Ana SayfaYazarlarYürüyen Rorschach Testi: Polisler

Yürüyen Rorschach Testi: Polisler

Militer polislik, farklılıkların ortak bir zeminde biraradalığıyla bireylerin demokratik bir halk oluşunu engeller. Herkesin ancak birbirine benzemesi halinde yaşama şansı bulduğu ve hukuk karşısında korunaklı olduğu mesajı yayar. Bu tür idarelerde danışma, değerlendirme ve problemlere yaratıcı çözümler getirme yoktur.

ABD’de polis çalışmalarının kurucularından sayılan Arthur Niederhoffer, 1969’da yazdığı, klasik eseri Behind the Shield’de polisler için “yürüyen Rorschach testi” der. Bunu derken kastettiği şey, sokaktaki polislere bakarak bir ülkenin demokrasisine, devlet iktidarının hayatı kontrol etme ve biçimlendirme pratiklerine dair pek çok şey öğrenebileceğimizdir. Tıpkı insanlara yapılan Rorschach testinin kişilik özelliklerini ve duygusal işleyişi ortaya çıkarması gibi, birer mürekkep lekesi gibi koyu üniformalarıyla sokaklarda dolaşan polislerin de iktidarın duygu durumunu ele verdiğini söyler. Benzer biçimde, İtalyan siyaset bilimci Donatella Della Porta da özellikle toplumsal olaylar, gösteri ve eylemler ile polislerin bu tür durumlarda sergiledikleri tavır ve tutumların siyasal işleyişin ′′barometresi′′ gibi olduğunu, buna bakarak o ülkenin demokratik niteliği hakkında çok önemli verilere sahip olabileceğimizi belirtir. 

Bununla birlikte, literatür bize şunu da söyler ki kötü bir demokrasiniz varsa iyi bir polise sahip olma şansınız neredeyse yoktur. Ancak, bunun tersi mümkündür; yani, iyi bir demokrasiye ve özgürlükçü bir siyasal rejime sahip olsanız da polisiniz kötü olabilir. O nedenle, genel bir kabul olarak kötü bir siyasal işleyişi yasa uygulayıcılar ve devletin zor aygıtları eliyle daha iyi kılamazsınız. Ancak, bir kez daha bunun tersi her zaman geçerlidir. Yani, kötü bir polis, iyi işleyen bir demokratik düzeni kötüleştirme ve işleri bozma ya da yoldan çıkarma gücüne sahiptir. Polis, demokratik süreçleri daha iyi kılamasa da paralize edebilir. Kötü polislik her zaman için provoke edici, manipülatif ve meşruiyetini yitirmiş bir zor gücünü hukuk kılıfına sokma halinde gözükür ve buna karşı toplumlar son derece korunaksızdırlar. Korunaksızlık ise polis devletinin alameti farikasıdır. Polis burada bir koruyucu değil korunaksızlık sağlayıcı bir kurumdur. Herkes her an tedirgin ve korumasız hissettiğinde iktidarlar için bağlı olunan bir hukukun anlamı kalmaz.

Polislikle siyasal iktidar arasındaki ilişkinin incelikli bir analizi aynı zamanda toplumda gizlenen eşitsizliklere, bastırılan öfkelere, gündelik hayatın her alanında alttan alta yaşanan çatışmalara ve düzeni oluşturan hakim paradigmanın ne olduğuna dair pek çok şey söyler. Toplumun çelişki ve çatışmaları polislerin jest ve mimiklerinden akseden birer sembol olarak uyulması gereken yazılı olmayan kuralları belirler. Yine ünlü bir sözle, “yasalar ne derse desin polisliğin kendi yasaları vardır” ve bunu belirleyen şey tam olarak toplumun üstesinden gelemediği ve çoğu kez yüzleşmek istemediği çelişkili yanlarıdır. George Floyd’un ölümü gibi vicdani ayaklanmalara neden olan büyük hadiseler sokaktaki şiddet olaylarından önce normal zamanlarda gizlenen bütün bu çelişkili çatışmaların bastırılamayarak olduğu gibi etrafa saçılmasına neden olur.  

Polislik işinin asıl zorluğu, zannedildiği kadar tehlikeli bir iş olmasında değil içinde sayısız çelişki ve tutarsızlık barındırmasındadır. Toplumdan ödünç alınan bir gücün kullanıldıkça saygınlığın azalmasına karşın yapay bir saygı ilişkisinin hiçbir şey yokmuş gibi sürdürülmesinin yarattığı değersizlik hissinin kahramanlıklar halinde dışavurulan kompleks yapısında yatar. Bu ağır yükten kurtulmanın en kestirme çaresi ise askeri tipte bir polisliğin egemen kılınmasıdır. Diğer bir deyişle, demokratik düzenlerde polislik, pek çok çelişkiye rağmen yapılan ve bunun yarattığı gerginliklerin sokağa yansıtılmaması işi olduğundan, kötü bir iktidarınız varsa yapılması imkânsız derecesinde zor bir iş haline gelir. Buna karşılık, askeri tipte -militer- bir polislik iktidarlara -ve de halka!- rağmen yapılan bir iş olarak polisler arasında her zaman sevilen ve istenilen bir çekiciliğe sahiptir; polisler açısından hem daha korunaklı hem de daha saygınlık uyandırıcıdır.      

