DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, T24’ten Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtladı.
Röportajdan öne çıkanlar şöyle:
Öcalan ile ilgili kimisi anketlere de yansıyan kamuoyunun önemli bir kısmında olan tepkiyi nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz? Meclis grup toplantısında atılan sloganlardan Diyarbakır’daki özgürlük yürüyüşünde ortaya çıkan fotoğraflara. Ve buna yönelik tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
“İlk olarak şunu çok net ortaya koymalıyız: Bizim sözümüz barış, yöntemimiz demokratik siyasettir. Bu sadece bir slogan değil, siyasetimizin özüdür. Yönümüz ve hedefimiz demokratik çözüm ve onurlu barıştır. Gelen tepkileri iki kategoride değerlendirmek gerekiyor: Birinci kategori: Süreç karşıtlarından gelen tepkiler. DEM Parti dünya yuvarlaktır dese, bunlar ‘hayır dünya karedir!’ diyecek insanlar. Ağzımızdan çıkan her söze, her adımımıza öfke ve hakaretle karşılık veriyorlar. Neden? Çünkü imtiyazlarını kaybetmekten korkuyorlar. Çatışmadan beslenen, barıştan rahatsız olan bir kesimle muhatap olduğumuzu biliyoruz.
“İğneyi başkalarına, mızrağı kendimize çeviriyoruz”
İkinci kategori: İyi niyetli eleştiriler. Ama bunun dışında, sürecin gerçekten selametle ilerlemesini isteyen, Türkiye’nin prangalarından kurtulmasını arzulayan çok geniş bir kesim var. Bu kesimlerin kaygılarını, hassasiyetlerini, eleştirilerini anlamaya çalışıyoruz. Varsa eksikliklerimiz, elbette gidereceğiz. Her zaman iğneyi başkalarına, mızrağı kendimize çeviriyoruz. Birçok kesimden gelen dostane eleştirileri dikkate aldığımızı içtenlikle ifade etmek isterim. Dilimize ve siyasetimize dönük eleştirilere açığız. Yapıcı ve geliştirici eleştirilerin gereğini de yaparız. Tek ricamız: Niyet okuma siyasetine kapılmayalım, çünkü bu gerilimi büyütür. Yüz yıllık bir meseleyi çözmeye çalışıyoruz. Son 50 yıllık çatışmalı sürecin yarattığı siyasi ve toplumsal kutuplaşma, ödenen ağır bedeller nedeniyle hem Kürtlerde hem Türk kamuoyunda hassasiyetler yüksek. Unutmayalım ki, 50 yıldır çözemediğimiz bir sorunun yarattığı semptomlarla uğraşıyoruz. Siyaset kurumu bu meseledeki sorumluluğunu görmelidir.
“Siyasi partiler kafalarındaki silahı bir kenara bırakmalı”
Dolayısıyla hepimiz dikkat etmeliyiz. Belki de öncelikle bütün siyasi partiler kafalarındaki silahı bir kenara bırakmalı, eskinin alışkanlıkları ve ön yargılarını rafa kaldırmalı. Çünkü siyaset kurumunun görevi çatışma zemininin ateşini düşürmek ve çözümü kolaylaştırmak olmalı. Dolayısıyla herkesin bu hassasiyetleri gören bir yerden söz kurması, adım atması hayati öneme sahip. Emin olun, süreç başladığından bu yana ağzımızdan çıkan her söz tartıldıktan sonra çıkıyor. Böylesi süreçlerde bütün taraflar hatalar yapabilir, eksiklikler olabilir. Ama önemli olan, bu siyasi ve toplumsal türbülanslarda rotayı kaybetmemek, direksiyonu sıkı tutmaktır. Bu vesileyle şunu da görmek gerekiyor: İktidarın suskunluğu ve sürece dair belirsiz tavrı, toplumdaki gerilimi artırıyor. Çözüm sürecine dair çerçeve konuşulmadıkça, boşluğu söylentiler ve provokasyon girişimleri dolduruyor. Bunu görelim, buna önlem alalım.
“Ne biz ne de başka siyasi parti ve aktörler özensiz olma hakkına sahip değiliz”
İkinci önemli nokta: İşin özünde Kürt meselesini tartışıyoruz. Bu durumları ilk defa yaşamıyoruz. Yeni bir dile, yeni bir duruma hepimizin ihtiyacı olduğu açık. DEM Parti olarak aynı yerdeyiz, çözüm ve barış için daha fazla kararlıyız. Konuşalım, müzakere edelim, çözümü kurumsallaştıralım. Ne biz ne de başka siyasi parti ve aktörler özensiz olma hakkına sahip değiliz. 86 milyonun geleceğini ilgilendiren bir meseleye çözüm arıyoruz. Tüm partiler ve siyasi liderler: Çözüm sürecine daha güçlü sahip çıkmalı, itidalli olmalı, barışçı dille konuşmalı, toplumsal yaralara tuz basmamalı.”
