Türkiye siyasetinde son dönemde en çok tartışılan konuların başında AKP’den ayrılan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu iki yeni parti geliyor.
Demokrasi ve Atılım Partisi’ni (DEVA) mart ayında kuran Ali Babacan’ın AKP’yi eleştirdiği en can alıcı alanlardan biri ise ekonomi.
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda ekonominin başında bulunan Babacan, kendi dönemiyle AKP’nin şimdiki ekonomi yönetimi arasında farklar olduğunu vurgulayarak, “Türkiye’nin felce uğradığını” ve “belirsizliğin olduğu bir ortamda ekonomide toparlanmanın mümkün olmayacağını” söylüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise o dönemde uygulanan politikalardaki karar mekanizmasının başında da kendisinin olduğunu dile getirerek bu eleştirilere cevap veriyor.
En son olarak bu konuyla ilgili Erdoğan isim vermeden, “Başbakanlığım döneminde görev verdiğim bazı kişiler şimdi farklı bir şekilde bize saldırıyor. Yahu sen bakansın. Başbakan’dan onay almadan sen o adımı atabilir misin? Kime yutturuyorsun” açıklamasında bulundu.
Bu tartışmalardan yola çıkarak Ali Babacan’ın ekonomi yönetiminin başında olduğu dönemde ve sonrasında AKP’nin nasıl bir ekonomi politikası izlediğini derledik.
2002’de ekonomi yönetiminin başına geldi
Ali Babacan, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında kurulan 58. hükümette ve 2003’te oluşturulan 59. hükümette Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi.
Babacan yönetiminde, AKP iktidarından önce görevde bulunan ANAP-DSP-MHP hükümeti sırasında Kemal Derviş tarafından başlatılan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) programına paralel bir ekonomi politikası takip edildi.
Öyle ki Kemal Derviş, 2014’te İtalya’da katıldığı bir konferansta, 2002-2007’de Babacan’ın başında olduğu ekonomi kadrosunun para politikasında özerkliği korumasını övmüş ve bu dönem için ‘altın çağ’ kavramını kullanmıştı.
Babacan, 2007 yılında ise Dışişleri Bakanı oldu ve bu görevi 2009’a kadar sürdürdü.
2009’da Hazine’den Sorumlu Başbakan Yardımcısı olan Babacan, üç dönem kuralı yüzünden 7 Haziran 2015 seçimlerinde aday olamadı; 1 Kasım 2015’te ise tekrar milletvekili seçildi ve 2018’e kadar bu görevde kaldı.
2004 yılında Türk Lirası’ndan altı sıfır atıldığında yeni banknotlar dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti eşliğinde tanıtılmıştı.
İlk ters düşme 2010’da mali kural ile oldu
Babacan ve Erdoğan’ın ekonomi politikası açısından kamuoyuna yansıyan en belirgin ayrışması enflasyon ve faiz ilişkisi üzerinden 2015 yılında yaşandı.
Ekonomi politikalarında Babacan’ın AKP ile bilinen ilk ters düşmesi ise 2010’ların başındaki mali kural tartışmalarına uzanıyor.
Ali Babacan, bir yıldır üzerinde çalıştığı mali kural yasa taslağını Mayıs 2010’da kamuoyuna açıklamıştı.
Ekonomi için uzun vadeli bir öngörülebilirlik gerektiğini düşünen Babacan, kamu maliyesini kontrol altında tutacak bir “milli çıpaya” ihtiyaç duyulduğunu ve bunun için de mali kuralın uygulanması gerektiğini düşünüyordu.
Mali kural, kurallara bağlı maliye politikasının benimsenmesi takdirinde maliye politikasının esneklik sınırlarını belirleyen kurallar olarak tanımlanıyor.
Ancak Meclis’e sunulması aşamasına geldiğinde taslağın yasalaşması ertelendi.
Dönemin Başbakanı olan Erdoğan, mali kural ile ilgili olarak “Kendi içimizde IMF yaratmaya gerek yok” dedi.