ABD’de 46 yaşındaki George Floyd’un göz altına alınırken beyaz bir polis tarafından hiçbir açıklama ya da kılıfına uydurmaya izin vermeyecek bir çıplaklıkla öldürülmesi ve sonrasında yaşananları, uzunca bir süredir militerleşen ABD polisliği ile daha önce yaşanmamış ölçekte popülistleşen siyasal işleyiş açısından anlamaya çalışmak gerekir. Bu öyle bir olay ki popülizmin örttüğü ne varsa örtülemez kıldığı için belki de ABD’de sıklıkla rastlanan polis kaynaklı siyah ölümlerinin peşinden yaşanan protesto ve gösterilere bu kez hiç olmadığı kadar beyaz Amerikalı da katılıyor. Olaya verilen tepkiler, bu defa ABD’nin sınırlarını aşmış durumda. Popülist iktidarın olayları yönetme biçimi ise Amerikan demokrasisinin son yıllardaki nitelik kaybını örtülemez bir biçimde ele veriyor ve görülmemiş bir militer bastırma harekatının demokratik bir toplumda işe yarayıp yaramayacağına dair önemli dersler içeriyor.

ABD’de bilindiği gibi bizde olduğu gibi tek bir merkezi polis sistemi yoktur. Her eyaletin ve hatta şehrin kendi polisi ve daha önemlisi polislik yapma biçimi vardır. Kimisi tavizsiz, kimisi halka daha yakın, kimisi ise yolsuzluklara kapalılığıyla biliniyor. Fakat son yıllarda pek çok araştırmacının dikkat çektiği ortak bir husus ve sorun olarak, ABD’de polis militerleşiyor. Fazlaca bireyci bir toplumun desteğini almakta öteden beri zorlanan ABD polis birimleri kaçınılmaz bir şekilde militerleşmenin güvenli limanına doğru kayıyor. İronik olan, Amerikan demokrasisinin itici gücünü oluşturan özerk bireyin, polis kurumlarının demokratikleşmesinden çok militerleşmesi karşısında ancak sokaklara çıkarak çözüm arayabilir oluşu. Şimdilerde ise bunu popülizmle birlikte düşünmek ve ikisi arasındaki ilişkiyi iyi anlamak gerekiyor.

Önce militer polisliğe bakmak gerekirse, militer polislik, sivil-demokratik polisliğin tam zıttına işler. Sivil-demokratik polislik, her türden şiddeti ve gücü, şiddetsizliğe –ve de sivilliğe- dönüştürme aracı gibi işlerken militer polislik, gücü şiddete dönüştürür; zor gücü hukuktan önce gelir. Bu tür polisliğin adaletle zorunlu bir bağlantısı yoktur, toplumda dost ve düşman olmak üzere iki temel kategori söz konusudur. Oysa, sivil polislikte düşman yoktur; insanlar, suç işleyebilir, şiddete başvurabilir fakat ne olursa olsun yok edilmesi gereken birer düşman değillerdir. Hatta şöyle de denir ki demokrasilerde polis, sabah göz altına aldığı biriyle akşam bir kafede karşılaşma ihtimalini bilerek çalışan kimsedir ve ancak adalet için bunu yaptığında yaşanan karşılaşma polis açısından tekinsiz bir güvensizlik nedeni olmayabilir.  

Militer anlayışa dayalı polis teşkilatları açısından esas olan güç maksimizasyonudur. Düzene takıntı derecesinde güçlü bir bağlılık vardır. Düzeni, içindeki siyasi çatışmalardan ve toplumsal politik sürtüşmelerden arındırma, bütün bunlardan bağımsız ele alıp apolitik bir norm alanı haline getirme eğilimi baskındır. Esas olan, hukukun hakimiyetinden ve hakların yaşanmasından çok düzenin bozulmadan sürmesidir. Militer polisliğin, kendi özel hukuku ve meşrulaştırması vardır. Birey, kolektiviteye uymak ve hatta “boyun eğmek” zorundadır. Farklı ve azınlıkta kalan görüşler ya da kişiler kolaylıkla cezalandırma konusu yapılabilir. Yapılan iş, korkuya dayalıdır. Toplumun rızası şartı yoktur. Burada, iç güvenlikle ilgili konular her zaman için aynı zamanda bir ulusal güvenlik konusudur. Yasaların uygulanması, apolitiktir ve kim olsa aynı şekilde yapılabilecek bir iş gibi görülür. Bu anlayış açısından, yönetilmesi en zor hadiseler, toplumsal eylemlerdir. Çünkü toplumsal eylemler, düzeni sarsan siyasal hadiselerdir ve militer polisliğin kendi kurallarıyla baş etmede en çok zorlandığı durumlar içermektedir. Eylemlere katılan insanlar düşman ya da başka bir toplumun üyesi olmadıkları gibi görünür, somut sebep ne olursa olsun sokağa dökülmelerinin ardında kabul edilemez bir haksızlık ve adaletsizlik duygusu yatmaktadır ve adaletsizlik inancı ne denli güçlüyse iktidarlar zor gücüne o ölçüde ihtiyaç duymaktadır. Topluma bakış hep hiyerarşiktir; birileri birilerine göre her zaman daha makbul ve daha üsttedir. Sistem burada eşitsizlik üzerine kuruludur. Yukarıdan aşağıyadır ve hegemoniktir. Hukukun egemenliğiyle devletin egemenliği arasında sürekli bir çatışma vardır. Sorunların kısa vadeli çözümleri ya da çözülmüş gibi görünmesi uzun vadeli ve kalıcı çözümlerden daha önemlidir. Çalışanlar, işini iyi bilen ve derinleşen uzmanlar değil merkezden gelen emirleri sorgusuzca uygulaması beklenen birer “emir-eri” veya birer neferdir.

