Prof. Dr. Servet BULAN özel muayenehanesi

İsmail Bey’in o korkunç cinayeti hemen atlatmasını beklemiyorduk tabi, ama olaydan sonra evinden hiç çıkmaması bizi endişelendiriyordu. Başıma gelenlerden sonra ben de tam tersi eve sığmıyorum. Hep dışarıdayım. Kafede de elimi hiçbir şeye sürmüyorum, içimden gelmiyor. Denize karşı bir sandalyede oturup, uzaklara dalıyorum. İsmail Bey’in işi daha zor tabi, bir de olay evinde cereyan edince… İki ay kadar önce kafenin müdavimlerinden Rıdvan beyin tavsiyesi üzerine, İsmail’e doktora gitme konusunu açtım.

Safiye’ciğim, kusura bakma son haftalarda seni ihmal ettim. Vallahi Bengü’nün ölümü, benim ölümle burun buruna gelmem senin mekânından uzaklaştırdı beni. Ama merak etme sureni, duanı hiç ihmal etmedim. Hoş kabristan ziyareti size değil, her şeyin beyhude olduğunu unutan bize gerekli.

Ah annem! ölülerle, delilerle uğraşmak beni çok yıprattı. Az kalsın, bu genç yaşta yanına geliyordum. Neyse bugün o konuları daha fazla deşmeyelim, inan hala olanların tesirindeyim. İki ay geçti toparlanamadım.

Evi değiştirdim. Sana bahsetmiştim, satılık bir ev gördüm, müstakil, bahçesi güzel, İsmail Bey’in evinin hemen yanında… işte o evi satın aldım.  İçini merak mı ettin? Bahçesi içinden güzel, ama hiç anlatasım yok. İyice bir yerleşeyim, tek tek her ayrıntısını anlatacağım. Bugüne kadar, aç biilaç bu kadar insan varken, büyük evde oturmaya utanıyordum. Son yaşadıklarımdan sonra ben çok değiştim. Yoook yanlış anlama, kimseye desteğimi kesmedim, durumum imkân verdikçe son günüme kadar da devam edeceğim. Ama iyi yaşamayı istemenin, imkânın varken de yaşamanın ayıp olmadığını, hatta her insanın hakkı olduğunu anladım. Duyan da hanlar, hamamlar sahibiyim sanacak. Bu devirde büyük şehirde küçük de olsa, bahçeli müstakil evin varsa lüks yaşıyorsun sayılır.

Eski evden, kaçar gibi çıktım. İnan, nasıl toplanıldı, yeni eve nasıl taşındım, eşyalar nasıl yerleştirildi anlamadım. Ali Rıza, karısı Selvi, Cevat… herkes herkes seferber oldu. Düşündükçe içim titriyor, şu hayatta bir başımayım diye düşünürken, anlamadan kocaman bir ailenin parçası olmuşum. Akif’in Tatlı Bahçesi sayesinde bir yuva kurmuşum.

Bengü ölünce, İsmail Bey büyük bir bunalıma girdi. Yemeden içmeden kesildi. Ben de kendimde değildim ki; çekip çıkarayım. Hoş kendimde olsam ne fayda, biçare yoldaşını kaybetti. Tamam tamam ağlamıyorum. Zaten geçen bir ağlamışız ki; sanırım artık göz pınarlarım kurudu. Sadece inliyorum. Bu daha yorucu, yaş dökebilsem rahatlayacağım. İlaçlar bu duruma neden oluyormuş.

İsmail Bey’in o korkunç cinayeti hemen atlatmasını beklemiyorduk tabi, ama olaydan sonra evinden hiç çıkmaması bizi endişelendiriyordu. Başıma gelenlerden sonra ben de tam tersi eve sığmıyorum. Hep dışarıdayım. Kafede de elimi hiçbir şeye sürmüyorum, içimden gelmiyor. Denize karşı bir sandalyede oturup, uzaklara dalıyorum. İsmail Bey’in işi daha zor tabi, bir de olay evinde cereyan edince… İki ay kadar önce kafenin müdavimlerinden Rıdvan beyin tavsiyesi üzerine, İsmail’e doktora gitme konusunu açtım. Başta yanaşmadı ama, Hüsamettin’le ağız birliği yapıp her dakika ısrar edince, ikna oldu. Prof. Dr. Servet BULAN’a tedaviye gidiyor. Haftada iki seans. Bengü’nün ölümünden sonra yalnız bırakmıyorduk, hali hal değildi. Maazallah kendine bir şey yapar diye endişe ediyorduk.

