Ademe (yokluğa, unutulmaya) mahkûm etme taktiği nasıl zor konular karşısında mecburi bir sığınak olarak işlevselse, neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, hiçbir AK Partiliyi “vermeme” taktiği de yine zorunluluktan kaynaklanan ve fakat işe yarar, işlevsel bir taktik. Ama ikisinin de elde başka araç kalmadığı için zorunlu olarak tedavülde olduğu düşünüldüğünde, aynı zamanda birer çaresizlik göstergesi.
20 Temmuz yaklaştıkça Türkiye ve Avrupa Birliği’nden gelen mesajlar ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye tarafı bu 20 Temmuz’daki kutlamaların öncekilerle kıyaslanmayacak kadar görkemli olacağını, Erdoğan’ın o gün Kıbrıs’ta yapacağı konuşmanın önemli olduğunu duyururken, AB bunu “iki devletli Kıbrıs” ilanının peşrevleri olarak algılıyor ve ‘asla kabul etmeyiz’ diyor.
1990’ların ortasından beri Kırgızistan’da yaşayan, 2001’den itibaren bu ülkedeki Gülencilerin kurduğu okulların başında bulunan Orhan İnandı’nın MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, öncekilere benzemeyen sorunlu bir durum yarattı. Çünkü İnandı, 2012’den beri Kırgız vatandaşı. O kadar da değil: Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçiliğinden bir yetkili BBC’ye İnandı’nın Türk vatandaşlığından çıktığını söylemişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün (2 Temmuz) Sakarya’da katıldığı açılış töreninde bu hafta içinde ikinci kez aynı yanlış bilgiyi tekrarladı, “Avrupa’da ve en gelişmiş ülkelerde aşı ücretli” dedi. Erdoğan’ın sözleri bugünkü Sabah, Yeni Şafak, Akşam, Takvim, Türkiye gazetelerinde yer almadı; Hürriyet ve Milliyet ise iç sayfalarında sakladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aşının Avrupa’da paralı olduğunu söyledikten birkaç gün sonra bu ‘bilgi’yi tekrar dile getirmesini nasıl açıklamalı? Akla gelen iki ihtimal var. Aslında bir ihtimal daha var ama…