Militer polislik, farklılıkların ortak bir zeminde biraradalığıyla bireylerin demokratik bir halk oluşunu engeller. Herkesin ancak birbirine benzemesi halinde yaşama şansı bulduğu ve hukuk karşısında korunaklı olduğu mesajı yayar. Bu tür idarelerde danışma, değerlendirme ve problemlere yaratıcı çözümler getirme yoktur. Her türlü iş ve işlem için kuvvet ve zor gücü kullanımı had safhadadır. İşini iyi yapmaktan çok cezaya maruz kalmayacak kadar yapmak esastır. Sistemin dışındaki “cezasızlık kültürü” kurum içi bir “cezalandırma kültürü”ne yerini bırakır. Şiddet ve kuvvet, en son başvurulacak olanın tam tersine ilk akla gelen ve ilk başvurulan, sorunla baş etme aracıdır. Anti-entelektüalisttir; düşünceyle ve düşünen insanlarla kaçınılmaz bir hasmanelik içindedir. Temel amacı, güven değil güvenliktir. Toplumla kurulan ilişki de aynı şekilde güven temelli, güçlü ve hakiki bir bağa değil güvenlik temelli yüzeysel ve geçici bir bağlantıya dayanır.

Popülist siyaset, militer polislik zihniyetiyle çok güçlü bir benzerliğe ve siyasal işleyiş biçimine sahiptir. Popülizm, toplumu karşıtlıklar üzerinden iyiler ve kötüler, “asıl olanlar ve olmayanlar” şeklinde ikiye ayırma, kısa vadeli gündelik çözümlerle uzun vadeli daha büyük sorunlara yol açma, içeride ve dışarıda güven yerine güvenlik-temelli politikalara başvurma, anti-entelektüalizm, apolitik bir siyasal düzen oluşturma çabası ve demokrasiyi seçime indirgeyen bir çoğunlukçu hegemonya halinde kendini dışa vurur. İçinde barındırdığı uzun yıllara dayalı ve oldukça haklı kökenleri olan öfke ve hınç duygusu haklılığından aldığı bir sorgulanamazlıkla kaçınılmaz bir militerleşme doğurucu etkide bulunur.   

Popülizm, statüko, elitler ve entelektüeller karşısında ihtiyaç duyduğu gücü bulamadığı ölçüde önce aşırılaşır, sonrasındaysa militerleşir ve kuvvete başvurdukça elindeki çoğunluk gücünü anti-demokratikleştirir. Seçim başarısı ölçüsünde olamadığı ya da hissedemediği otoritenin çaresini otoriterleşmede bulur. Popülist politika tıpkı ordularda olduğu gibi sürekli olarak toplumun tamamı adına konuşur ve toplumun tamamının desteğinin ulusal bir bilinçle her daim arkasında olduğu hissine kapılır. Kendisini ideolojiler-üstü görmeye yatkındır. Başlangıçta devletle ve statik düzenle çatışmalı gibi gözükse de iktidarı ele geçirdikten ve belirli bir tahkimattan sonra kolaylıkla devletleşir. Kişiler, kurallardan; yönetenler hukuktan önce gelir. Tıpkı askerlikte olduğu gibi itaat ve uyma kurallara değil komutanlaradır.   

George Floyd hadisesini anlamaya çalışırken bilinmesinde fayda var ki popülizmle militerleşme arasında başlarda örtük bir şekilde alttan alta var olan ama gittikçe belirginleşerek iç içe geçen ve en nihayet birbirinden ayrıştırılamaz hale gelen bir ilişki vardır. Siyasal rejimin işleyişiyle sokaktaki polisliğin işleyişi arasındaki örtük ilişki en iyi bu tür hadiselerde gizlenemez olur. Ve tam da bu yüzden, ABD Genelkurmay Başkanının, Washington’da görevlendirilen Ulusal Muhafız birliklerini (yani, askeri polisi) ve diğer polis hatlarını denetlemesi ya da bazı kentlerde ABD Konfederasyon askerlerinin heykellerinin indirilmesi gibi haberler önemsiz ayrıntılar olmayabilir.

- Advertisment -