Orijinal Girit ezmesi tarifi

Ne yapacaktım, nasıl kurtulacaktım, kurtulacak mıydım?.. Parlak bir plan değildi ama aklıma bir tek doktorun verdiği uyku ilaçları geldi. Mutfak dolaplarından birindeydi. Ezmenin içine katarım dedim. Telefonum onun elindeydi, kafasına bir şey geçiremezdim, neredeyse benim iki katım, bağırsam çağırsam sesimi duyan olmaz, elini kolunu sallayıp evden çıkamazsın… Anlayacağın akla yatkın, hatta tek çıkar yolum buydu.

Banyonun kapısını açtım, kendimi iki saniye daha sıkamamıştım. Gerçi iyi olmuştu, bu yaşta altıma kaçırdığım için hissettiğim utanç, beni Uysal toksininin yarattığı, her yerimi kuşatan korkudan biraz uzaklaştırmıştı.

Dolaptan temiz bir don aldım… Banyoda yalnızca yedek iç çamaşırım olurdu, üzerime giyecek bir şeyim yoktu. O şekilde yatak odasına gidebilir miyim? Kirli sepetinden bir eşofman altı alıp giydim. Yüzümü, kulaklarımı, boynumu yıkadım. Saçlarımı ıslatıp ensemden topladım. İnan o an küvetin içine girip, yıkanmak için bir servet ödeyebilirdim. 

Banyonun penceresi, havalandırma boşluğuna açılıyor. Anlamsız tabi ama, filmlerdeki kaçış sahnelerinden aklımda kalmış olacak, küvetin kenarına basıp küçük pencereyi açtım. Güya Meryem her hafta evi temizliyordu, pencerenin pervazında katman katman tozdan öbekler oluşmuştu. Ağzım burnum pisliğe belendi. Biliyorsun alerjim var, öksür öksür öldüm.

Ağzımı, burnumu suyla çalkaladım. O an içinde bulunduğum durum, kapana kıstırılmış halim, havalandırma boşluğuna bakan, avucum kadar küçük delikten medet ummam… Klozetin kapağını kapattım üzerine oturdum. Sesim duyulmasın diye suyu açıp, hüngür hüngür ağladım.

En son sen öldüğünde bu kadar ağlamıştım. Rahatladım, hatta umursamaz bir hal geldi üstüme. Banyomu ilk kez görüyormuşum gibi incelemeye başladım. İskandinav mekanlarını andıran, banyoya yumuşacık, ferah, rahat bir hava katan ahşap banyo dolaplarımı, bal peteği şeklindeki parke taşlarımı niye değiştirmeyi düşünmüştüm ki. Fayansların ışıltısı, ahşabın sıcak rengi, sabun kokusu, renk renk havlularım, yere serili mor çiçekli banyo takımım… Öyle huzur vericiydi ki; bu olaydan kurtulursam küvetin yanındaki boşluğa tekli koltuk atıp, banyoda kitap bile okurum diye düşündüm.

Ne yapacaktım, nasıl kurtulacaktım, kurtulacak mıydım?.. Parlak bir plan değildi ama aklıma bir tek doktorun verdiği uyku ilaçları geldi. Mutfak dolaplarından birindeydi. Ezmenin içine katarım dedim. Telefonum onun elindeydi, kafasına bir şey geçiremezdim, neredeyse benim iki katım, bağırsam çağırsam sesimi duyan olmaz, elini kolunu sallayıp evden çıkamazsın… Anlayacağın akla yatkın, hatta tek çıkar yolum buydu.

Sakinliğimi korumam, ona belli etmeden ilaçları ezmem, ilaçlı ezmeyi ona yedirmem gerekiyordu. En çok, mutfakla salon bir olduğu için, yakalanırım diye korkuyordum. Zaten bu Amerikan tarzı düzeni hiç sevemedim.

Banyodan çıktım, “Uysal, yemekten önce bir şey içer misin?” dedim

“Çiçeğim bir çay daha koy” dedi.

Çayı götürdüm.

-Afiyet, bal olsun, ben yemeği hazırlarken sen televizyon aç izle. Cep telefonumu ver, ben de yemek yaparken müzik açayım.

-Telefona oyun yükledim. Maç izleyip bir yandan da oyun oynayacağım. Göt kadar yer, televizyon açıkken nasıl müzik dinleyeceksin?

