Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Dünyanın Habermas'a hâlâ ihtiyacı var!

ÇEVİRİ | Dünyanın Habermas’a hâlâ ihtiyacı var!

Almanya dışındaki insanlara 95 yaşındaki Jürgen Habermas'ın bu ülkede oynadığı olağanüstü rolü anlatmak zor. İngilizce konuşulan dünyadaki pek çok kişi için bu biraz şaşırtıcı olabilir ama Habermas öteden beri kutuplaştırıcı bir isim olmuştur. Bir akademisyen olmadan önce serbest gazetecilik yapan Habermas hiçbir zaman televizyonda ya da radyoda değil, her zaman yazılı olarak polemiklere girdi. En son Ukrayna için Rusya ile müzakere çağrısı yapınca ve “Biz Almanlar İsrail’i eleştiremeyiz” bildirisini imzalayınca tepkileri çekti. Artık AB amigoluğu yapmakla, Almanların “staatstragend” dediği, siyaset kurumunun bir ayağı haline gelmekle suçlanıyor. Habermas'ın mirasının kaybolup gitmekte olması, Habermas'ın değişmesinden çok, etrafındaki dünyanın değişmesiyle ilgili.

Almanya dışındaki insanlara Jürgen Habermas’ın bu ülkede oynadığı olağanüstü rolü anlatmak zor. Kuşkusuz, Habermas tahmin edilebileceği gibi dünyanın en etkili filozoflarının bulunduğu saçma listelerde yer alıyor. Ancak kamuoyuna mal olmuş bir entelektüelin altmış yıl boyunca her büyük tartışmada önemli bir rol oynamasının, hatta çoğu zaman bu tür tartışmaları başlatmasının, bir başka örneği bulunmuyor.

Berlin’de yaşayan kültür tarihçisi Philipp Felsch’in yeni kitabı “Filozof: Habermas ve Biz”, Habermas’ın savaş sonrası Alman siyasi kültürünün değişen dönemleriyle her daim uyum içinde olduğunu ileri sürmekte. Bu, Habermas gibi uzun ömürlü biri için dikkate değer bir başarı: Habermas bu yıl 95 yaşına giriyor. Felsch’in gözlemlediği üzere, Michel Foucault bu kadar uzun yaşamış olsaydı, Donald Trump’ın başka seçilmesi hakkında bir şeyler söyleyebilirdi. Hannah Arendt, Habermas gibi 95’ini görseydi, terörizm üzerine yazıp çizdiklerini muhtemelen11 Eylül’e kadar götürürdü.

Tüm bunlar, kitabın sonunda filozofun yaptığı bir itirafı daha da dikkat çekici kılıyor: Felsch, Habermas’ın Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili makalelerine gelen olumsuz tepkilerden sonra ilk kez Alman kamuoyunu artık anlamadığını düşündüğünü belirtiyor. Habermas için değişmiştir diyebilir miyiz? Yoksa Almanya’nın içinde bulunduğu tarihsel koşullarda Habermas’ın on yıllardır savunduğu pasifizm ve “post-milliyetçilikten” uzaklaştığını mı söylemeliyiz?

Habermas öteden beri kutuplaştırıcı bir isim olmuştur. İngilizce konuşulan dünyadaki pek çok kişi için bu biraz şaşırtıcı olabilir, çünkü pek çokları onu etkili iletişimin hatta uzlaşının düşünürü olarak tanıdıklarını düşünmektedir. Yine muhtemelen pek çok kişi onu uzun, anlaşılması zor teorik eserlerin yazarı olarak da düşünüyordur.

Ne tuhaftır ki Habermas’ın yazarlık yeteneği, fikirlerinin tercüme edilmesini çoğu zaman zorlaştırıyor. Bir akademisyen olmadan önce serbest gazetecilik yapan Habermas’ın kamuoyuna dönük müdahaleleri -hiçbir zaman televizyonda ya da radyoda değil, her zaman yazılı olarak- metaforlarla zenginleştirilmiş, üslup açısından parlak polemiklerden oluşuyordu. Habermas’ın akademik eserlerinin kamuoyuna tercümesi bir hayli zor olabiliyor çünkü kullandığı metaforlar aynı zamanda felsefi bir nitelik de taşıyor.

