Hayli tuhaf bir grubuz biz. Açıklaması zor. Kökenimiz itibariyle, 2013’ün Nisan sonlarında bir kısmımızın Taraf’tan birlikte ayrılmaya zorlanmış olması gibi bir tarihî tesadüfle başlayan bir yazar-çizer camiası, kendi kendini yöneten bir internet sitesiyiz. Bu çıkış noktası üzerinde pek durmuyoruz, çünkü geçmişte değil bugünde yaşamak ve geleceğe bakmak istiyoruz. Aradan hayli de zaman geçti. 2013 Kasım ortalarında tekrar bir araya geldik. Yüzde yüz amatör, tamamen gönüllü emeğe dayanan Serbestiyet’i kurduk. Hiçbir politika, plan, program ya da merkezî yönlendirme olmaksızın, önceki yıllarda da yaptığımız gibi, birbirimizden bağımsız bireyler halinde, kişisel müktesebatımız neyse onunla, kafamızda gönlümüzde ne varsa yazmaya başladık. Ufaktan ufağa okunur olduk. Başta yirmi küsur kişiydik. Bazılarımız kendi istekleriyle ayrıldı. Buna karşılık havamızı, tavrımızı, üslûbumuzu beğenenler de oldu ki, yeni katılmalarla otuzun üzerine çıktık. Dışarıdan teklifler gelmeye başladı. Birini, mutlak editoryal bağımsızlık koşuluyla kabul ettik. 2015 Nisan bağı ile 2018 Ocak başı arasında,, Türkmedya çatısı altında yolumuza devam ettik. Bu sayede biraz olsun çeşitlendik ve genişledik. Sırf köşe yazarlarımız ve yazılarımız vardı; zamanla iç ve dış haberlerimiz, karikatürlerimiz, kapsamlı bir arşivimiz de oldu. Bazen misafir yazarlara, bazen dış basından çevirilere yer verebildik. Toplumsal hayatın politika dışı boyutlarını giderek daha fazla kucaklamayı umduk, ama görece az yapabildik.
Şimdi, Türkmedya çatısının altından çıkmakla tekrar geldiğimiz bu ikinci dönüm noktasında, belki bir kere daha vurgulamalıyız ki bizim en temel zenginliğimiz, kuvvet kaynağımız, kendi içimizdeki çeşitlilik. Geldiğimiz noktada, aramızda gene 1960’lar ve 70’lerin neredeyse tarih öncesinde kalmış fraksiyonlarından gelen bir kısım eski solcu var; bağımsız Kürt aydınları var; Müslüman düşünür, şair, çevreci ve feministler var. Günümüzün aşırı kamplaşmış ve kutuplaşmış Türkiyesi açısından, herhalde biraz nadir bir durum. Zira herkesin kılı kırk yardığı, havadan nem kaptığı, neredeyse mutlak genetik özdeşlik aradığı bir ortamda, bizler sadece iki asgarî müşterekle bir arada bulunabiliyoruz. İlki, gerçek ve içten demokratlık. Mevcut demokrasiyi, demokratik süreç ve prosedürleri kabul etmek, esas almak; orasına burasına çomak sokmaya, aşındırmaya, üzerine soru işaretleri kondurmaya kalkmamak. Siyasette her türlü şiddet yanlılığı, uygulaması, teorisi, savunusu veya mazeretine zerrece prim vermemek. Demokratik süreç ve prosedürlerden kaynaklanan meşruiyeti, kim olursa olsun benimsemek; buna karşılık başka herhangi bir meşruiyet ölçütü veya zeminini külliyen yok saymak.
İkincisi, dil ve üslûpla ilgili. Bizim için bu sırf bir biçim değil, başlı başına bir öz, bir içerik sorunu. 12 Eylül’den çıkış döneminde, medyada “konuşan Türkiye” sloganı atılmıştı; pek çok şey gibi bu da dejenere oldu, “bağıran Türkiye”ye dönüştü. Özellikle 2002’den bu yana, kabaca laik kesim ile dindar kesim, ya da AKP yanlıları ile karşıtları arasında, tarafların birbirini azıcık da olsa dinleyebildiği sâkin ve rasyonel bir tartışma ortamı diye bir şey kalmadı. Her şey kişisel sataşma, lâf çarpma, aşağılama, hattâ bol sıfatlı küfür ve hakarete dönüştü. Kimse sağlam bilgilere, kanıtlara, verilere bakmıyor. Kötü para iyi parayı kovdu. Dezenformasyon enformasyona galebe çaldı. En tiz ve hırçın âdilikler en çok satar hale geldi.
Oysa demokrasinin olmazsa olmazı, ara zemin. Onun için de her zaman ve her yerde belirli bir demokrasi kültürü gerekli. Karşılıklı saygı ve hoşgörü; görüş farkları ne kadar derin olursa olsun, belirli bir olgunluk, ılımlılık, itidal, dinleyebilirlik ve dinlenebilirlik — Türkiye çok oldu, her fırsatta horlanan liberal demokrasinin bu klasik değerlerini unutalı. Diyalog ve uzlaşma ayıp (çünkü zaaf), keskinlik ve ekstrem militanlık ise erdem gibi görüldü.
Bu hususlar, bizim yayın ilkelerimiz için tâyin edici önemde. Serbestiyet, herkesin inancına saygı ve kutsallık alanına tecavüz etmeme noktasında eskisinden de daha dikkatli davranıp hatâ yapmamaya çalışacağı gibi, bırakalım küfür ve hakareti, içerikle ilgisi olmayan “şahsiyat” yöntemlerine de elinden geldiğince mesafeli duracak. Şimdilik ne kadar küçük olursa olsun, böyle özgür ve rahat tartışma mekânlarının, bu tür “ara yüz”lerin yayılma ve çoğalması, inanıyoruz ki bütün toplum için büyük önem taşıyor. ”