Ana SayfaYazarlarNe halkların ne demokratik bir kongre

Ne halkların ne demokratik bir kongre

 

Geçen hafta İçişleri Bakanlığı, kırmızı koduyla aranan teröristler listesine PYD’nin eski başkanı Salih Müslim’i de ekledi. En son dört yıl önce Türkiye’ye gelen ve görüşmeler yapan 1977 İTÜ Kimya Mühendisliği mezunu Müslim, listenin 25. Sırasında yer alıyor.

 

http://www.terorarananlar.pol.tr/detaylar/Sayfalar/kirmizi.aspx

 

Suriye’de siyasete Barzani çizgisindeki KDP-S’de başlayan Müslim, 2003 yılında PKK’nın kurdurduğu PYD’ye katılmış ve 2010’dan 2017 eylülüne kadar da bu partinin başkanlığını yürütmüştü.

 

Suriye savaşı boyunca, bu görevde kalan yurtdışında da tanınan bir isimken Eylül 2017’de parti genel başkanlığını bırak(tırıl)masının arkasında muhtemelen Suriye’de PKK’nın artık kendi kadrolarıyla ve doğrudan YPG kimliğiyle silahlı bir güç olarak bulunması ve muhatap alınması var. Artık aracı olarak ‘siyasetçi’lere ihtiyaçları yok.

 

Özellikle de Müslim gibi  doğrudan “kadro” (PKK literatüründe örgütün yetiştirdiği ve örgüte bağlı kişi) olmayan, bazen Suriyeli Kürt kimliği baskın gelip, PKK çizgisinden aykırı olarak Barzani’nin referandumuna destek açıklamaları yapabilen birine PKK gibi bir örgütün tahammül etmesi mümkün değildi.

 

Özellikle de 40 yıl dağlar dışında bir toprak parçası olmadıktan sonra ilk defa şehirlerde devrimci fantazilerini gerçekleştirme imkanı bulduğu Suriye’de.

 

Suriye’de PKK’nın bir numaralı ismi de aynı kırmızı aranan teröristler listesinde ve Salih Müslim’in hemen önünde 24. sırada yer alıyor:  Ferhad Abdi Şahin.

 

Ya da sık sık yan yana görüntülendiği ABD’li generallerin bildiği, PKK’nın ona verdiği kod adıyla Şahin Cilo.

 

İçişleri Bakanlığı’nın listesine göre doğrum yeri Afrin.

 

1979’da Suriye’ye kaçan/kaçırılan Öcalan’ın, Suriye’deki Kürtler arasında en örgütlü ve güçlü olduğu yer Afrin’di. Şahin Cilo, 1990 yılında 23 yaşında katıldığı PKK’da, Öcalan’ın Şam’daki karargahında çalışmıştı, birlikte yüzerken çekilmiş fotoğraflarından ona çok yakın bir isim olduğunu da anlamak mümkün.

 

Aslında, ABD’liler onun ilk muhatap olduğu Batılılar da değil. Çünkü 1997-2003 yılları arasında PKK’nın Avrupa sorumlusu olarak Brüksel’de de bulunmuştu.

 

Öcalan’ın Suriye’den Avrupa’ya gittiği dönemde de yanındaydı. 1999’da Kenya’da yakalanıp Türkiye'ye getirilen Öcalan, savcılık ifadesinde de birkaç yerde ondan bahsetmişti.

 

1 Eylül 1998’de MED TV’de Türkiye’den gazetecilerin de katıldığı bir canlı yayında ateşkes ilan eden Öcalan, ifadesinde bu ateşkes kararını “Genelkurmay’da çalışan bir Albay’ın Brüksel’deki temsilciliğe kadar gelip getirdiği öneriler” üzerine verdiğini söylemişti. Öcalan’ın ifadesine göre 1997-98 yıllarında, devletle yürütülen görüşmeler için Brüksel’e kadar gelen bir Albay da PKK’nın Avrupa sorumluları olan Kani Yılmaz ve Şahin Cilo ile görüşmüştü.

 

İfadesinin başka bir yerinde yine Cilo’dan bahseden Öcalan, 1999 seçimleri öncesinde, HADEP’in Türkiye’deki diğer partilerle ittifak görüşmelerinin de onun koordine ettiğini anlatıyor.

 

Yani bugün Türkiye’nin Afrin’de savaştığı YPG’lılerin bir numaralı ismi Amerikalılar için “Suriyeli Kürt savaşçı” olabilir ama Türkiye’nin hiç yabancısı değil.

 

Türkiye, 40 yıldır PKK ile mücadele ediyor ve devlet bu örgütü yakından tanıyor. Devletin en iyi bildiği şeylerden biri de 1991’den beri Meclis’e giren legal siyasi partileri PKK’nın kurdurduğu. Bunların sonuncusu olan HDP’nin kuruluş hikayesi neredeyse Öcalan’ın İmralı’daki o zaman izin verilen avukat görüşme notlarından okunabilir. Hatta adını bile kendisinin koyduğu biliniyor.