Bu eserler arasında ilk olarak 1962’de yayımlanan ve bugüne kadar Habermas’ın tüm eserleri arasında en çok satan bir kitap da bulunuyor. Kitabın oldukça ağır bir başlığı var -Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü- ancak ana tezi oldukça basit ve anlaşılır: Demokrasi dediğimiz şey yalnızca özgür ve adil seçimlerden ibaret değildir; aynı zamanda kamuoyu oluşturmanın açık süreçlerini de gerektirir.

Habermas’ın stilize ve metaforik anlatımıyla, 18. yüzyılda giderek artan sayıda burjuva okur, serbestçe bir araya gelerek roman okumak ve tartışmak amacıyla toplantılar düzenliyor ve kahvehanelerde buluşuyordu. Nihayetinde bu tartışmalar siyasi meseleler halini aldı. Bu sürecin başlangıcında monarklar kendilerini halkın hizmetine sunarken, yurttaşlar, yani mülk sahibi erkekler, artık devletlerin kendi görüşlerini temsil etmesini ve kendileri adına hareket etmesini beklemeye başladı.

Habermas’ın kitabının bir gerileme ve çöküş hikayesi anlattığı genellikle atlanıyor: Manipülatif reklam yöntemlerine giderek daha fazla bel bağlayan kapitalizm ve karmaşık yönetsel devletin yükselişi, özgür ve herkese açık kamusal alanı tahrip etmiştir. Yine de geriye dönüp bakıldığında 1960’ların kitle iletişim araçlarının altın çağı olduğu görülecektir ki bu husus Habermas’ın 2022’de “kamusal alanın yeniden dönüşümü” üzerine yazdığı bir makalede kabul ettiği bir durumdur. Bu makalesinde Habermas, “filtre baloncukları” ve “post-truth” olarak adlandırılan içinde yaşadığımız dönemi, tüm ulusların her akşam çevresinde bir araya gelebildiği, saygın ve ekonomik açıdan güçlü gazeteler ve televizyon haberleriyle karakterize olmuş bir dönem ile karşılaştırır.

Felsch’in de belirttiği gibi, Habermas’ın bu kitabı ve iletişim üzerine daha sonra yaptığı daha felsefi çalışmalar, savaş sonrası Batı Almanya’nın, yani Nazi diktatörlüğünden ve devlet otoritesine itaatin eski geleneklerinden kurtulup özgürce tartışmayı öğrenmeye başlamış halkın yaşadığı döneme uygun bir mesaj içeriyordu. Sol görüşlü pek çok kişi gibi Habermas da Federal Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki atmosferin boğucu olduğunu görüyordu: Koyu anti-komünist şansölye Konrad Adenauer ” hiçbir deney yapmama ” sözü vermiş, eski Nazileri zımnen yeni Alman devletine entegre etmiş ve bırakın aydın eleştirisini, eleştirel bir basına bile tahammül edememişti.

Bugün Almanya, akşamları televizyonlarda yayınlanan ve ertesi sabah gazetelerde geniş yorumlara yer verilen alışılmadık sayıda tartışma programı, genellikle devlet tarafından sübvanse edilen kamusal tartışma platformları ve profesörler arasında haftalarca süren münazaralara sütunlarını ayıran gazeteler ile dikkat çekmektedir. Habermas, ideal olarak parlamentoları seminer odalarına dönüştürmek isteyen rasyonalist müzakere filozofu klişesinin tersine, açıkça “vahşi” ve her türlü görüşün dile getirilebileceği bir kamusal alan çağrısında bulunuyor. Öte yandan, bu tür forumların “kanalizasyon arıtma tesisleri” gibi işlemesi ve yanlış bilgilerin yanı sıra açıkça anti-demokratik görüşleri de filtrelemesi gerekiyor.

