Ülkenin cumhurbaşkanının deprem bölgesindeki eksiklikleri eleştirenleri “ahlaksız, namussuz, adi” diye suçlamasından iki gün sonra deprem bölgesinde bir vatandaş, bir gazeteciye “hükümeti eleştirmeyeceksiniz” diyerek çekiçle saldırdı. Polis, şikâyetçi olmak isteyen gazetecinin ifadesini bile almayı reddetti, ‘vurmadı ki” dedi. Bu olaylar birbirinden bağımsız mı? Değilse, gazeteciler kamuoyuna bunu nasıl aktarmalı?
Guardian’dan Ruth Michaelson ve Deniz Barış Narlı Antakya’da yüzlerce kişiye mezar olan lüks Rönasans Rezidans’ı yazdı: “Eski sakinlerinden birinin ziyaretçi defterine yazdığına göre Rönesans'ın ‘cennetten bir köşe’ olması gerekiyordu. Binanın çöktüğü sırada içeride bin kişinin olduğu tahmin ediliyor. Bir hafta sonra kıyamet gibi boş bir sokakta mavi bereli askerler devriye atarken, aileler de yakınlarının parçalanmış bedenlerini teşhis edebilmek umuduyla sevdiklerinin fotoğraflarını acil durum çalışanlarına göstermek için enkaz başında nöbet tutuyordu.”
Hatay'a giden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Habertürk canlı yayınına katıldı:
"'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' gibi söylemlere inanırız. Halbuki öyle değil", "Böyle acı bir günde başta komşular olmak üzere en uzak bölgelerden, fakir-zengin ayrımı yapmadan herkesin koştuğunu görmek gerekir".
Antakya'da yüzlerce kişiye mezar olan Rönesans Rezidans'ın müteahhiti Yaşar Coşkun projeyi böyle tanıtmış:
"Daha güvenli, hızlı ve kaliteli binalar inşa etmenin gururunu yaşıyoruz"
Sığınmacılar Platformu 22 Şubat Çarşamba günü “Enkazın altında da üstünde de beraberiz; yaralarımızı da birlikte saralım” çağrısıyla bir basın açıklaması yaptı, ardından koordinasyon toplantısı düzenledi. Toplantıda avukat Gülden Sönmez hem depremzede hem Suriyeli olmanın dramını anlattı: “Suriyelilerin neredeyse yüzde sekseninde, sanki Suriyeli oldukları söylenirse arama kurtarma çalışmasının duracağı, insanların bırakılıp başka enkazlara gidileceği şeklinde bir kanaat oluşmuştu. O ırkçı nefret söyleminin bizi getirdiği nokta bu.”