İZLEMEK İÇİN
Türkiye’de İslamcılık yirmi yıla aşkın bir zamandır ülkeyi idare eden bir ideoloji olarak kabul ediliyor. Ancak İslamcılık bir ideoloji olarak nerede ismiyle cismiyle belirir, İslamcılık kendisini nasıl üretmiş ve üretmektedir, İslamcı hat içindeki kırılmalar hangi işaretler üzerinden nasıl tespit edilir, İslamcı sıfatının bir ithamdan gurur nişanesine kadar uzanan bir skalada taşıdığı hayret verici anlam çeşitliliği neye bağlıdır nev’inden sorular sorulduğunda kolayca ve tereddütsüz cevap vermek mümkün değildir. Zira ortada her yerde ve hiçbir yerde olan, bir hayalet gibi Türkiye sathında süzülen bir fenomen vardır. Bu muammayı hem sosyal teorinin aparatlarıyla hem sağduyuyla hem de önde gelen kamusal figürlerle yapılacak röportajlar vasıtasıyla daha belirgin ve anlaşır kılma gayesiyle Yoldaki İşaretler ismiyle bir program dizisine başlıyoruz.
Yoldaki İşaretler’in ilk bölümünde ise İslamcı sıfatının nasıl bir itham kategorisine dönüştüğünü, politik içeriğinden arındığını, İslamcılığın kurumsal karşılığı kabul edilebilecek imam hatiplerin bir kanona sahip olup olmadığını ve İslamcılığın Türkiye’de siyaset yapan aktörler için niçin ilgiye şayan olduğunu konuşuyoruz. Bu yazıda ise ilk bölümde yapılan tartışmaların hem eksenini sunmayı hem de örtülü kalan unsurları gün ışığına çıkararak vurgulamayı hedefliyoruz.
Devletin en tepesindeki Erdoğan ve onun iktidar yolculuğuna başladığı kadroların büyük bir kısmı İslamcı olarak nitelendirilmeye müsait bir formasyona sahipler. Fakat siyaset bilimi dairesinde gayet geçerli olan bu gerçeklik, aktörlerin kendilerini tanımlarken tercih ettikleri söylemlere denk düşmemektedir. Ne Erdoğan kendisini bir İslamcı olarak tanıtmış ve görmüştür, ne de Ak Parti İslamcılığı siyasal bir program olarak kabul ederek hareket etmiştir. Dolayısıyla İslamcılık; kamusal entelektüeller, siyaset bilimciler ve gazeteciler tarafından Ak Parti ve Erdoğan’a atfedilen ama atfedilenin onayına mazhar olamamış bir tanımlama olarak kalmıştır. Siyasal olarak tahkim edilmeyen İslamcılık, haliyle sivil hayatta ve entelijansiyada da popüler düzeyde temsil edilmemiştir.
İslamcılığın diğer bir kullanımı ise bir itham biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İslamcılık ve onun seküler popülizme tercümesi olan “Siyasal İslam”, seküler camianın kendi Müslümanlıklarına zeval getirmeden hükümeti dini tutumlarından dolayı eleştirmek kullandıkları bir yafta olmuştur. Siyasal İslam ifadesi, hükümeti kategorik olarak eleştirmek ya da daha doğru bir ifadeyle tahkir etmek için daima yardıma çağrılan bir enstrüman olmuştur. Halihazırda zaten Ak Parti, onun sivil karşılıkları ve entelijansiya tarafından sahiplenilmeyen İslamcılık, böylece yalnızca kitabi bir tanımlama ve popüler bir itham olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslamcılığın günümüz Türkiyesindeki kullanımlarını bir tarafa konulur ve İslamcılık bir araştırma nesnesi olarak kabul edilirse her ideoloji tartışmasına eşlik eden ortak meseleler ortaya çıkmaktadır. İdeologlar ve bu ideolojiye mensup kişiler ile bir ideolojinin kanonu yahut nesiller boyu okunagelen başucu kitapları; bir ideolojiyi adına layık hale getiren iki temel unsur olarak tartışma konusu edilmelidir. İkinci aşama ise ideolojinin kullanım değerini ve formunu tartışmaktır. Bir ideoloji en temelde kişiye gerçeklikle başa çıkma yollarını verir. Kişiye, gelişimsel veya eğitim yoluyla belirli yatkınlar ve iş görme biçimleri kazandırır yani formasyon kazandırır. İdeolojiler; ideologları, kanonları ve tevarüs edilen formasyonları ile yeniden üretilir ve aktarılır.