Habermas’ın Marksistler tarafından sıklıkla “biçimsel demokrasi” adıyla alaya aldığı liberal demokratik prosedürleri desteklemesi, kendisini Fransa’da irrasyonalizmi ve her türlü normatif standarttan yoksun estetize edilmiş bir siyaseti yaydığını düşündüğü savaş sonrası entelektüel eğilimlere düşman hale getirdi. Felsch, Habermas ve Foucault’nun 1980’lerin başında Paris’te “buz gibi bir ortamda” birlikte yemek yediklerini aktarıyor. Görünüşe göre, sohbetin tek gerçek konusu Alman filmleriydi: Felsch’in anlattığına göre Habermas, Alexander Kluge’nin Alman geçmişini güvenilir bir şekilde pedagojik bir tarzda ele alan filmlerini tercih ettiğini söylerken, Foucault, Werner Herzog’un Afrika ve Latin Amerika keşiflerinde, başrolde açıkça irrasyonel olan Klaus Kinski ile “kendinden geçmiş gerçeği” kutlamasını beğendiğini söylüyordu.

Habermas’ın geleneksel Alman “Geniekult”u ya da “yüksek deha kültü” gibi bir şey geliştirmemeye her zaman dikkat etmiş olması bir tesadüf olmadığı gibi; kimi zaman Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger ile karşılaştırıldığında çağdaş Alman felsefesinin (Fransız filozof Gilles Deleuze’ün “saf aklın bürokratları” olarak adlandırdığı kişilerin egemenliğinde) tamamen sıkıcı bir hale geldiğini iddia eden Fransız gözlemciler için “A Kanıtı” olarak işlev görmesi de bir tesadüf değildir.

Ancak filozofla Bavyera’daki modernist kulübesinde iki kez röportaj yapan Felsch, Habermas’ın şaşırtıcı bir şeyi açıklamasını sağlıyor: Habermas, yazdığı gazete makalelerinin her birinin öfkeyle yazıldığını iddia ediyor. Gerçekten de Habermas, Aydınlanma’nın miraslarını bilgiççe yöneten saf aklın bürokratı olmaktan ziyade, tamamen politik bir hayvan, üstelik biraz fevri ama güvenilir sol-liberal politik içgüdülere sahip bir adam olarak anlaşılabilir.

Diyalog ve işbirliğine olan genel bağlılığının ötesinde, Habermas’ın siyasi vizyonu etnik milliyetçilik fikirlerinin ötesine ve günümüzde giderek daha fazla tehdit edilen kozmopolit bir uluslararası hukuk düzenine doğru bir evrimi gerektirmektedir.

Siyasi dürtüleri 1980’lerin başında kendisini daha önce “teori üretebileceğinden” şüphe duyduğu bir konu üzerine yöneltti: Tarih.

1986’da savaş sonrası Alman toplumundaki en önemli tartışmalardan birine yol açan polemikçi bir yazısında, dört tarihçiyi Alman geçmişini olduğu kadar şimdisini de “normalleştirmeye” çalışmakla itham etti. Habermas’a göre, Federal Cumhuriyet’in “normal” bir milliyetçiliği benimsemesi gerektiğini düşünen muhafazakârların Holokost’u normalleştirme fikirlerine direnmek çok önemliydi.

Habermas, bu yaklaşımın yerine Almanların, “anayasal vatanseverlik” olarak adlandırılabilecek bir yaklaşımı benimseyerek, kendilerine özgü sorunlu geçmişlerinden özel bir şeyler öğrenebileceklerini öne sürdü. Almanlar, kültürel gelenekleri ve büyük ulusal kahramanların eylemleri ile gurur duymak yerine, liberal demokratik bir anayasada yer alan evrensel ilkelerin bakış açısından tarihe karşı eleştirel bir duruş sergilemeyi öğrenebilirlerdi.