Hüsamettin de perişandı. Hangimiz sağlam kaldık ki. “O kadar sarhoş olmasaydım, İsmail beni eve götürmek zorunda kalmazdı, Bengü’nün başına o talihsiz olay gelmezdi” diye kendini yedi bitirdi. Adam gözümün önünde günbegün eriyordu, “Size de bir randevu alalım” dedim. Haliyle başta o da yanaşmadı ama, ikna ettim. Aynı hocaya bir buçuk aydır gidiyor. Haftada iki seans.

Baktım bunlar iyileşecek, tek başıma ben kafayı yiyeceğim, ne de olsa Bengü’nün ölümü boşboğazlığım yüzünden oldu. Biliyorum takdir-i ilahi diyorsun. Neyse işte! Bir ay önce ben de ilk seansıma gittim.

Üçümüz de aynı doktora gidiyoruz. İsmail Bey’le ben her biri 20 mg’lık iki depresyon ilacı kullanıyoruz. İkisi de mercimekten küçük ama, etkileri balyoz gibi. Vallahi ayakta uyuyoruz. Hüsamettin, bizim içtiğimiz ilaçlardan yalnızca birini kullanıyor. Randevularımızı aynı güne alıyoruz. Görsen, çocuk gibi buluşup birlikte gidiyor, sonuncumuz çıkana kadar da birbirimizi bekliyoruz. Bir el ele tutuşmamız eksik.

Sanki üçümüz birden yaşlandık, elimizi eteğimizi hayattan çektik. Heyecan, arzu, tutku, hırs…her şey bitti. Hissediyorum, Akif’in Tatlı Bahçesi’ndekiler de endişe ediyorlar. Müşteriler, çalışanlar sağ olsunlar ancak; sürekli “iyi misiniz” sorusu ile bunaltıyorlar. Özellikle Ali Rıza’nın gözü hep üzerimde, bana bir şey olacak diye ödü kopuyor. Kardeşim olsa bu kadar olur.

Servet BULAN’a gitmekle iyi mi ediyoruz, bilemiyorum. İsmail ve Hüsamettin bu konuda ne düşünüyorlar onu da bilmiyorum. Son randevudan sonra görüşmedik.

Üçümüz de aynı olayın mağduru sayıldığımız için, Servet Hoca son randevumuzda üçümüzü bir arada görüşmeye aldı. Kendisinin geliştirdiğini ve üzerinde birçok makale kaleme aldığını söylediği “Üç şişe, bir köşe” isimli tekniği uygulamak istediğini belirtti.  

İlk turda sıra ile hepimize söz verdi. Kim sözü alsa bir parça kendisini suçluyor, diğer iki kişi “estağfurullah”la onu durduruyordu. İlaçların etkisi olsa gerek. İlk tur bu şekilde bitti. Her şey normaldi.

Servet Hoca, ikinci turun başında, sıra ile hepimize soru soracağını ve söz vermedikçe konuşmamızın yasak olduğunu belirtti. İlk soru bana geldi.

-Bu talihsiz olayın yaşanması ile ilgili olarak, zaman zaman birini suçladığınız oluyor mu? İyi düşünmenizi ve bu soruya içtenlikle cevap vermenizi istiyorum, dedi.

İkisinin de yalnızca kendilerini suçladıklarından emindim, “Ben Uysal’ın nasıl bir psikopat olduğunu anlasaydım, onu muhatap alıp konuşmasaydım… kendimi suçluyorum. Evet ben suçluyum” dedim.

-Geçen seansta İsmail Bey de suçun büyük bölümünün sizde olduğunu söyledi.

Hoca yekten böyle söyleyince üçümüz de afalladık. Hele İsmail, böyle bir açıklama beklemediği için apışıp kaldı. Göz göze geldiğimizde kendini toparladı ve “Servet Bey rica ederim” dedi.

-İsmail Bey siz susun lütfen.

-Ama Hocam.

-Rica ederim susun, Nurhayat hanımla konuşuyoruz. Ne diyorsunuz hanımefendi?

-Haklı tabi, onun içi yanıyor.

