Ana SayfaYazarlarİslami kimliğin gündelik hayat yolculuğu

İslami kimliğin gündelik hayat yolculuğu

 

Edebiyat ve ilahiyat birbirine çok yakışan iki disiplin. Din ile hayat arasındaki bağları geniş bir anlayışla kavramanın, insanla dokunaklı ilişkiler kurmanın yolu insanın hikâyesine kemaliyle nüfuz etmekten geçiyor.

 

Necdet Subaşı ilahiyat lisansının ardından din sosyolojisine yönelmiş, akademik çalışmalarının yoğunluğu içinde edebiyatla ilgisini irtibatını hiç koparmamış biri olarak bu yıl hepimizi şaşırttı. Alevi Modernleşmesi, Dini Sosyaliteler, Türk Aydının Din Anlayışı, Gündelik Hayatta Dinsellik gibi birçok akademik kitabında insanların yaşam tarzlarının, gündelik hayattaki varoluşlarının ve dine yaklaşımlarının arka planını analiz etmeye çalışırken, hüküm vermekten çok anlamaya çalışma geniş bir perspektiften bakma gayreti dikkat çekiciydi.

 

Başkalarının deneyimlerine tercihlerinin oluşma sürecine ve insanların hakikatine eğilme çabasının nereden geldiğini bir yıl içinde (2015’te) yayınladığı beş edebi metne göz atınca daha iyi anlamak mümkün. Yaz Dediler Ânı, Tedavüldeki Kitaplar, Zamanın Behrinde Ramazan Hikâyeleri, Dışarıdaki Havalar adlı kitaplar, aynı yıl içinde farklı yayınevlerinden, Hece, Tezkire, Dergah ve Otto’dan çıktı ki, bu daha önce rastlanmış bir durum değil, en azından benim bildiğim başka bir örnek yok.

 

İlahiyatçıların metinlerinde alışık olduğumuz mesafeli duruş, doğru ve yanlışlara dair buyurgan üsluplu metinlerden sonra insan sıcaklığı taşıyan, hatalarla yüzleşilen, gündelik hayatın bütün kırılganlığının yansıdığı kitaplar. Tedavüldeki Kitaplar adlı çalışmada dahil olduğu edebi ve bilimsel kamu alanları, hayatına yön veren yazarlar, dergiler, karşılaşmalar, okumalar içtenlikle anlatılmış. Mevcut ilahiyatçı sosyolog özetle insan kimliğinin oluşumunda geçtiği evreleri, etkileşim ortamlarını anlatırken “eleştirel süreçlerde büyüme şansına sahip olsak hiç fena olmazdı” diyerek geçmişiyle helalleşiyor bir bakıma.   

 

“Herkes gibi ben de bir dünyanın içinden geliyorum. Herkes kadar beni de inşa eden yapılandıran hatta çoğunuza ters gelse de kurgulayan bir arka plan var. Ters diyorum çünkü iradesini her durumda özgürce kullanabildiğini düşünenler için kurgulanmak hiç de kabul edilebilir bir iddia değil. Ama neresinden bakarsak bakalım hepimizin belli bir kültüre, aidiyete mensup olduğu bir gerçek. İyi ya da kötü örgütlü ya da örgütsüz bir bilgi ortamından geçiyoruz. Bir müfredata tabiyiz, bu bize ister dayatılmış ister zerk edilmiş olsun.” (Tedavüldeki Kitaplar, s. 127)

 

Fakat ben yılın ilk kitabından, 1 Ocak-14 Nisan arası 2014’te yazılan, Ocak 2015’te Otto’dan çıkan metinden, Yaz Dediler Ânı’na değineceğim bu yazıda. Geldiği yerlerin, yaşadığı şehirlerin, en küçük köyüne kadar hiç birinin hikâyesine laf ettirmeyeceğini söyleyen yazar, İslami ve insani varoluşunun oluşumuna dair ipuçları veriyor. İçine doğulan kültürün, yaşanan mekânların, rabıtada olunan insanların etkisinin billurlaştığı kitap, adeta kişinin kendisiyle yaptığı bir sözlü tarih çalışması, hatırat ya da deneme olarak görülebilir.   

 

Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı, Ahıska Türklerinin çoğunlukta olduğu bir köyde dünyaya gelen yazar, ilkokulu bitirdiğinde memleketinden ayrılmak istemeyen annesinin muhalefetine rağmen babasının tayininin çıkmasıyla Konya’ya gelmiş. Babanın Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olarak aynı zamanda namaz kılan sıra dışı bir kimliğe bürünüşünün hikâyesi yok, fakat iyi bir kütüphane sahibi baba, Subaşı için erken yaşlarda her çocuğa nasip olmayan bir imkân.

 

Ezan vakitleri hariç radyonun hiç kapanmadığı, babaların sürekli ajans dinlediği zamanlarda yazarın,  Konya imam hatip günleri başlamıştır ve dini bütün cemaatlerin ve farklı siyasi eğilimden insanların gençleri kendi saflarına çekme çabalarına tanık olmak herkesi dinlemek yabana atılmayacak bir tecrübedir.  Okulda da ideal nesil yetiştirmek isteyen hocaların kendi aralarında bölündüğü ve herkesin öğrencileri yanına çekmeye çalıştığı bir süreç. Yazarın deyimiyle “her öğrenci kendi tutturduğu yolun biricikliği hususunda kolayca ikna edilmiş, bir sadakat dehlizinde tükenmeye çoktan aday olmuştur.”