Bu vatanseverlik muhafazakârlar tarafından yalnızca konferans salonlarına yaraşır, fazla soyut ve özellikle uygunsuz bir metaforla fazla ” ruhsuz” bulunarak sık sık reddedildi.

Yine de Habermas’ın “Historikerstreit” ya da tarihçilerin anlaşmazlığı olarak bilinen tartışmadan galip çıktığına ve “ulus-ötesi bir siyasi kültür” önerisinin ismen olmasa da gerçekte giderek daha fazla Alman siyasetçi tarafından benimsendiğine şüphe yok.

Sonunda Habermas ve Konrad Adenauer aynı hedefte birleştiler: Batı’ya sıkı sıkıya bağlı bir Almanya.

Ancak Habermas bunu daha kozmopolit bir geleceğe doğru ilerlemede olası bir atılım olarak görmeye başladı.

Bu başarı, Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgalinden çok önce Habermas’ın siyasi dünyasında yaşanan en büyük sarsıntıyla sekteye uğradı: Bu Habermas’a göre geçmişi “normalleştirme” girişimlerinin merkezinde yer alan eğitimli bir tarihçi olan Helmut Kohl’ün yönetimindeki Doğu ve Batı Almanya’nın tamamen beklenmedik bir şekilde birleşmesiyle gerçekleşen bir sarsıntıydı.

Habermas, birleşmeye daha 1950’lerde, yani Sosyal Demokratların Soğuk Savaş dönemindeki bölünmüşlüğün aşılmasını amaçladıkları dönemde şüpheyle yaklaşmıştı. 1989’da Alman ulus-devletini yeniden yaratma çabası, anayasal vatanseverliğin zor kazanılmış başarısını etnik milliyetçilikle ikame edecek gibi görünüyordu.

Berlin Duvarı yıkıldığında Habermas, Doğu ile hiçbir “bağ ” kuramadığını itiraf etti. Pek çok kişinin tepeden bakan bir tavır olarak tanımladığı bir yaklaşımla, Orta Avrupa’daki devrimlerin yeni siyasi fikirler yaratmadığını, sadece Batı’ya “yetişmek” için yapıldığını iddia etti.

Habermas ayrıca, Orta Avrupa ulus-devletlerinin yeni kazanılan egemenlik konusunda artan hassasiyetlerinin kozmopolit bir düzeni derinleştirme ihtiyacını zayıflatabileceğinden endişe ediyordu.

Habermas, daha sonra Avrupa entegrasyonunun ateşli bir savunucusu haline geldi. O zamanlar Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak adlandırılan oluşum Adenauer gibi Hıristiyan Demokratlar tarafından başlatılan ve çoğunlukla ortak bir pazar olarak faaliyet gösteren bir oluşum olduğundan, Habermas 1970’lerin sonlarında bile hala “Avrupa hayranı olmadığını” özellikle belirtiyordu.

Ancak Avrupa Birliği, Soğuk Savaş sonrası Alman milliyetçiliğinin yeniden canlanmasından endişe duyanlar için bir tür siyasi hayat sigortası işlevi gördü. Avrupa bir yönetim haline geldiği takdirde, çok farklı ulusal kültürlere sahip olan bu topluluğun, bir çeşit Avrupa anayasal vatanseverliği gibi, soyut siyasi ilkeler tarafından bir arada tutulması gerektiğini düşünmek akla yatkın görünüyordu. 2000’li yılların başında Habermas, dönemin Alman Yeşiller Partisi’nden Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ile birlikte, başarısızlıkla sonuçlanacak bir Avrupa Anayasası için kampanya yürüttü.

Habermas bir süre sonra Avrupa’nın kimliğinin uluslararası hukuka bağlılıkla tanımlanabileceğini ve bu şekilde 11 Eylül’den sonra normatif dayanaklarını kaybetmiş görünen ABD’ye karşı bir denge unsuru olabileceğini düşünmeye başladı.

