“Gerçek tarih orada ve biz onu boğuyoruz. Türk usulü bu. Bir şeyi mahvederiz ve sonra içinde yaşamaya çalışırız…” Neden tarihî anıtlarımız için koruyucu bir yaklaşım yerine sürekli müdahaleci bir yaklaşımı tercih ediyoruz? İstanbul’un ve daha genel olarak Türkiye’nin, İslâm-Osmanlı tarihi dışında bir geçmişi olmasın mı?
Olive Kitteridge'in yaşamak dediğimiz dertle nasıl baş edemediğini görmek bize iyi geliyor. Yalnız olmadığımızı görmek gibi. Küçük sıradan hayatlarımızda en sevdiğimiz insanlara bile küçük kötülükler yaptığımızla yüzleşiyoruz galiba. Ve bu yüzleşme ekranda başka bir insan üzerinden olduğu için bizi rahatsız etmiyor.
Kadınlarla ve onların hikayeleriyle büyümüş çocuklar başka olur. Kadınların dünyasında yetişmiş çocukların içine kadınların sıradan hikayelerinin bile ne kadar mücadele dolu olduğu kazınmıştır. Hayatın ne kadar umutlu olabileceği de yanına eklenir, kadınlar umutsuz olamazlar çoğunlukla, bu da büyük bir güçtür tabii ki.
Biliyoruz ki siyasetle ilgilenmesek de o mutlaka bizimle ilgilenecektir. Burada “güzel” olan şey (en azından kendi açımdan!), Comte-Sponville’in siyasete karşı apolitik, yukarıdan bir tavırla bakan insanların sadece “ilgilenilmekle” kalmayıp cezalandırılacakları vurgusudur. Bu böyledir çünkü siyaset, doğası gereği her zaman ihtilaflı ve çatışmacıdır, mesafeli bir tutum takındığınızda yaşanan çatışmanın her zaman kaybeden tarafındasınızdır.
Ali Babacan adının öne çıkması, 10 yıl önce ulusalcıların en gözde komplo teorilerinin AK Partili troller tarafından sahiplenilmesi sonucunu doğurdu. “Ali Babacan’ın halası Yahudi mi” başlığıyla sunulan komplo teorisinde, verilen isimler dışındaki bütün bilgiler yanlış ama, bu kimseyi durdurmamış.