İdeoloji için öne sürdüğümüz bu önermeleri İslamcılığa ve onun Türkiye’deki güncel haline tatbik ettiğimizde ortaya münbit bir tartışma sahası ortaya çıkıyor. Her ne kadar kendilerini islamcı olarak sunmasalar da İslamcılığa denk düşen pratikler, İslamcılık tartışması için bir mebde noktası olarak alınabilir. Böylelikle şu sorular akla gelmektedir: Türkiye’de İslamcı olarak kabul edilebilecek kesimlerin ideologları, okuyageldikleri kanonları ve tevarüs edilen formasyonları var mıdır? Her ne kadar kendini dolayımlasa da bu sorular bir nesne olarak İslamcılığı ele almanın imkanını sunmaktadır.
Nesnesi İslamcılık olan bir tartışmanın incelenmeye en müsait bir şekilde billurlaştığı görünümü İmam-Hatip okullarında bulabiliriz. Nitekim bu kurumlar hem ders dışı müfredatlarıyla bir İslamcı ideolog veya kanon varsa onun tüketimini hem de öğretmen, mezun, üst-alt dönem ilişkileriyle İslamcı yatkınlıkların tevarüs edildiği bir formasyon kazanımının koşullarını yaratmaktadır.
İmam-hatipler ve onların artçısı sivil toplum kuruluşlarının makbul insanı yahut yetiştirmek istedikleri insan profilinin nasıl bir ideolojik hatta denk düştüğünü bu okullarda teşvik edilen okuma listeleri üzerinden takip edilebilir. Bu takibat sonucu karşımıza çıkan isimlerden birkaçı şöyledir: Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemil Meriç, İsmet Özel. Bu isimlerin ortak noktası hepsinin şair olması yahut şairane bir dille yazıyor olmasıdır. En nihayetinde karşı karşıya kaldığımız manzara şairlerin tahkim ettiği ideolojik hattın olduğudur.
Şairler tarafından tahkim edilen ideolojik bir hattın coşku ve heyecanla bir ideal uğrana davranmayı kolaylaştırmak gibi bir avantajı olduğu açıktır. Fakat şair ve şiir, neyin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin stratejik öğretiler noktasında eksiktir. Maddi koşulların es geçildiği, toplumsal pratiklerle ilgilenmeyen, alabildiğine soyut kalan ve idealize edilmiş düşünsel bir dünya ortaya çıkarır. Bu şiirsel dünya muhataplarını belli bir politik tutum takınmaya zorlamaz, aksine muğlaklığıyla muhataplarına geniş bir hareket serbestisi sunar.
İslamcı mahfillerde okunan ve artık bir kanon addedilebilecek bu metinler ve isimler yekunu bu haliyle bir kılavuzluk sıfatı taşımaz ve yetişen kuşaklara takip edilecek pratik bir güzergah sunmaz. Bu metinler, yalnızca İslamcı gençlerin zihinlerinin bir kenarında olması gereken ve kültür düzeyine ait ülküler olarak karşımıza çıkar. Tehlikelerle ve rakiplerle dolu, ideolojik ayrımlara mahal vermeyen dış dünyada var olabilmek, başarılı olabilmek, daha da doğrusu galip gelebilmek için şairlerin şiirsel nesirlerinde yazanlardan çok daha fazlasına ve gerçekçisine ihtiyaçları olacaktır. İşte bu noktada İslamcı formasyon kazanımının yegâne koşulu ortaya çıkmaktadır: Hocaları, büyükleri, abileri izleyerek kazanılan, tevarüs edilen yatkınlıklar ve alışkanlıklar bütünü veya sosyal bilimsel bir tabirle formasyon. Lisede yoğun bir şekilde maruz kalınan bu formasyon kazanım süreci, vakıflar ve dernekler yoluyla üniversite sürecinde de devam etmektedir. En nihayetinde ise ülke sathına yayılmış bir islamcı ağı kurulmuştur. Yönetici sınıfın insan kaynağı olmasıyla tevarüs ettikleri formasyonun en asli niteliği de yöneticilik yatkınlıkları olmuştur.