2003 yılında, Habermas birçok Fransız teorisyen gibi irrasyonalizm ve muhafazakâr eğilimleri olduğu düşünülen, eski felsefi düşmanı Jacques Derrida ile birlikte Avrupa Birliğine ateşli bir çağrıda bulundu. Avrupa, Bush Amerika’sının uluslararası hukukun sınırlarını zorlaması karşısında, refah devleti üzerinden kendini hukuka saygılı ve daha insancıl olarak tanımlayacaktı. ABD’li yeni muhafazakarların kibri, Arendt tarafından New York’ta buyur edilmesinden bu yana ABD’de birçok etkisi olmuş Habermas için kişisel bir hayal kırıklığı olmuştu.

Habermas’ın önerdiği Avrupalı kimliğinin bir diğer ana parçası da pasifizme olan bağlılıktır. Felsch, Habermas’ın pasifist içgüdülerinde son derece tutarlı olduğunu ikna edici bir şekilde gösteriyor: Habermas’ın1950’lerde Bundeswehr’in yeniden silahlandırılmasına karşı çıkışını, 60’larda Vietnam Savaşı’nı eleştirmesini ve 1980’lerin başında nükleer kapasiteli füzelerin konuşlandırıldığı bölgeleri abluka altına alanları savunmasını sıralıyor. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Habermas ahlaki ilkeler uğruna yasaları çiğnemenin son derece sakıncalı olduğu bir ülkede sivil itaatsizliği meşrulaştıran ilk önde gelen teorisyenler arasında yer almıştır.

Felsch aynı zamanda Habermas’ın Almanya’nın birleşme sonrası dönemdeki kritik dış politika kararlarının tümünü meşrulaştırdığını da hatırlatıyor: Körfez Savaşı’na desteği; Almanya’nın Kosova’daki müdahaleye katılımı, Sosyal Demokrat-Yeşil hükümetin 2002’de ABD’nin “istekliler koalisyonuna” katılmayı reddetmesi gibi…

Habermas’a göre bir savaş, kozmopolit bir hukuk düzeninin habercisi olduğu sürece haklı sayılabilir. Bu da yorum için bolca alan bırakıyor. Bu, Birleşmiş Milletler tarafından yetkilendirilen askeri eylemler için en azından biraz makul bir açıklama gibi görünüyor; elbette NATO’nun 1999’da Belgrad’ı bombalaması karşısında böyle bir açıklama yapmak çok daha zor olacaktır.

Ancak Habermas’ın bakış açısındaki yorum aralığı, Ukrayna’daki savaşın Almanya ve Avrupa’daki siyasi kültürü değiştirme biçimlerini kapsamıyor gibi gözüküyor. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin hemen ardından Habermas, merkez sol çizgideki Süddeutsche Zeitung gazetesinde Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un askeri yardım sağlama konusundaki ihtiyatlı yaklaşımını destekleyen bir yazı kaleme aldı.

Habermas her zaman Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi’ne yakın olmuştu; partinin liderleri ondan tavsiye alıyorlardı, ancak bazen de Avrupa ekonomik krizi sırasında kemer sıkma politikaları gibi yanlış bulduğu politikaları yeniden düşünmeleri için Scholz’a baskı yapıyordu. Üstelik partinin bazı fraksiyonları ile filozof arasında anti-militarizme duydukları ortak hassasiyet nedeniyle uzun zamandır bir bağ vardı.

Ancak Habermas’ın 2023’te Moskova ile müzakere çağrısı, sol kesim de dahil olmak üzere geniş çapta tepki gördü. Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrii Melnyk attığı tweet’te Habermas’ın müdahalelerinin “Alman felsefesi için bir utanç” olduğunu belirtti.

Almanya, Avrupa’nın büyük bir kısmı gibi, Scholz’un askeri anlamda kendini savunmanın yeniden gündeme geldiği bir dönüm noktası olarak tanımladığı “Zeitenwende”nin yol açtığı yeni bir siyasi dayatmaya doğru gidiyordu.

