…

 

 

- Advertisment -