-Peki.

Cin gibiydi, hiçbir şeyi riske atmıyordu. Benimki aptallıktı, soğukkanlı şekilde, kasıtlı, planlı üç kadını öldürmüş birinden açık vermesini umuyordum. Tuttuğu takımın maçı varmış, televizyonu açtı, maç başlamıştı. Telefonu cebine koydu…

Girit ezmesini dolaptan çıkarttım. Çekmeceden uyku ilaçlarını…

Vallahi tam hatırlamıyorum, hatırı sayılır sayıda ilacı havana koydum, bir güzel ezdim.

Ses çıkarmamaya çok özen gösterdim. Ama neredeyse yok denecek kadar az, dövülme sesini duyunca yanıma geldi. Elini omzuma attı, “Ne yapıyorsun, bu ne gürültü çiçeğim” dedi. Ne olur ne olmaz diye, önceden hazırda tuttuğum tabakla havanın üstünü hemen kapattım.

Pislik arkama geçip belimden kavradı, tiksindim!

“Aşk olsun Uysal, işimi yapmama mani oluyorsun. Ezme için sarımsak eziyorum, biraz daha oyalarsan, havanın üstünü kapamam fayda etmez, sarımsağın ne tadı ne kokusu kalır. Hem erkek adamın mutfakta işi ne canıııım?” dedim.

Gözünü gözüme şüpheyle dikti. “Nurhayat, sarımsak kokusunu severim, beni sakinleştiriyor, biraz koklayayım” dedi. Bir yandan da nasıl sırıtıyor. Korkudan dizlerimin bağı çözüldü, bayıldım bayılacağım. Elini uzattı, tabağı tuttu!

Takımı gol yedi. Başka bir şekilde delirmişti. Tabağı bıraktı, koşarak televizyonun önüne gitti, dizlerinin üzerine çöktü. Başını iki elinin arasına alıp, ileri geri sallanmaya başladı. Bir taraftan da hakeme ve karşı takımın oyuncularının annelerine sövüyordu. Öfkeden nefes alamıyordu. Tek şansım buydu. Havanı kapıp yanına koştum, “Uysal sarımsağı kokla sakinleşirsin” dedim. Ağzı kapalı havanı uzattım. Ökeden kuduruyordu, gözü kimseyi görmüyordu, tahmin ettiğim gibi “Sokarım havanına, çekil başımdan!” dedi.

Hızlı hızlı tezgâha döndüm, havanda un ufak ettiğim hapları ezmenin içine attım, anlaşılmasın diye iyice karıştırdım. Koklar falan diye, iri, iki diş sarımsağı kabuklu mabuklu havana koyup bastıra bastıra ezdim. Sarımsak kokusu sinince, içini boşaltıp, havanı ortada bıraktım.

Bir dakika sonra, kendini oradan oraya atan, küfürler savuran başka bir adammış gibi, arkamda bitti. Havanı alıp kokladı. İçi rahatlamıştı. Yanağımdan makas aldı. Arkamda biraz daha dikilse avazım çıktığı kadar “katil” diye bağıracaktım.

-Uysal, erkek adamın mutfakta ne işi var, hadi dışarı.

-Kadınım benim! Gidiyorum, kızma çiçeğim! E ama hazırda ezmemiz var demiştin, niye sarımsak dövdün?

-Hemen tüketmeyeceksen, ezmeye sarımsağı yediğin zaman katmalısın Uysal’cığım, yoksa tadı kaçar …

Hala şüphe duyuyordu…

-Girit ezmesinde sarımsak oluyor mu ya?

-Aa aşk olsun! Lor peyniri, maydanoz hele sarımsak bu mezenin olmazsa olmazıdır.

-Bana yapan olmadı ki bileyim çiçeğim.

-Üzülme ben varım artık dedim.

Beni bu durumlara sokan Girit ezmesinin, kurtuluşumu da sağlayacağını ümit etmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Uysal belki beni hemen öldürmeyecekti, ama planım işe yaramazsa sonumun ne olacağı belliydi. Zaten benim katlanacak gücüm kalmamıştı. Yüzüne katil dememek için kendimi zor zapt ediyordum. Bu numara işe yaramazsa sabaha sağ çıkmayacağımı hissediyordum.

Bunu mutfaktan uzaklaştırdım.