Her zaman siyasetin barış ve karşılıklı anlayış arayışından yana olması gerektiğini savunan Habermas için bu dönüşü desteklemek elbette imkânsızdı. Nitekim kitabının sonunda Habermas, Felsch’e Alman kamuoyunun tepkilerini artık anlayamadığını söylüyordu.

Habermas’ı eleştiren çevreler onun uzun süredir radikal demokratik ve sosyalist gündemlere olan bağlılığından vazgeçtiğini iddia ediyor. Habermas’ın sadece bir AB amigosu gibi davrandığını, Marksist mirası bir kenara bıraktığını, ekonomiyi demokratikleştirmekten vazgeçtiğini ve belki de en kötüsü, Almanların “staatstragend” dediği, siyaset kurumunun bir ayağı haline geldiğini düşünüyorlar. Habermas 2001 yılında ülkenin en prestijli kültür ödüllerinden birini aldığında, Alman kabinesinin büyük bir kısmı törende hazır bulunuyordu.

Ancak Felsch, Habermas’ın yarattığı mirasın gerçekten de kaybolup gitmekte olmasının, Habermas’ın değişmesinden çok, etrafındaki dünyanın değişmesiyle ilgili olduğunu öne sürüyor. Habermas’ın daha milliyetçi bir Almanya’ya ilişkin korkuları, Historikerstreit’tan bu yana hayal bile edilemeyecek şekilde tarihsel revizyonizmi dışa vuran ve yükselen bir aşırı sağ ile doğrulanmış görünüyor. AB’nin post-milliyetçilik konusunda örnek teşkil ettiği pek söylenemez; zira küresel bir “normatif güç” olma hevesi darmadağın olmuş durumda; AB Macaristan’ın Viktor Orban’ı gibi aşırı sağcı liderlerin liberal demokrasinin altını oymasını engellemekte bile yetersiz kalıyor.

Kuşkusuz Habermas hiçbir zaman tarihin sonu tezine benzer bir tez ileri sürmemiş olsa da, “freundliches Zusammenleben”, yani dostça bir arada yaşama dünyasının gerçekçi bir ütopya olduğu yönündeki temel dürtüsü kesinlikle sorgulanır hale geldi.

Yine de Habermas’ın düşüncesinin yalnızca geçmişteki Batı Almanya’nın “güvenli ortamında” bir anlam ifade ettiği sonucuna varmak yanlış olacaktır.

Anayasal yurtseverlik gibi bir şey için durum, yeniden dirilen bir aşırı sağ karşısında daha da acildir. AB her türlü açıdan başarısızlığa uğrarken, bünyesinde barındırdığı kuruluşlar siyasi ve ahlaki açıdan daha azimli girişimler için hala müsait. Örneğin, Habermas’ın Alman siyasi yetkilileri hâlâ Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un egemen bir Avrupa inşa etme davetine icabet etmeye ikna edemediği anlaşılıyor. Habermas’ın dünya görüşünün zımni garantörü olan ABD bu konularda hayal kırıklığı olsa da, ABD’nin kurucu ideallerinin neredeyse hiçbirinin hükümsüz kalmadığını söylemek mümkün.

Habermas hiçbir zaman 90’ların bazı toy ve saf liberalleri gibi olmadı: Tarih basitçe bir fikrin doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlamaz; tarih daha ziyade kamusal alanın vahşi ortamında süregelen bir mücadeledir. Entelektüellerin görevi ne iyimser ne de kötümser olmaktır; Almanya’daki anti-modernist düşünürlerin düşüncelerinin derinliğini kanıtlamak için kullandıkları yol buydu. Aksine, entelektüelin görevi mevcut düzen içinde irite edici olmak ve öyle kalabilmektir.

Kaynak: https://foreignpolicy.com/2024/06/30/revisiting-habermas-book-review-germany/

Çevirmen: Hasan Ayer

- Advertisment -