Meclis

 

Önce Ankara: Herman Jansen planıyla başkent olarak inşa edilirken, planın kuzeyinden güneyine (üzerinden altına) kalın bir hat şeklinde inen Atatürk bulvarını eksen alarak şekilleniyordu. Bulvarın aşağıdaki güney kısmına teğetine bitişerek sonlandıran iri üçgen arazi meclise ayrılmıştı.

 

 

Yeni kentin merkezinde konumlanıp güneydeki giriş ekseni karşısına bakanlıkları da alarak en büyük arazi dilimini işgal edecek yeni meclis:

 

 

C.Holzmeister’in projesiyle başlayıp kabaca üç aşama olarak tanımlanabilecek dilimler halinde 90’lara kadar inşa edilecektir.

 

 

Holzmeister’in ilk etap projesi, Akdeniz mimarlık geleneğini sindirmiş, merkezi vurgulu iki kanatlı yayvan bir zincirleme kompleksti. Arazinin güney kenarına ilişirken iri ve anıtsal cephesiyle kenti dolaysızca yüzleştirmekten kaçınan bir tedbir olarak merkezi-anıtsal-uzun cepheyle ilişeceği cadde arasına daha alçak ve mütevazi iki simetrik ofis bloğuyla paralel bir hat çekilmekle, barok geleneğin Versailles ile başlayan merkezi anıtsal tören avlusu ve devamı kanat binaları perdelenerek kentlinin gövdesinden uzaklaştırılmıştır…

 

 

C.Holzmeister, C.Sitte’nin çağdaşı ve hemşehrisi olarak, Barok’un Ortaçağ kentinin gövdelerle barışık ilişkisini bozmasının sonuçları hakkında yeterli fikre ve tecrübeye sahip, Beaux- Art geleneği son kuşağından Akdeniz mimarlık geleneğine hàkim bir mimardı. Merkezi tören avlusunu sınırlayan anıtsal giriş bandının ardında büyük meclis salonu, simetrik kanatlarında ise ofisler bulunuyordu. Büyük salonun doğu kenarında da iki meclisli sistemin dairesel senato salonu vardı. Bombalanan yer, giriş bandıyla büyük salon arasındaki geçiş bölgesiymiş.

 

 

Daha fazla iİlerlemeden, meclis arazisinin güney komşusu üçgen araziye genelkurmayı da ikisiyle aynı kümede toplayarak yine Holzmeister projesiyle bakanlıkların yerleştiğini not edelim.

 

 

2. etap projelendirme 80’lerin isabetli kararıyla “Halkla İlişkiler” programıyla başlamış. Yerleşmenin temsilcilerle temsil ettikleri arasındaki arayüz programı olarak adlandırılabilecek bu etap, halkı/seçmenleri salonlar ve kulisler dışında vekilleriyle uygun koşullarda buluşturma programının projelendirilmesi  de Holzmeister kontrolunda gerçekleşmiş, üç eski  öğrencisi arasındaki davetli yarışmayı Behruz Çinici’nin ilk etabın avlular etrafında şekillenen aksiyel simetrisini sürdürerek mevcut zincire kuzey sırtındaki salonun arkasından yüzünü “U” şeklinde dönerek  yanaşan projesi kazanmış. Holzmeister’in öncelikli kriteri, yeni binaların ilk binalardan alçak olmasıymış. 2. etabın uzamış çetrefil bir süreçle ortaya çıkan sonraki binası “Halkla İlişkiler”e batıdan yanaşırken o kuralı da ihlal edecek yegane yapısı arşiv/dokümantasyon merkezi olmuş.

 

 

Sonra 3. Etap olarak Halkla İlişkilerin de ardına gömülerek yerleşip Ağa Han Ödülü de alacak Behruz&Can Çinici tasarımı meclis camisi, gömülü bir kare avluyu iki kenarından tutan iki cebe bölünmüş özgülleşmiş program yorumuyla mimarlık literatürüne geçmiş bir proje. Kare avluyu ortogonaliteden şaşırtan, 80’lerin henüz bugünkü ölçülerde gelişmemiş uydu teknolojisi koşullarında programın belirleyici verisi kıble açısının çalışmalar başladıktan sonra iki kez değişip ilk fikirleri yeniden şekillendirmesi olmuş.