Yeşil kanepeme boydan boya uzandı. Kurtulursam oturma takımımı, orta sehpayı, Uysal’ın dokunduğu her şeyi atmaya karar vermiştim. Edepsiz, hakeme, oyunculara duyulmamış küfürler ediyordu. Dokunduğu şeyleri değiştirmekle olacak mıydı, sesi her yere sinmiş gibiydi. Şerefsiz tedbirliydi, konu komşu duyar da işkillenir diye bağırarak konuşmuyordu. Zaten kendini yırtsa kimse duymazdı, duvarların izolasyonu hiçbir binada bizimki kadar iyi değildir. Ama sesi duyulmasın diye tedbirli davranması, onun da bana güvenmediğini gösteriyordu.

Ya bir mucize olmalıydı ya da onu bayıltmaktan başka kurtuluş yolum yoktu. Gerçi sonraki gün işe gitmesem, muhakkak çocuklar merak ederlerdi. Ama bu cani bir senaryo yazar, bana oynattırırdı. Başıma bir hal geldiği anlaşılana kadar, kimsenin ruhu duymazdı…

Girit ezmesini bir kere daha iyice karıştırdım, uyku ilaçlarını ezmeye güzelce yedirmiştim. Ekmek kızarttım, karpuz dilimledim. Kaşar peyniri, beyaz peynir, Ezine peynirinden güzel bir peynir tabağı hazırladım. Roka, domates, yeşil biber, salatalıktan da güzel bir söğüş tabağı…

Yemek masasına bembeyaz, ipek masa örtüsünü serdim. Üzerinde altın varaklı minik kalplerin olduğu peçeteleri, kenarları altın yaldızlı porselen servis tabaklarını, gümüş çatal bıçağı masaya yerleştirdim.

“Uysal sofra hazır istersen oturmadan bir duş al” dedim.

“Olur. Sen de çıkar o eşofmanı, üzerine güzel bir elbise giy. Bugün kalan hayatımızın ilk günü aşkım” dedi. Midem ağzıma geldi. Bir yandan da umutlandım, banyoya girerse kaçarım diye sevindim.

Üzerindeki gri tişört, terden leş gibi olmuştu. Koltuk altının pis kokusu tüm salonu doldurmuştu. Bu banyoya yönelince, ben de gayri ihtiyari, camı açmak için yeltendim.

“Kapat!” diye nasıl bağırdıysa, titremeye başladım. Camın yanından hemen geri çekildim.

“Uysal, evimizi havalandırayım, banyodan çıktığında mis gibi koksun istedim. Klima da başımı ağrıttı, camı açıp klimayı kapatırım diye düşündüm, ama istemiyorsan açmam” dedim.

Yüzüme tereddütlü bakıyordu.

“Açma! banyo nerden çıktı ya! canım istemiyor. Sofrayı hazırlamana yardım edeceğim” dedi.

-Gerek yok, birkaç şey koyacağım sen otur.

-Yok yok ben de ekmeği doğrayayım, bıçaklar nerde, dedi.

Bu soruyu sorarken sesi kılıç gibi keskin, buz gibi soğuktu. Resmen içim üşüdü.

Gösterdiğim çekmeceyi açıp en büyük bıçağı aldı.

Bir bıçağa bir bana baktı.

-Bengü bıçaktan çok korktu, sen korkuyor musun Nurhayat?

-Açma şu sevimsiz konuları Uysal’cığım, haydi sofraya…

-Söyle korkuyor musun? Sol eli ile bıçağın yüzeyini okşuyordu.

Korkmuyorum desem inanmazdı.

-Korkuyorum, ayy elini keseceksin!

-Yani beni düşünüyorsun?

-Aaaa aşk olsun yıkanmıyorsan yıkanma, açlıktan ölelim mi? Otur şu sofraya! Diye bağırdım. Nasıl bir sinir boşalması yaşamışsam sesim evi çınlattı. Uysal alıklaştı, durakladı, yüzü değişti. Adam sanki bukalemundu. Üç kadını katletmiş bir canavar değilmiş gibi ürkek, korkak bir çocuğa dönüşmüştü. Bunu fark edince aynı tondan yine bağırdım.

-Otur!