-Ama siz de Bengü bir fenalık yaşasın istemezdiniz, değil mi? Sözümü kesmeyin! Nihayetinde İsmail Bey evden çıkarken bahçe kapısını kapatabilirdi, Hüsamettin beyi evine kendisi bırakmak yerine, ona bir taksi çağırabilirdi.

-Ama nereden bilsin bunların yaşanacağını?

-Yani siz biliyor muydunuz? İsmail Bey sizi suçlu bulmakta haklı mı?

İsmail hışımla ayağa kalktı.

-Hocam lütfen, bu konuşmalar aramızda kalacaktı! Hasta doktor mahremiyeti…

-İsmail Bey, sürekli söze girecekseniz dışarı çıkmanızı rica etmek zorunda kalacağım. Başta hatırlattığım kurala uyun lütfen! Sizi dinliyorum hanımefendi!

Servet hoca, sesinin tonunu artırıyordu. O kadar otoriter, o kadar buyurgandı ki; sanki o sorgu odasında bir komiser, ben de ifadesi alınan bir şüpheliydim. Korkarak sorduğu her soruya anında cevap veriyordum. 

-Aslında İsmail Bey, öyle düşünmüyordur. İnsan böyle durumlarda mutlaka bir suçlu arar, bu olayda da bu yükü taşımak için en uygun kişi benim. Nihayetinde Uysal, Bengü’yü öldürmeye benimle konuştuktan sonra karar verdi.

-Yani, sizin için sarf ettiği her sözü, her düşünceyi hak ediyorsunuz?

-Başka ne düşünüyor ki?

-O akşam partide fazla içmişsiniz, kendinizden geçip şuh şekilde dans etmişsiniz, sizin yüzünüzden Hüsamettin Bey birinin kafasından aşağıya bir şey dökmüş ve…

-Tablo!

-Efendim?

– Tablo geçirdi.

-Anlayamadım.

-Hüseyin diye bir bey, kendi yaptığı bir tabloyu…

Cümlemi bitirmeden bu defa araya Hüsamettin girdi. “Hocam bunları konuşmak şart mı” dedi.

-Hüsamettin Bey sizden de rica edeceğim, söz hakkı verilmeden konuşmayın efendim! Hanımefendi siz devam edin!

-İşte Hüseyin Bey bana bir tablo hediye etti, Hüsamettin Bey de tabloyu adamın başına geçirdi.

– Ne konuşmuştuk! Yalnızca sorduğum sorulara cevap veriniz. Lütfen! İsmail Bey’e göre, sizin yüzünüzden erkekler birbirine girmiş. O akşam herkes için, özellikle de Bengü için cehenneme dönmüş, Bengü bu olaylar yüzünden İsmail Bey’le tartışmış. İsmail Bey bu yaşananlara sinirlendiği için kendini evden dışarı atmış, yoksa zaten taksi çağırırmış…

Nihayet anlamaya başlıyordum. Servet Hoca bir dahiydi, hoca, nihayetinde bu işin ilmini biliyordu, olayları analiz etme hususunda ehil kişiydi. Demek ki; olaya bilimsel yaklaşıldığında, süreç boyunca benim sergilediğim tüm davranışlar son derece normal, olması gerektiği gibiydi. Boşuna kendimi hırpalamıştım, benim hiç suçum yoktu.

Maalesef Bengü’nün ölümünde suçlu olan kişi İsmail Bey’di. Hoca bilinçli olarak İsmail’in ona anlattıklarını bizim yanımızda yüzüne vuruyor, onu köşeye sıkıştırıyordu. Hocanın psikiyatri camiasına kattığı “Üç şişe, bir köşe” tekniğinin amacı, hastayı köşeye sıkıştırmak, itiraf ettirmek ve iyileşmesi için yaptıkları ile yüzleşmesini sağlamaktı.  

Hocanın yapmaya çalıştığı şeyi anladığıma göre, benim yapmam gereken de İsmail’i itirafa yöneltmek için onu kışkırtmaktı.

