Yanardağ, BirGün gazetesindeki yazısında Cengiz Çandar’ı şöyle suçlamıştı:
“İşte Cengiz Çandar derken, bu saldırının istihbaratını verdiği ileri sürülen bir kişiden söz ediyoruz. Ortadoğu uzmanı gazeteci Faik Bulut, bu operasyondan yaralı kurtulan bir devrimci. İsrail hapishanelerinde tam 7 yıl kalıyor. Olayın tanığıdır, hayatta.”
Aydınlık hareketinin o dönemdeki sorumlu isimlerinden Gün Zileli, olayda ağır yaralanan Faik Bulut’a Yanardağ’ın bu iddiasını sordu:
“Faik Bulut’un söylediği şu ‘Ben asla böyle bir şey söylemedim. Bunları Filistin Rüyası kitabımda yazmıştım.’ İlgilenenlerin bilgisine…”
Cengiz Çandar, bunun üzerine Gün Zileli’ye bir mektup göndererek teşekkür etti. Çandar, Zileli’nin sitesi gunzileli.net’te yayımlanan mektubunda Filistin’deki saldırı öncesi yaşananları ayrıntılarıyla anlattı. Belge niteliğindeki mektubu aynen yayımlıyoruz:
Sevgili Gün,
Merdan Yanardağ’ın Doğu Perinçek’ten ithal ettiği, hakkımda hayatım boyunca maruz kaldığım en aşağılık, en iğrenç iftiraya ilişkin gösterdiğin duyarlılığa nasıl teşekkür edeceğimi ve nasıl bir şükran duygusu duyduğumu bilemezsin.
Bunda ne var ki diyebilirsin, ama bana yönelik müthiş bir linç kampanyasında herkes arazi olmayı yeğlerken böyle bir iftirayı deşmen ve Faik Bulut’a sorup, ardından yazdıkların her zaman sahip olduğunu bildiğim yürekliliğinin bir tezahürü benim için. Beni gerçekten çok duygulandırdın. Sağol.
Senden ricam, Faik Bulut’u arayıp kendisine de dürüstlüğü nedeniyle teşekkür ettiğimi bildirmen.
Bu vesile ile o söz konusu, yani Bora’ların hayatını kaybettiği olay ile ilgili bilgileri seninle paylaşmak isterim:
Olayın, yani İsrail baskınının cereyan ettiği kampta ben hiç bulunmadım ve arkadaşların orada olduklarından da haberdar değildim. Faik Bulut, bunun böyle olduğunu haliyle gayet iyi bilir.
Bora Gözen, 1972 yılı sonlarına doğru Türkiye’den ayrılıp benim o sırada bir grup arkadaşla birlikte yaşamakta olduğum Beyrut varoşlarındaki Burj el-Barajni adlı Filistin mülteci kampına ulaştı ve bizlere katıldı. Sizler hepiniz o sırada Türkiye’de hapisteydiniz.
Bora’nın bizim yanımıza geldiğini duyunca, Ömer Özerturgut Almanya’dan kalktı geldi. Parti’nin (TİİKP) kıdemlilerinden hapiste bulunmayan sadece üçümüz kalmıştık. Ben, 1971 sonu-1972 başından itibaren Parti ile her türlü bağımı kopartmıştım. Bora da o sıralar benzer bir eğilimdeydi. Ömer Özerturgut, bizi Parti’ye geri dönmeye davet etti. Ben reddettim. O sırada hepimiz bir yolunu bulup Avrupa’ya geçmeyi tasarlıyorduk. Bora Gözen, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek ve Kerim Öztürk, Ömer Özerturgut’un kendilerine pasaport sağlanarak Almanya’ya götürülmeleri önerisini ve bu amaçla Parti’ye geri dönmeyi kabul ettiler. Ömer Özerturgut’un şartı, adı geçen arkadaşların benim yanımdan ayrılmaları ve kendisinin göstereceği yere gitmeleri ve o yeri bildirmemeleriydi. Onlar da öyle yaptılar ve tekrar “Partilenince”, yanımdan ayrıldıkları vakit nereye gittiklerini söylemediler. Ben de açıkçası umursamadım.