Kuyruğunu kıstırıp masanın sandalyesine oturdu. Ama bıçak elindeydi. Bu değişimi beni sakinleştireceğine, korkum daha da arttı. Düşündüğümden çok daha ağır, vahim bir durumdaydım. Uysal’ın benden sonra da durmayacağı gerçeğini kavramıştım.  Keşke uyku ilaçlarının tamamını ezip yemeğe katsaydım, derin uykudayken de…

Bıçağı elinden bırakmıyordu. Gözümü bıçaktan alamıyordum. Delirmek kolaymış! artık Uysal’ın ölmesi bir zorunlulukmuş gibi geliyordu. Niye vicdan azabı çekecektim? Kime ne faydası vardı aldığı nefesin? Tutuklansa kaç yıl yatacaktı? Çıktığında tövbe mi edecekti? Peh!

Masada karşısına oturdum. “Ne bekliyorsun yesene!” diye bağırdım.

-Nurhayat niye sinirli konuşuyorsun?

-İnsanda akıl mı bıraktın, sinirlendirdin, uzatma!

Bu panikledi,

-Özür dilerim, özür dilerim! Beni affet. Affet!

-Uysal Suuusss!

Dondu kaldı. Başımı yeşil, ikili kanepeye çevirdim.

“Kızlar siz de gelin” dedim.

Afalladı.

-Kiminle konuşuyorsun çiçeğim?

-Uysal sus! Kızlarla konuşuyorum. Bedriye, Süreyya kırmızı mumlu davetiye mi bekliyorsunuz? Masaya geçin!

Uysal gerilmişti. Kızlara daha sert, bir kez daha bağırınca,

“Nurhayat’ı dinleyin, masaya geçin” dedi.

Oyuna tamamen adapte olduğuma kanaat getirmiştim. Ya da oynamıyordum, onun zayıf yanını keşfetmiştim ve korkmasından keyif alıyordum. Bilmiyorum! Ama delirdiğim kesindi, o kadar ki; odada iki kadın belirse şaşırmayacak durumdaydım.

Gerçekten masaya iki kişi daha oturmuş gibi, kalkıp iki servis tabağı daha getirdim. Boş sandalyelerden birine bakıp “Bedriye, sen oradan kalk bu sandalyeye geç, orada Süreyya oturacak” dedim.

-Ama orada zaten Süreyya oturuyor.

-İyi bak Uysal! Bu karılar seni parmaklarında oynatıyorlar, bir saniye içinde yer değiştiriyorlar. Bu salaklıkla onların hızına yetişeceğini mi sanıyorsun! Hem sen bana mı, gözlerine mi inanıyorsun köpek!

Kısık sesle “sana” dedi.

Servise başladım.

-Uysal senin canın ezme çekmişti sana onun için çok koydum, iyice karnını doyur.

-Anlaşıldı, tamam!

-Çok çektirmişsiniz Uysalı’ma, Süreyya, Bedriye siz zıkkım yiyin!

-Bana çok oldu Nurhayat, biraz kızlara da koy.

-Sana mı soracağım Uysal! Fazla konuşma da yemeğini ye!  

Bir daha konuşmadı. Sanki rolleri değişmiştik, şimdi Uysal benden korkuyordu. Ama bir an önce zıkkımlanıp, uyuya kalmazsa, korktuğu için harekete geçecekti. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Son bir kuvvetle “bıçağı bırak, rahat rahat ye şu yemeği!” diye bağırdım. Gözlerinde sanki şimşek çaktı, öfkeden kuduracaktı. Daha fazla üstüne gidersem ters tepecekti. Sanki bıçağı zamkla eline yapıştırmışlardı. Bırakmıyordu! Ama tabağındaki tüm ezmeyi sildi süpürdü.

Yemekten sonra işkillenmesin diye sürekli lafa tuttum. Tatlı sert bir tutumla sorular soruyordum. Hareketleri, konuşması gittikçe yavaşlıyordu. En son Akif’in Tatlı Bahçesi’nde nasıl değişiklikler yapmamı istediğini sordum. Esnemekten konuşamayacak hale geldi. Zar zor, “biraz kanepeye uzanayım” dedi. Hala çok korkuyordum. Kanepeye gitmek için masadan kalktığında, gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Hıçkırıklarım duyulmasın diye ellerimle ağzımı kapatıyordum…

Kanepeye uzandı, birkaç dakika sonra bıçak yere düştü.