 

(O yüzden bazı HDP’li vekillerin PKK üyeliği suçlamasıyla tutuklanması hatta İdris Baluken örneğindeki gibi mahkumiyet alması tuhaf. Çünkü, 10 adet konuşması yüzünden PKK üyeliğinden 15 hapis cezası alan İdris Baluken’ın PKK’yla en yakın ilişkisi, devletin çözüm sürecinde onu defalarca İmralı ve Kandil’e görüşmeye göndermesiydi. Tabii bu görüşmeler iddianamesinde ona karşı delil olarak kullanılmadı. Yine ilginç bir şekilde Baluken, bu delillerle 15 yıl hapis cezası alırken, 2015’deki hendek terörünü başlatan özerklik açıklamalarını yapan Demokratik Bölgeler Partisi başkanı ise tutuksuz yargılanıyor.)

 

Devlet silah yerine siyasete alan açmak için bütün bunlara göz yumdu, hatta HDP projesini destekledi. Bugün de iki eski eş başkanının ve milletvekillerinin tutuklanmasına rağmen HDP’nin bir siyasi parti olarak varlığını devam ettirmesine ses çıkarmaması herhalde bu politikanın devamı.

 

HDP, geçen hafta Ankara’da kongresini topladı. Kalabalık bir kongreydi, bu kalabalıkla verilmek istenen mesaj de herhalde  “Yıkılmadık Ayaktayız”dı. Kongre’de sık sık Afrin operasyonu eleştirildi, bu yüzden davalar da açıldı.

 

Fakat kongre öncesinde yaşananlar kongreden daha ilginçti.

 

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren, bu çizginin bugüne kadar kurduğu siyasi partilerden hiçbirinde olmayan veya olmasına da izin verilmeyen şekilde adı partinin önüne geçmiş olan Selahattin Demirtaş’la devam edilip edilmeyeceği uzun süre muğlaklığını korudu.

 

HDP’li seçmenler bunu talep ederken, Demirtaş aday olmayacağını bir mektupla duyurdu.

 

İlginç bir şekilde bu karardan önce, cezaevinde HDP Van milletvekili Nadir Yıldırım’ın Demirtaş’la görüşmesine izin verildi. Bu görüşme yapıldığı sırada haber olmamıştı, daha sonra Yıldırım kendisiyle yapılan bir röportajda bir soru üzerine bunu söyleyince ortaya çıkmış oldu. Demirtaş’ın aday olmayacağını açıklamasından sonra ilk defa mahkemeye çıkmasına izin verilmesi de dikkat çekiciydi.

 

Demirtaş’ın aday olmama kararına karşı tabandaki homurtu sesleri ise cezaevinden gelen bir mektupla dindirilmeye çalışıldı. Daha önce devletin İmralı’da Öcalan’ın yanına yerleştirdiği, daha sonra çözüm süreci bitince oradan alıp Silivri’ye getirdiği PKK’nın cezaevi sorumlularından olan Nasrullah Kuran’ın örgüte yakın bir gazetede çıkan yazısında ad vermeden Demirtaş eleştirildi:

 

“…Fakat bu rol gereğinden fazla abartılarak, HDP’nin adeta barışı getirecek özne olduğu yanılsamasına düşüldü. Neticede bu yanılsama “silahların bırakılması” çağrılarına kadar uzandı. Oysa HDP, savaşan taraf değildi ve savaşan iradeyi temsil etmiyordu. Özne, zaman ve mekan algısı yalnış oluşturulunca -ki bu tam da iktidarın istediği bir şeydi- roller ve misyonlar da birbirine karıştırıldı. Halbuki ne mekan İrlanda’ydı ve ne de ilişki Sinn Fein -IRA ilişkisiydi. Hal böyle olunca Özgürlük Hareketi’ne komut veren bir HDP ve eşbaşkandan bir Gery Adams yaratmak, “olmayan yer”den “olmayan şey”i üretmek gibi akla ziyan bir durum açığa çıkardı.”

 

Yani aslında cezaevinde olmasını da gerekçe göstererek PKK, popülaritesinden rahatsız olduğu Demirtaş’ı bir şekilde tasfiye etmiş oldu.

 

Çünkü, PKK’ya göre Demirtaş hem çok güçlenmiş, hem de devletin çözüm perspektifine yakın bir pozisyon elde etmişti.

 

PKK, bütün enerjisini ve dikkatini Suriye’ye verdiği için de, Suriye uğruna çözüm sürecini yaktığı, bütün siyasi kazanımlarını gözden çıkardığı Türkiye’de, Suriye’deki Rojava projesini desteklemek dışında herhangi bir siyasi tavır, pozisyon istemediğini de böylece ortaya koymuş oldu. 

 

Bu arada Türkiye’deki demokratik standartları eleştiren pek çok isim de HDP’nin yeni eş başkanlarının atama yoluyla gelmesinde bir sorun görmedi. Başkanlık teklif edilmiş bazı isimlerin de bu ağır PKK vesayeti yüzünden görevi kabul etmediği söyleniyor.

 

Bir eş başkanın Türk solundan atanmasına dikkat edilmesi, kongre konuşmalarında Afrin dışında, yapılan Türkiyelilik vurgusu ise HDP’nin, bir Kürt partisi değil, bir Türkiye partisi olarak yaşatılacağını gösteriyor.

 

Ama, Türkiyeli olarak bu partiye eklemlenenlerin artık ne kadar Türkiyeli olduğu ve Türkiye’ye konuşabildiği epey tartışmalı.

 

Bir taraftan tutuklamalarla, bir taraftan PKK eliyle zayıflatılan HDP’nin bundan sonra ne olacağının cevabı ise meçhul. Halkların demokratik partisi olmadığı ise açık…

- Advertisment -