-Öyle mi dediniz İsmail Bey. Her şey benim yüzümden mi oldu? Acınızı anlıyorum ama, ben mi size taksi çağırmayın, dedim. O kadar içtiysem, bunda sizin hiç mi suçunuz yok? “Dostlar arasındayız, rica edeceğim rahat olun. İçin! İçin!” deyip kadehimi dolduran siz değil miydiniz? Bunları geçtim, o sizin sevgilinizdi, gözünüzün içine bakıyordu, onu neden incittiniz, bir sarhoşu taşıyacağım bahanesiyle niye kapıyı suratına çarpıp çıktınız.

Tamam benim de hatalarım olabilir. Ancaak! İçmem, oynamam… bunların ağıza alınması, mevzu yapılması tek kelime ile ayıptı! Rahmetli kıskanmışmış, bakın hele! Rahmetli, kişiliğini geliştirmemişse, kıskançlık gibi ilkel duygularını törpüleyememişse, okumamış öğrenmemişse, süs bebeği gibi yaşamayı kendine gaye edinmişse, bu kimsenin hele hele benim hiç suçum değildir. Nokta.

-Nurhayat Hanım nerden bilebilirdim sizin içip içip!

-Susmayın söyleyin. İçip içip ne!

-Rica ederim üzerime gelmeyin.

-Korkuyor musunuz? Söyleyin! Adam olun, lafınızın arkasını getirin! İçip içip ne?

-İçip içip sapıttınız efendim! İnsanı zorla konuşturuyorsunuz! O danslar, kahkahalar…

-Beyefendi ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Ben o davete katılmak bile istememiştim. Siz neredeyse yalvaracak kadar ısrar ettiniz.

Karşılıklı bağırıyorduk. Ben bir ara daha inandırıcı olmak için ayağa kalkacak oldum, Servet Hoca yanımda bitti. Kolumdan tutup yerime oturttu. İsmail öfkeden kıpkırmızı olmuştu, sinirden titriyordu, konuşurken kelimeler ağzında eğilip bükülüyordu. İki eli ile sandalyenin kolçaklarına yapışmıştı. Vallahi kalp krizi geçirecek diye korktum. Acaba bu tekniği uygulamaya devam etmek hata mıydı?

-Yalvarmak mı? Nurhayat Hanım, sanıyorum hayal görüyordunuz. Sizi arkadaş çevremize sokmak istemekle belli ki büyük hata etmişim. Bravo size hanımefendi. Utanmasanız!

-Sopayı gösterip gösterip, indiremiyorsunuz. Bakın ben size söylüyorum. Çok utanmazsınız beyefendi! Siz de cümlenizin sonunu getirin! Utanmasam? Evet söyleyin! utanmasam? Korkuyor musunuz? Konuşsanıza!

Kendimi rolüme çok kaptırmıştım. Hüsamettin’in ağlama sesini duyduğumuzda ikimiz de durduk. Vallahi koca adam bir şeyler mırıldanıyor, salya sümük ağlıyordu.

İsmail’in itirafı için son bir gayretle “Bengü öldüğü için çok üzgünüm İsmail Bey, emin olun benim ölmem tüm bu yaşananları engelleyecek olsaydı seve seve canımı verirdim” dedim ve ben de ağlamaya başladım. Ama ne ağlamak.

Servet hoca Hüsamettin’e döndü.

-Siz bir şey söylemek ister misiniz?

Hüsamettin iç çeke çeke “Hepsi benim hayvanlığım yüzünden oldu hocam. Ben Nurhayat hanımı çok eskiden tanırım. Ona karşı” dedi ve sustu.

-Ona karşı?

-Orayı geçelim efendim.

-Lütfen açık konuşun.

-Hocam onları başka bir gün konuşuruz. Söylemek istediğim şu ki; yaşanan o tatsızlıkların sebebi bendim. Ben o akşam kendimi yitirmesem, eğlence bitince herkes felekten bir gün çalmanın mutluluğu ile evine gidecekti. Benim yüzümden, benim yüzümden!…

Koltuğundan kalktı ve İsmail’in ayaklarının dibine çöktü. Bacaklarına sarılmış “Beni affet, beni affet!” diye yalvarıyordu. Hoca Hüsamettin’i yerden aldırıp koltuğuna oturttu.

-Hüsamettin Bey, Nurhayat Hanım da olayların bu şekilde gelişmesinde sizin büyük suçunuz olduğunu düşünüyor. O akşamki kaba saba davranışlarınız, misafirlerden birinin başına torba geçirmeniz…

-Tablo!

-Efendim!