“DEM Parti sürecin neresinde ise sevgili Demirtaş da orasındadır”
– Demirtaş bu sürecin neresinde yer alıyor sizce?
Sorunuza doğrudan cevap vermek gerekirse; net bir şekilde “DEM Parti sürecin neresinde ise sevgili Demirtaş da orasındadır. Ne bir adım önünde ne bir santim gerisindedir” diyorum.
Bu soruyu birkaç açıdan kısmen hatalı ve eksik bulduğumu da ifade etmek isterim.
Demirtaş’ın ne düşündüğünü, sürecin neresinde durduğunu, güncel gelişmelere dair analizlerinin ne olduğunu gerçekten merak edenler varsa, bunun tek bir yolu hukukun işlemesi, AİHM kararlarının uygulanması ve kendisinin tahliye edilmesidir. O zaman Demirtaş da özgürce konuşacak ve toplum cevaplarını dinleyecek. Bu yapılmadığı sürece, onun adına konuşmak ya da pozisyon atfetmek, en iyi ihtimalle bir spekülasyon, en kötü ihtimalle ise o iradeye yönelik eksik ve yanlış tutum olur.
– 1 Ekim’de Meclis açılışında çekilen ve hala tartışılan fotoğraf konusuyla ilgili DEM ile CHP’nin kısmen de olsa karşı karşıya geldiği bir durumu yarattığını söyleyebilir miyiz? Sizin ‘siz ne zaman Selahattinci, Figenci oldunuz?’ sorunuz, dün Ekrem İmamoğlu’nun T24’te yayınlanan söyleşisinde ‘biz yeni değil, yıllardır Sayın Demirtaş ve Sayın Yüksekdağ’ın özgür kalması gerektiğini ifade ediyoruz’ demesi. Aynı söyleşide İmamoğlu’nun kimi CHP’lilerin DEM Parti’ye tepkilerine ’19 Mart sürecinde DEM Parti başından beri bize yapılan hukuksuzlulara destek veriyor’ diye karşı çıkışını da hatırlatarak CHP sorumu sormak istiyorum.
Bir siyasetçi olarak siyaseti, anlık görüntülerin değil stratejik aklın alanı olarak okumayı tercih ederim. Tüm samimiyetimle ifade edebilirim, 1 Ekim’deki o fotoğraf karesi üzerinden DEM Parti ile CHP arasında bir karşıtlık yaratma ihtimali bulunmamaktadır.
Elbette, o gün ortaya çıkan görüntülere dair tabanımızda ve bazı temsilcilerimizde eleştiriler ve insani tepkiler oluşmuştur. Bu anlaşılırdır. Bu eleştiri ve tepkileri üstümüze aldık. Fakat 1 Ekim’in bütününü bir fotoğraf karesine hapsetmek ve oradan kategorik sonuçlar çıkarmak, aceleci ve eksik bir yaklaşımdır. Bu tepkiler, yıllardır süren baskıların, adaletsizliklerin ve yaratılan güvensizlik ikliminin birikimiyle de okunmalıdır dedik. Ancak bu durumu, iki partiyi kalıcı olarak “karşı karşıya getiren” bir kriz olarak okumak hem siyasetin doğasını aykırıdır hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları ıskalamak olur.
Siz de açtınız, asıl önemli olan, bu yüzeysel tartışmaların ötesindeki stratejik ve gerçekçi bağdır. Sayın İmamoğlu’nun size verdiği demeçteki iki vurgu bu açıdan son derece kıymetlidir. Birincisi, Sayın Demirtaş ve Sayın Yüksekdağ’ın özgürlüğünü uzun süredir savunduklarını belirtmesi, aradaki ilkesel duruşun altını çizer. İkincisi ve daha önemlisi, 19 Mart yargı operasyonları sürecinde partimizin sergilediği demokratik dayanışmaya yaptığı atıftır. Bu, aramızdaki ilişkinin anlık polemiklerle değil, hukuksuzluklara ve baskı rejimine karşı ortak bir duruşla şekillendiğinin en net kanıtıdır. Bizim CHP ile olan ilişkimiz, fotoğraf karelerine ya da kişisel tepkilere değil; demokrasi, adalet ve barış gibi temel ilkelere ve bu ilkeleri hayata geçirme mecburiyetine dayanır. Asıl gündem budur ve bu gündemin ciddiyeti, anlık tartışmalarla gölgelenemeyecek kadar büyüktür.