 

 

Kare avluyu iki kenarından tutan iki gömülü cebi bütünleştiren de zaten o  taşlık olurken, mihrap doğal olarak iki parçalı programın güney kanadında konumlanınca mihrap duvarını da içeren cepten avluya taşan saçağı taşıyan kirişler hem kademelenerek, hem de ışığa sızma aralıkları bırakarak yerüstüne taşmış kubbeyi oluşturup. Ardından da mihrap duvarındaki kabartma motiflere hiza vermişler. Şekilden değil, işlevsel ve tektonik eklemlenmenin motorundan beslenerek ortaya çıkmış bu özgül yorumun son hamlesi  şeffaflaştırılmış mihrap duvarının ardına açılıp C.Scarpa’vari kademelenmelerle şekle sokulmuş su ve yeşille bezeli ikinci gömülü avlu.

 

 

Caminin tasarım süreci tabii ki, Cumhuriyetin bitmek bilmez ideolojik ikiliği laiklik-din ikileminin eşliği ve laik rejimin başlıca siyasi temsil kurumu meclise cami olur mu paraziti olmaksızın yürümedi. İbadeti, toplanmak, yiyip-içmek, kadar beşeri dünyaya ait bir aktivite gibi göstermeye bu özgül mimari yorumun gücü de yetmedi.

 

Holzmeister’in başlattığı zincire hem kronolojik hem de güney-kuzey-eksenli nihai noktayı koyan bu mimari yorum,  özgünlüğü kadar, yakın tarihimizden pek alışık olmadığımız disiplinli, tutarlı ve sürekliliği olan bir imar kararları ve uygulamaları silsilesini  taçlandıran anıtsal bir sembolik değer diye de görülüp sahiplenilebilir.

 

 

Başta ilham verici bulduğumu söylediğim Berlin’e ve meclisi Reichstag’a gelince herşeyden önce Reichstag’ın TBMM gibi karmaşık ve kapasitesi geniş bir yerleşme değil, 19.yüzyıl son çeyreğinden kalma; ve kıyaslanınca  mütevazi denebilecek üçküsur katlı neoklasik bir bina olduğunu hatırlayarak başlamak gerekiyor. Ama ben de zaten orijinal binayı değil duvarın yıkımı ertesindeki yenilenme sürecini ve bir manivela gibi kullanılarak, tüm başkenti yeniden düşündürmesini ilgiye değer buluyorum.

 

Almanlar çok yakında, 90’larda, soğuk-savaş duvarının siyasi/maddi enkazı üzerine şanlarına uygun planlılık ve akılcılıkla yeniden başkent yapacakları Berlin’i ayağa kaldırmakla yetinmeyip, yeniden inşa ederken nice badireler atlatmış meclis binaları Reichstag’a da parlamento işlevinin yanı sıra yepyeni bir çehre, program, hatta misyon kazandırdılar. 

 

Reichstag mesela İstanbul Erkek Lisesi veya Taşkışla ölçeklerine yakın münferit neoklasik bir bina. 2.Dünya savaşındaki enkazının ve duvar ertesi plancılarıyla aynı kadrajdaki resimleriyle kaydederek başlayalım. Doğu-Batı Almanya’nın birleşmesi ertesinde başkent Bonn’dan Berlin’e taşınırken, kentsel yenileme işlerini de mimari yarışmalara açarak başlattılar süreci.

