Basit bir soruyla başlayalım: sosyalistler, dünyada sosyalist olmayan herkesi ikna etse ve tüm dünya nüfusu bir anda sosyalist olsa, dünya daha iyi bir yer haline gelir mi? Veya dünyada herkes Müslüman olsa dünya daha iyi bir yer halini alır mı? Birçok kez sosyal medyada rastladığım bir görüşten yola çıkarsak, eğer dünyayı din bu hale getiriyorsa ve diyelim dünya nüfusunun tamamı bir gecede ateist olsa, her şey aniden yoluna girer mi? Bu sorular kendi kimliğimizi ve ideolojimizi sorgulamamız için yararlı sorular, çünkü hepimiz aslında kendimizi olumlu ve iyi tarafta görüyoruz ve suçlunun “bize benzemeyen” olduğunu düşünüyoruz… Bu tabii çok hazır ve yüzeysel bir yöntem.
İnsanlığın tamamı Müslüman veya ateist veya komünist olduğunda, dünya daha güzel bir yer haline gelmeyecek. Neden? Çünkü bu, son derece kimliksel bir duruş… Mesele bizim kimliklerimiz değil. O kimlikleri nasıl taşıdığımız. Geçende birisi sormuş: “Bir dindar nasıl ahlaksız olur?” Bu soru yıllardır sorulan bir soru. Beş vakit namazını kılan biri nasıl olur da hırsızlık yapar? Sanki dindarlık, olunduğunda bizi direkt kurtuluşa götüren bir “öz”müş gibi… Şöyle düşünelim: diyelim ki dinler içerisinde sadece İslamın bizi kurtuluşa götüreceğine karar verdik ve Müslüman olduk. Peki, Müslüman olduğumuzda nasıl bir Müslüman olduğumuz artık önemli değil mi? Kimlik kartımızda “dini İslam” yazıyor diye birden hayattan muaf mı olmuş oluyoruz? Dolayısıyla kimlik, aslında insanoğlunun hayatı okumada aklını bulandıran en tehlikeli kavramlardan bir tanesi ve üstüne, başka bir tehlikeli kavram olan ideolojiyle de kan bağı var. Bu ikisi üzerinden düşünmeye öylesine meyilliyiz ve bunu öylesine kullanışlı bir kod haline getirmişiz ki, bir kişinin “ne” olduğu bizim için en önemli şey haline geliyor. Şöyle cümleler duyuyoruz: “biliyor musun, o ateistmiş.” Bir kişiyi yargılamanın en kolay yolu bu… Yani o kişi Allaha inanmıyor, demek ki iğrenç biri… Peki, o kişi yardımsever, hayırsever, hayvan sever, özgürlükçü, dine saygılı, demokrat biri olamaz mı? Olabilir. O halde yapılması gereken tek şey kişilerin kimliğine takılmayıp onları pratikleri, ne yaptıkları içinde tanımak. Kimlikler birbirimizi tanımamızı engelleyen tuzaklar gibi.
Şöyle bir yazı okudum: “IŞİD aslında gerçek İslamı temsil ediyor.” Bu yazıyı yazan arkadaş Kuran’dan örneklerle erkeğin kadına üstün sayıldığını, insan öldürmenin gerektiğinde caiz olduğunu vb tek tek anlatıyor. Diyor ki “bunların hepsi Kuran’da vardır ve IŞID Kuran’ın izinden gittiği için de gerçekten Müslümandır.” Herhalde Kubrick’in A Clockwork Orange filmindeki o sahne, bu yüzden dünyanın en önemli sahnelerinden biri benim için. Şiddete meyilli karakter rehabilite olsun diye Kilise öğretileriyle yola sokulmaya çalışılıyor. Papaz karaktere İsa’nın çektiği acılardan bahsediyor ve İncil’den İsa’nın kırbaçlandığı pasajı okuyor. O sırada karakterin bu sahneyi hayal ettiğini görüyoruz. Ama hayalinde kırbaçlanan İsa’nın yerine koymuyor kendini; İsa’yı kırbaçlayan kişinin yerine koyuyor! Yani sahne bir, ama algı farklı.