Erdoğan’ın kaygısı mali kuralın kısa vadede büyümeyi yavaşlatması ihtimaliydi.
Bunun üzerine mali kural ile ilgili konuşmama kararı alan Babacan, “Tartışmayı uzatmaya gerek yok” dedi ve mali kural olmasa da seçim sürecinde mali disiplini bozacak bir uygulamaya gidilmeyeceğini açıkladı.
2015 yılına gelindiğinde Erdoğan’ın görmek istediği ekonomi politikaları ile Babacan’ın hayata geçirmek istediği yapısal reformlar uyuşmuyordu.
2008 krizi bir dönüm noktası
Berlin School of Economics and Law’da ekonomi alanında çalışan Doç. Dr. Ümit Akçay, AKP hükümetlerinin ilk yıllarında kendine has bir ekonomi politikası olmadığını ve Ali Babacan’ın AKP öncesinde zaten uygulamada olan IMF programını devam ettirdiğini söylüyor.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Akçay’a göre AKP’nin ekonomi politikalarının gidişatı açısından 2008 yılı hem küresel kriz hem de IMF programının sonlanması dolayısıyla bir dönüm noktası.
Akçay, AKP’nin yıllara göre ekonomi politikasındaki dönüm noktalarını şu şekilde açıklıyor:
2008-2010 arasında IMF programının yenilenip yenilenmeyeceği ekonomi yönetiminin gündemindeydi.
2010 yılında ABD’nin izlediği politikanın sonucu olarak sermaye akımları canlandı ve Türkiye’ye büyük miktarda doğrudan portföy yatırımı geldi; böylece IMF programı gündemden çıktı. Bu dönemde Babacan’ın özerk kurumların yetkilerinin bakanlıklara devredilmesini savunması ve buna izin verilmesi yüzünden Türkiye ekonomisinin özel sektör döviz borçluluğu sorunu ortaya çıktı.
2013 sonrasında ise sermaye akımlarının yavaşlaması ile Türkiye ekonomisi bir birikim modeli krizi yaşamaya başladı.
2014 ve 2016’da iki kere darboğazdan geçtikten sonra 2018’deki döviz krizi, birikim modeli krizinin son halkasını oluşturdu.
Birikim rejimi krizi nedir?
Akademisyen Ahmet İnsel, 2001 yılında Birikim Dergisi’ne yazdığı makalede birikim rejimini şu şekilde açıklıyor:
“Kapitalizmin dinamiğinde yatırım vardır. Kapitalist sermaye birikimi rejiminde yatırım, birikimin sürekli genişlemesini sağlayan itici güçtür. Kapitalizm, sürekli yeni yatırımlarla sermaye birikiminin beslenme ihtiyacının karşılandığı bir genişleme sürecidir.”
Marksist teoriye göre sermayenin yeniden yatırıma dönüştürülmesinin artık getiri sağlamadığı yerde birikim krizi meydana gelir; çünkü bir piyasaya sermaye akımının olması bir süre sonra değer kaybını da beraberinde getirecektir.
Akademisyen Ümit Akçay, “Neoliberal popülizm, düşük faize dayanan bir birikim rejimidir” tanımını yaparak Türkiye ekonomisinin 2002-2013 arasında bu rejime geçtiğini belirtiyor.
Alçay’a göre 2013 yılında Batı ülkelerinin parasal genişleme programlarına son vermesi ve faizleri yükseltmesi Türkiye’ye sermaye akımının yavaşlamasına, bu da yapısal krize neden oldu.
Akçay, Türkiye’de bu krizi aşacak yeni birikim modelinin belli olmamasının ekonomi politikasının kilitlenmesine neden olduğunu düşünüyor.
‘TCMB, mücadele alanına dönüştü’
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Ziya Öniş ise AKP’nin iktidara geldikten sonra izlemeye başladığı neoliberal politikaların 2011 yılında yeni bir döneme girdiğini belirtiyor.