Müfit Özdeş ve o sırada Esat adını kullanan Çetiner Ağca ile ben, Burj el-Barajni’de, yani Beyrut’ta kaldık.
Bir Nisan günü (1973), Bora Gözen, Ahmet Özdemir ve Yücel Özbek çıkageldiler. Çetiner ile birlikte tek göz gecekondu sayılabilecek bir yerde, Burj el-Barajni Filistin mülteci kampında yaşıyorduk. Çetiner ile -umarım hayattadır- 1973 Ekim ayına kadar Cenevre ve Paris’te de birlikte yaşadık. O daha sonra Brüksel’de yerleşti. Bora Gözen, Ahmet Özdemir ve Yücel Özbek, ertesi gün deniz yoluyla Beyrut’tan Almanya’ya gideceklerini, o nedenle bizimle vedalaşmaya geldiklerini söylediler. Her üçü de yolumuz Avrupa’ya düşünce, mutlaka kendileriyle ilişki kurmamızı bizden istediler.
Üç arkadaşımıza, akşam yemeğine ve yatıya kalmalarını önerdik. Sabah erkenden Trablus’a gidersiniz dedik. Beyrut merkezinden 90 km ötedeki Trablus’a sürekli otobüs kalkardı. Trablus’tan da arkadaşların kalmakta oldukları Nahr el-Berid adlı köy, 20 km daha kuzeydeydi. O vesile ile arkadaşların Nahr el-Berid’deki küçük Filistin mülteci kampının bitişiğindeki, el-Fetih üssünde kalmakta olduklarını öğrendik. Orada başka kimler var, söylemediler; biz de sormadık. O kampa Çetiner ve ben, hiç ayak basmamıştık ve orada hiç kalmadık. Faik Bulut dahil orada kimlerin olduğunu ve kimlerin İsrail baskınında hayatlarını kaybettiğini, Beyrut’taki vedalaşmamızdan saatler sonra öğrenecektik.
Ahmet ve Yücel, akşam yemeğine ve yatıya kalmaları ısrarımıza rağmen, geri döndüler, Bora ise kalırım dedi. Almanya’ya yola çıkmadan önce, El-Fetih’te görmek istediği biri vardı, ona uğrayıp, akşam tekrar bize gelecekti. Hatta “Bak Bora, sana bir ziyafet çekeceğiz, o amaçla gidip alışveriş yapacağız. Ona göre. Kesin geliyorsun değil mi?” diye üsteledim. O sıralarda bulgur (meyhane) pilavı yapmakta çok iddialı hale gelmiştim. Kesin geleceğini söyledi ve biz de gidip Beyrut merkezindeki halde alışveriş yaparak, Bora’ya vereceğimiz veda ziyafeti için hazırlandık. Akşam bekle bekle, Bora gelmedi. Gece yarısı vurduk kafayı yattık.
Sabah radyodan Nahr el-Berid’e İsrail baskını olduğunu öğrendik. Denizden gelmişlerdi. Yahu bu bizimkilerin kaldığı yer olmasın diye, El-Fetih’te Türkiye-İran masasına bakan yakın arkadaşımız Abu Halit’i aradık. Abu Halit, 1976’da iç savaşta hayatını kaybetti. Benim ilk kitabım olan Direnen Filistin (1976, May Yayınları) ona ithaf edilmiştir. Abu Halit -Bora’nın görüşmeye gittiği kişi de oydu- telefonda “maalesef sizin arkadaşlar” dedi. Çetiner ile ikimize bir jip verdi. FKÖ’nün Paris’te İsrail tarafından öldürülen temsilcisi Mahmud el-Hemşehri’nin Fransız eşini de yanımıza katarak, Nahr el-Berid’e gönderdi. Oraya varmadan yakındaki Beddavi adlı Filistin mülteci kampına uğradık. Hayatını kaybeden arkadaşlar, oradaki Filistin şehitliğinde defnedilmekteydiler. Arkadaşların bir kısmı yanarak can vermişlerdi. Siluetlerinden Ahmet ve Yücel’i tanıdık, mezarlarının üzerine isimlerinin yazılmasını sağladık.