Buradan çıkaracağımız sonuç basit: Ying Yang işaretine iyice yakından bakmak. Varsayalım ki Kuran’da gerçekten bahsedildiği gibi bölümler olsun. İyi hoş da, Kuran elbette sadece bunlardan oluşmuyor. Siz “oluşmuyor ama bunlar da var” dediğinizde, o zaman almak istediğinizi alıyorsunuz demektir. 100 maddelik bir “yapılması gerekenler” listesi çıkarılsa ve bu listeye komşunu sev, küfretme, saygılı ol, dedikodu yapma gibi maddelerin yanı sıra sadece bir tane “hırsızlık yap” konsa; ilk işi o kadar maddenin arasından bu maddeyi seçmek olan biri hakkında ne düşünürsünüz? Geri kalan 99 iyi maddeyi görmeyip tek kötü maddeyi görüp vurgulayan bu kişi, acaba neden o 99 maddeden etkilenmemiştir de bir tek o kötü maddeden etkilenmiştir? “IŞİD gerçek Müslümandır” diyenler, aynı Kuran’ı okuyup daha hayırsever, daha hümanist, daha özgürlükçü olan Müslümanlar için ne düşünürler? Onların da yola çıktığı kaynak Kuran değil mi?
Kürtajı kadının kendi kararı olarak gören, LGBT bireylerin haklarını savunan, son derece özgürlükçü ve demokrat Müslüman tanıdıklarım var. IŞİD’i gerçek Müslüman olarak görenler, bu dindarları gerçek dindar olarak görmüyorlar. İkinci gruptakiler de IŞİD’çileri gerçek Müslüman olarak görmüyor, çünkü onlara göre cinayet işleyen birisi zaten otomatik olarak Müslüman olmaktan çıkıyor. “Müslümanlar soykırım yapmaz” cümlesi de böyle bir zihniyetin ürünü. “Onlar cinayet işleyebilirler ama o zaman Müslüman değillerdir zaten.” Böylece dünyevi bir durum metafizik bir arınma alanına hapsediliyor ve gerçeklikten uzaklaşılıyor, bir bakıma gerçeklikle yüzleşme öteleniyor. Dünyadaki her ideoloji aynı dertten mustarip. O yüzden de her ideolojinin reel sürümü ortaya çıkıyor. Sovyet Rusya çöktüğünde o “gerçek sosyalizm” olmaktan çıkıyor. IŞİD ortaya çıktığında “gerçek İslam”ı temsil etmezken, Amerika’da salgına dönüşen rahip tacizleri de “gerçek Hristiyanlık” olmuyor.
Kısacası ortaya çıkan durum şu: her ideoloji hayırlı bir iş için ortaya çıkıyor (Hitler bile Yahudileri temizleyerek dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi hedefliyordu). Dolayısıyla “aslında özünde iyi” cümlesi bir argümandan ziyade normatif bir balon. Çünkü burada önemli olanın kavram olduğu varsayılıyor. Kavram genel anlamda ideolojiye, özel anlamda da kimliğe vurgu yapıyor ve bunların hepsi insana muhtaç kavramlar. Yani örneğin “İslam hoşgörü dinidir” cümlesinin kendi başına hiçbir anlamı olamaz. Çünkü İslam bir kavram ve onu taşıyacak insana muhtaç… O insan bu kavramın içini dolduracak ve bunun geçerli olup olmadığına karar verecek. Bir kavram sırf öyle diye öyle olmuyor. Kavram bir başına orada öylece durmasına, herkes aynı kitabı okumasına rağmen, her Müslüman farklı bir şey algılıyor ve farklı bir Müslüman kimliği ortaya çıkarıyor. Çünkü ideoloji ve kimliklerimiz bu kavramlardan önce var olan zihniyet dediğimiz bir algı dünyasına muhtaçlar. Doğu Perinçek de solcu, Murat Belge de… Herhalde ikisi de Marx-Lenin-Stalin okumuşlardır. O halde nasıl oluyor da ikisi bu kadar farklı noktalara gidebiliyor? Çünkü zihniyetleri farklı. Her kavram ve ideoloji bir zihniyetin içinde anlam bulur. Dünyada sadece ateistler olsa, bu sefer ateistler zihniyetlerine göre ayrımlaşacak. Örneğin herkes ateist diye Suriyeli göçmenler konusunda herkesin aynı fikri savunması mümkün olamaz.
O halde bu yüzyılda kimlikler ve ideolojilerden ziyade insanların artık zihniyetleri keşfetmesi ve zihniyetlere bakmayı öğrenmesi farz. Yoksa İslam deyip duruyoruz ama “nasıl bir İslam” veya “kime göre İslam” sorusu sürekli ıskalanıp duruyor. Şunu unutmamak lazım: hiçbir kavramın gerçeği yoktur, çünkü gerçek kavramı bile onu taşıyan zihniyet olmaksızın anlaşılamaz.