2001’deki ekonomik krizin uygun ortamı yaratması neticesinde AKP, müdahaleci bir neoliberal politika izlemeye başlamış; bunun sonucunda da özelleştirme yaygınlaşmış ve özel sektör ile el ele vermiş bir bürokrasi yerleşmişti.
Öniş, 2011 yılında küresel alanda Batı ülkelerinin etkisi kaybolurken Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS ülkelerinin etki alanını genişletmesiyle AKP’nin yeni bir ekonomi politikası dönemine girdiğini belirtiyor.
Öniş’e göre 2011’den sonraki dönemde ekonomik büyüme daha merkezi bir yere oturdu, TOKİ üzerinden yürütülen büyük inşaat projeleri hız kazandı, ekonomi kurumlarında güç kayması yaşandı ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sarsıldı.
Merkez Bankası (TCMB) ise iki cephe arasında bir mücadele alanına dönüştü: Bir yanda Babacan, Erdem Başçı (TCMB’nin eski başkanı) ve Mehmet Şimşek (eski maliye bakanı) mali istikrarı savunurken diğer yanda Erdoğan ve Berat Albayrak (Hazine ve Maliye Bakanı) ise ekonominin büyümesi için düşük faizden yana bir tavır aldı.
Eski Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ve Ali Babacan, ekonomi politikasının temkinli para ve maliye politikası ile sürdürülebilir büyüme üzerine kurulu olmasını savunuyordu.
‘2006’ya kadar yüksek kaliteli bir büyüme yaşandı’
İki ekonomist Daron Acemoğlu ve Murat Üçer, 2002-2006 yıllarında kaliteli büyümenin, sonrasında ise kurumların ve yapısal reformların zayıflamasıyla düşük kaliteli bir büyümenin yaşandığı görüşünde.
Acemoğlu ve Üçer, beraber kaleme aldıkları makalede, 2002-2006 arasında büyümeye verimlilik ve teknolojik gelişme eşlik ettiği için yüksek kaliteli bir büyümenin yaşandığını belirtiyor.
2006 yılı itibarıyla ise ekonomik büyümenin temelini kredi artışı ve inşaat sektörü oluşturduğu için büyümenin kalitesi azalıyor.
Kırılgan bir yapıya sahip olan düşük kaliteli büyüme ihracat yerine ithalatın güçlenmesine, cari açığın artmasına ve yüksek enflasyona yol açıyor.
Aynı makalede ekonomik ve siyasi kurumların gücünün, Ziya Öniş’in de vurguladığı gibi AKP’nin üçüncü döneminin başlangıcına tekabül eden 2011 itibarıyla hızla zayıfladığı aktarılıyor.
Babacan tek başına ekonomi politikalarında ne kadar etkili oldu?
Doç. Dr. Ümit Akçay, eskisi kadar olmasa bile bugün Türkiye ekonomisinin en güçlü yanının ithal ikameci dönemde kurulan sanayi altyapısı olduğunu söylüyor.
Akçay’a göre bugün ekonominin en önemli sorunu ise ekonominin doğrultusu ile ilgili yaşanan kafa karışıklığı:
“1989 sonrasında başlayan, ancak AKP’nin ilk yıllarında esas olarak uygulanan sermaye akımlarına ve kredi genişlemesine dayalı bağımlı finansallaşma modeli, günümüzde yaşadığımız sorunların kaynaklarından biri.
“Bu modele devam mı edilecek, yeni kalkınmacı bir yöne mi gidilecek? Bu 2013 sonrasının temel sorusu idi. Hala buna bir yanıt verilebilmiş değil.”
Akçay, ekonomi yönetiminin başında olduğu yıllarda uygulanan politikalarda Babacan’ın kendine has bir etki yaptığını düşünmüyor.
“Şansı, sermaye hareketlerinin canlı olduğu bir dönemde bakanlık yapmış olmasıdır.” yorumunda bulunuyor.
Kaynak: BBC Türkçe