Nahr el-Berid’de İsrail baskınında kurtulan iki kişi olduğunu öğrendik. Biri Trablus’ta hastaneye kaldırılmıştı. Türkiye’den tanıdığımız eski arkadaşımız Cin Ali. Onu ziyaret ettik. Arafat da bizden az önce ziyaretine gelmişti. Diğerinin (adı Hüseyin Tüysüz olabilir) patlamanın şiddetinden kulak zarları zedelenmişti, onu aldık Beyrut’a getirdik. Tedavisini sağladık. Beraber kaldık. Sonra Yıldırım Dağyeli geldi, Parti adına ona el koydu, Avrupa’ya götürdü. Cin Ali ise hastaneden çıktıktan sonra, bize geldi, birlikte kaldık.
İsrail baskınından canlı kurtulan arkadaşlardan olayı tüm ayrıntılarıyla defalarca dinledik. İsraillilerin esir alıp hücumbotlarıyla götürdükleri bir kişinin daha baskından sağ kurtulduğunu, adının Faik Bulut olduğunu Lübnan gazetelerinden öğrendik. Faik Bulut’u hiç görmemiştim ve tanımıyordum. Çok uzun yıllar sonra, İsrail hapishanelerinden Türkiye’ye dönmesinden epey bir zaman sonra ilk kez gördüm. Aramızda bir konuşma geçmedi. Bu yüzden, onun sana yaptığı açıklama çok kıymetli.
Neyse, kafanı ağrıttım. Fakat kaynağı Doğu Perinçek olan bu alçakça ve hayasızca iftira kadar beni hayatımda yaralayan ve öfkelendiren hiçbir şey olmadı. Ve söylüyorum, hiçbir başka neden olmasa bile, Doğu Perinçek’i sırf bu nedenle hiçbir zaman affetmeyeceğim. Bu isme şimdi Merdan Yanardağ da eklendi, ne kadar tevil etmeye kalkışırsa kalkışsın.
Tevile kalkışırken, bir rastlantı eseri olarak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kampından, İsrail baskınından az önce ayrıldığımı söylediğim yalanını savuruyor… Hiçbir zaman hiçbir yerde böyle bir şey söylemedim. Ayrıca, öyle cahil ki, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, George Habaş’ın örgütünün adı. Bunu bilmediği kesin. Bırak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kampında bulunmadığımı, öyle bir kamp da yoktu.
Özcesi, 1972-73’te Burj el-Barajni adlı Filistin Mülteci Kampı’nda yaşamaktaydım, Bora’ların hayatlarını kaybettiği Beyrut’ta iki saatten fazla uzaklıktaki Nahr el-Berid’deki el-Fetih kampına hiçbir zaman ayak basmamıştım ve orada olduklarından da haberdar değildim.
Bu arada, onur duyduğum ve çok kişinin bildiği bir gerçeği açıklayayım: Filistin halkının efsanevi tarihî lideri Yasir Arafat’ın ve de iki numarası, Tunus’ta bir İsrail baskınıyla suikast sonucu öldürülen Halil el-Vezir’in (Abu Cihad)’ın en yakın Türk yoldaşları bendim.
Bir vur bir dinle kâse-yi fâfurdan hesabı açıldım ve sana bunları yazdım. Tarihî ayrıntı merakını sezdiğim için umarım kafanı gereksiz yere şişirmemişimdir.
Artık Türkiye’ye dönmüş olduğuma göre, yüz yüze görüşme şansımız olacak demektir.
Kal sağlıcakla. Sevgiler.