“CHP Genel Başkanlığında Sayın Özgür Özel’in bulunması büyük şanstır”
– CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de barış arayışlarını günlük siyasetin üstünde tuttuğunu düşünüyor musunuz?
Böylesi tarihi bir dönemde CHP Genel Başkanlığında Sayın Özgür Özel’in bulunması büyük şanstır. Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili duruşu genel anlamda hep olumluydu. CHP’ye yargı operasyonları çekilirken bile barış umutlarını korumaya çalışarak sürecin buraya gelmesine önemli katkı sağladı.
Fakat artık sürecin ikinci aşamasındayız. Negatif barış süreci başarıyla sonlandı. Şimdi yasal değişikliklerin yapılacağı, demokratikleşmenin ivme kazanacağı, hakların ve hukukun tesis ve tahkim edilmesi gereken dönemdeyiz. Bu dönemde CHP, sadece destekleyici pozisyonunda değil, oyun kurucu bir pozisyonda olması gerekir.
– Bu sürecin pozitif barışa evrilerek tamamlanma olasılığını nasıl görüyorsunuz?
Siyaset ile kehanet arasında tarih boyunca hep bir yakınlık kurulmuştur. Fakat sürecin geleceğiyle ilgili bir kehanette bulunmaktan çok, pozitif barışa neden ihtiyacımız olduğunu anlatmak isterim. Sürecin pozitif barışa evrilerek tamamlanması dünyadaki ekonomi-politik ve sistemik dönüşüm, Ortadoğu’daki jeopolitik dönüşüm ve Türkiye’deki sosyo-politik dönüşüm katmanlarının üst üste bindiği bir tarihsel aralıkta olduğumuz için gereklidir. Yani, dünyadaki yeni nizamda daha güçlü yer almak istiyorsak, Ortadoğu’daki kaos aralığından zarar görmeden çıkmak istiyorsak, 86 milyona artık çatışma, ayrışma, kutuplaşma değil; barış, birliktelik ve refah sunmak istiyorsak pozitif barışı gerçekleştirmeliyiz.
Tuncer Bakırhan İBB’ye yönelik operasyonlarla ilgili şunları söyledi:
“AK Parti’de aklı selim çok insanın bu operasyona yanlış dediğine şahidim”
“Sürecin ruhu ve aklını yok sayan, geriye çeken bir girişimdi. Bir tarafla barışı konuşuruz ama siyasetin geri kalanını istediğimiz gibi şekillendiririz demenin adı olarak algılandı ve gelinen aşamada ne kadar yanlış bir durum olduğu açığa çıkmış durumda. Ne kadar yanlış olduğunu bence en fazla AK Parti çevresi görüyordur. AK Parti’de aklı selim, bugün sesi duyulmayan çok insanın açık şekilde bu operasyona yanlış dediğine şahidim. Bu anlamda operasyonu yürüten akıl, bu duruma artık bir son vermelidir.
19 Mart operasyonları yanlıştı. Ne amaçlanıyor olursa olsun, her açıdan yanlışa çıkan bir yoldur. Toplumda açık şekilde korku ve güvensizlik duygusu derinleştirildi. Sürecin ruhu ve aklını yok sayan, geriye çeken bir girişimdi. Bir tarafla barışı konuşuruz ama siyasetin geri kalanını istediğimiz gibi şekillendiririz demenin adı olarak algılandı ve gelinen aşamada ne kadar yanlış bir durum olduğu açığa çıkmış durumda. Ne kadar yanlış olduğunu bence en fazla AK Parti çevresi görüyordur. AK Parti’de aklı selim, bugün sesi duyulmayan çok insanın açık şekilde bu operasyona yanlış dediğine şahidim. Bu anlamda operasyonu yürüten akıl, bu duruma artık bir son vermelidir. 19 Mart hamlesi, bize barışın ancak ve ancak Türkiye’nin tüm demokratik güçlerinin, yani CHP’sinden sol-sosyalistlerine, kadın hareketlerinden ekolojistlere kadar, demokrasinin kırıntısına inanan herkesin ortak mücadelesiyle mümkün olabileceğini göstermiştir. Çözüm, sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesi sorunudur. Bu ülkenin kalbine yerleştirmemiz gereken hukuktur. Hukuk herkese lazım. Hukukun olmadığı bir ülke de hiç kimse güvende olamaz.”