 

 

Çoğul kullanıyorum çünkü, sosyal tarihi kadar etki alanının genişliği bakımından da Taksim’e benzetilebilecek Potsdamer&Leipziger- Platz gibi bir merkezi ayağa kaldırmak için konsept/fikir-kesin/fikir, ardından devamı baştan tanımlanıp şeffaflaştırılmış gerçekleştirme-uygulama gibi farklı ölçekteki kademeli mimari yarışma aşamalarıyla katılım imkanını genişletip profesyonelleştiren şuurlu ve disiplinli, tecrübeli kamu kuruluşlarıyla J.P.Kleihues  gibi  tecrübesini kent yönetimini kolaylaştırma pratikleri içinde edinmiş profesyonellerin inisiyatifinde uygun mecralarda seyretmiş bir deneyimdi bütün bu olup bitenler.

 

 

Reichstag yenilemesi yarışmasını kazanan Norman Foster’in projesi binayı ayağa kaldırmakla yetinmeyip bünyesinde de yenilikler yaptı. Tam merkezine koyduğu şeffaf kubbeyi seyir merkezine dönüştürdü: Öncelikle içini, yani aşağıda toplanan meclisi, ikinci olarak da çevreyi, ama Berlin, Roma ve Paris gibi cazip bir seyirlik olmadığından, içinde durduğu Tiergarten kent parkı yeşili üzerinden silüete giren inşaat yatırımlarının çokluğu ve yoğunluğu, kısacası kentin yeniden-inşası teşhir edilmiş oluyordu.

 

 

Ama ondan ibaret değil, resmin sağ üst köşesindeki kubbeli Reichstag binası mekânsal olarak yeniden-yapılandırılan devlet binalarına da röper teşkil etti. Akılcı bakıldığında kapladığı yer bakımından modern devlet, irice ofis stoğundan başka şey değildir. Berlin yeniden yapılandırılırken, kentin tamamına yayılmış dağınık ofis grupları yerine, Spree nehrinin Spreebogen [Spree-kıvrımı] denen meclisle komşu yarım daire şekilli boş alanı devletin yeni ofis stoğu için yer seçildi. Meclise teğet geçen enli hat sırt-sırta avlular etrafında öbeklenmiş diğer ucu daha hacimli başbakanlıkla nihayetlenen  zincirleme bakanlık binaları olarak yerleşmenin omurgası yapılıp   gerisi de diğer kurumsal ihtiyaçlara ayrıldı. Birbiriyle irtibatlı bina gruplarının öbeklenmesiyle şekillenmiş bir yerleşme düzeni devlet kurumları arası sirkülasyonu kentin tamamına yaymak yerine yürüme mesafeli dar bir alanda toplanınca kentin trafik yükü kontrol
altında tutulup, azaltılmış oldu.

 

 

Binaların mimari dili de, çağdaş, mütevazi ve rasyonel bir gramer ve dağarcıkla kurulunca günümüzün katılımcı/paylaşımcı değerleriyle uyumlu, sindirimi kolay bir yapılı çevre karakteri çıktı ortaya. 

 

 

Kubbeye dönersek, cidarındaki sirkülasyon hatları, yeryüzü hareketsizliği nedeniyle seyir imkanı kıt Berlin’e içinden panoramik bakış imkanıyla Berlin’in gözü haline geliyordu. Meclisin de arkasındaki sembolik Brandenburg kapısı önündeki yılbaşların da kutlandığı boşluk da 2. savaşın ve soğuk savaşın travmalarını unutturacak radikallikte bir değişimle, yeni Alman devletiyle yürüme mesafesindeki elçiliklerle sarılı Paris meydanı adlı canlı bir kozmopolit bir odağa dönüşebildi.

 

 

Aksaray’ın teknik verilerine hakim değilim ama, Berlin’de devletin tamamı için ayrılan kaynağa yakın bütçelerin harcandığı izlenimi uyanarak kıyaslayınca, tüm devlet bürokrasinin tek başına başkanlıkla eşdeğer kılındığı sonucu çıkıyor. Mimari vokabüleri de, ustası Leon Krier’e Klassis’ten sonra bir kez daha saç-baş yoldurtacak şekilde sözü uzatmayı becerip-hakkını verememiş acemi işi bir edebi yapıtı düşündürüyor. Kıraç Anadolu’nun insan yapısı vahası Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ)’nin bile kurban verilmesi göze alındıktan sonra,  modern toplum ve devletinin ihtiyaçlarıyla ilgisiz, anakronik programıyla saray tesisleri yerine pekala da Berlin’deki gibi üç çeyrek asır  sonranın ihtiyaçlarıyla devleti yeniden yerleştirecek bir programın hayali de kurulabilirmiş. 