 

Konya günlerinde babasının devam ettiği tarihi Kapı Camisinin cemaati ve muhterem hocasının doyumsuz sohbetleri, Cuma akşamları evlerde devam eden dersler, ilk gençlik çağlarının en değerli hazinesi.  O zamanlar cemaat diye cami müdavimlerinin oluşturduğu mahalli topluluklara denimesi bir vakıa. İlmihal bilgileri çevresinde imamla oluşturulan muhabbet halkaları. Toplantının kendi evlerinde olacağı akşamlar, misafirler beklenirken, duvarda asılı Ahıska halılarındaki cami desenlerinin minarelerine kurulmuş kuşların bile sessizce sohbet dinlemesine şahit olan safi bir çocuk.  

 

Subaşı orta öğrenimde ilim ve irfanına ömür boyu meftun olduğu kimi öğretmenlerle karşılaşır; onlar hem memleketin yerel ve milli tasavvuruna dahil olmayı hem de evrensel bilgi ve değer dünyalarına açılmayı öğütleyenlerdir. Akıl ve kalbin birbirini tamamlaması gerektiğini de onlardan öğrenir.    

 

Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanınca şehirdeki bütün tanıdıklar otobüs garajına onu uğurlamaya gelir. İlk sene herkesten okuduğu bir kitabı tanıtması istendiğinde Ian Dallas’ın Gariplerin Kitabı’nı anlatmaya başlar sınıfta, ki bu hepimizin kült kitaplarından o dönemde, fakat hocası dinlemez bile, Subaşı’na göre daha yeni Seksen İhtilali olduğundan aklı kimi nasıl fişleyeceğiyle meşguldür. Üniversitelerde zamanın ruhu buydu gerçekten de.

 

Bir türlü ısınamadığı için Buzkent adını taktığı Erzurum unutulmaz dostlukların da adresi. Kitap Sarayında kolayca bulunabilen envai çeşit kitap, Dadaş Sinemasına gelen klasik filmler, her taşra şehrinde bulunan türden, bir aşağı bir yukarı piyasa yapılan Cumhuriyet caddesi.  Sonra Kurşunlu Medresesindeki kitapların, eski zamanların bilgi evreninin içinde kaybolma keyfi.

 

Ruhi Özcan hocayı ilk lisansını Bağdat Üniversitesinde okumuş ve ilmî içtihatlarıyla takdir gören bir alim olarak duyarız daima. Subaşı da hocasını herkesten ayrı tutuyor kitabında. Gençlerin en ipe sapa gelmez soruları karşısında bile yöntem ahlak adabı muaşeret bilgi ve siyaseti mezceden açıklamalarını anlatıyor. İlim erbabı olmanın ötesinde ehl-i takva oluşu, insan ilişkilerindeki titizliği nasıl derin izler bırakmışsa,  genç yaşta vefat eden hocasının ölümünü “kaldık dağlar başında” üzgünlüğüyle ifade etmiş yazar.

 

Ailesiyle Samsundan Van’a gitmek üzere karayoluna çıkan Subaşı, konakladıkları Tokat’ın Niksar ilçesinde Alevi ve Sünnilerin ayrı lokantalarda yemek yediklerini duyunca şok olur ve bu hayretten alevi meselesine eğilen çalışmalar ve kitaplar çıkar.   

 

Yıllarını Doğuda geçirmiş bir genç olarak Balıkesir İvrindi’ye öğretmen olarak tayini çıkınca çevresinde bir Allahın kulunun bile buraları bilmemesi onu tedirgin eder önce. Batıyı sadece kitaplardan insanlar arasındaki tezvirattan bilmektedir çünkü.  Sonra gezip dolaştıkça bütün şehirler sokaklar aşina olur, keşfedilecek inceliklerle nice hikâyelerle doludur dünya.

 

Okumalar da öyle. Yazar hiçbir kompleks duymadan içtenlikle birçok kitabı da okumadığını, mesela Marksist literatüre geç başladığını, İbn Arabi okumalarını yoğunluk yüzünden sürekli ertelediğini söylüyor. Aslında akademi ya da okumuş yazmış sol çevrelerde de itiraf edilmeyen bir tek yanlılık var bilgilenme kaynaklarında. Mesela inansak da inanmasak da içinde hep birlikte yüzdüğümüz bir kültür denizi ve milyonlarca insanın yaşamını derinden etkileyen inanç olan İslamın en temel bilgisinden bile mahrum geniş bir aydın kitlesi var. Bu yüzden Güney Amerika’daki gibi halkın inançlarına dinine saygılı bir sol düşünce, siyasal alternatifler oluşturmak bizim buralarda mümkün olmadı.

 

Subaşı, Anadolu’da görev aldığı yerlerde ahlak fazilet ve bilgelikleriyle öne çıkan kişileri anlatıyor, bakkal, eczacı, mühendis, öğretmen, filozof, kahveci, dağcı nice güzel insan. Ülkenin temel insani dinamiklerini birlikte yaşama enerjisini ayakta tutan kopuklukları gideren, parçaları birleştiren kıymetli insanlar. Dostluklar fedakarlıklar sohbetlerle yoğrulan, sıkıcı kasabaları mucizevi birer mekana dönüştüren arkadaşlıklar. Akademide yaşadığı hayal kırıklıklarını, kısır döngüleri aşmasında böylesi yakınlıklar yardımcı olmuş.  

 

Kitapta misafirlikten, taziyeye, ailece çıkılan yolculuklardan, birlikte sabahlanan akademik sohbetlere,  Cuma namazlarından karlı sokaklara hayat akıp gidiyor. Kronolojik bir yazma olmadığından can havli yazılmış kitapta olayları tarih sırasına göre dizip dizmemek okura kalmış.

- Advertisment -