 

 

Ankara da hep Jansen’in bıraktığı yerde kalmış bir kent değil tabii, devletin yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni kurumsal yer ihtiyaçları, 60’larda  planıyla Jansen planı omurgası Atatürk bulvarıyla meclisin köşesinde buluşan caddenin doğu yönündeki  devamı olan Eskişehir yolu üzerinde karşılandı. Böylelikle yeni kentin ekseni, yapıldıktan yarım yüzyıl sonra, meclisin kısa kenarından teğetine yanaştığı köşeden kıvrılarak şehirlerarası bir otoyolla doğuya doğru uzatılmış oldu. Yeni iskan alanları yanı sıra, ODTÜ, Bilkent gibi kampüslerle de ilişkilenen bu hat, geç Cumhuriyet Ankarası’nın jeneratörü haline geldi. 

 

 

Berlin ve  Reichstag’ı Ankara ve meclisiyle birarada düşününce :

 

 

Duvarla ikiye bölünüp uzayıp gitmiş bir global soğuk savaşın odağı olmak gibi yaşadığımız demokrasi kazalarının tamamıyla bile kıyaslanmayacak bir travmayı  yarım yüzyıl çekmiş bir kenti ayağa kaldırmanın manivelası olup yeni umutlar yeşertmiş taze bir başkent inşa etmenin hafızasına sahip bir dünya, meclisi tamir edip, Ankara’ya da taze bir rasyonel bakışın kaynağına dönüştürebilir. Anlattıklarımın üzerine Tiergarten parkı, meclis ve kubbesi, bakanlıkları, vb. yeni ofisleri ve Brandenburg kapısıyla şu aşağıdaki resim bunun olabilirliğinin kanıtı değil mi?  

 

 

Yeni devletin yerleştiği Spreebogen [Spree-kıvrımı] bölgesinin; devlet dedikçe akla gelmesi muhtemel bir resmiyet atmosferi olduğu da zannedilmemeli, tersine Tiergarten parkını genişlete, su ve yeşille donanmış, bir rekreasyon alanı sözkonusu olan. Tabii ki kentin ve olduğu kadarıyla demokrasinin başlıca kollektif belleği olarak kanal-İstanbul-vàri uçuk-kaçık fikirlerin kurbanı olmamalıdır.

 

 

Ama gördüğü hasarın tamiri süreci, başta mimari proje yarışmları, yaratıcı fikirleri teşvik edecek bir sürecin önünü açacak şekilde yönetilmelidir ki, yarım yüzyıllık tecrübesiyle Mimarlar Odası bunu en iyi şekilde değerlendirecek kurumsal birikim ve hafızaya sahiptir. Zincirlikuyu ve Yenikapı tecrübeleri kurumsal tecrübeye dayanmayan maceraperestliklerin kentlere verebildiği hasararın tanığıdır, akademik tecrübe ve birikim kadar, tecrübeli kurumsal deneyimlerin uzağında kalmış bürokrat ve teknokrat meslek üyeleri de süreci özlenen mecraya sokmak yerine iyice açmaza sürükleyebilmektedir.    

 

 

 

 

Sonuç olarak, bu talihsiz vaka ile hasar gören binadan yerleştiği araziye ve domine ettiği kentin bütününe kadar yapılı çevrenin her düzeyde yeniden düşünülmesinin fırsatına dönüştüğü oranda travma olmaktan çıkıp bir içgörüye dönüşebilir.

Enseleri karartmamanın uyarısı Taksim’den gelmedi mi?  

 

 

 

 

 

- Advertisment -