Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kaldırıldı. 19 Aralık 2019’da üniversitenin yönetimi Marmara Üniversitesi’ne devredilmiş, Ocak ayının ilk günlerinde ise kurucu Bilim ve Sanat Vakfı’na (BİSAV) kayyum yönetimi atanmıştı. Bu süreci izleyen kapatma kararı sonrası, üniversite bünyesindeki 8 bin öğrencinin durumu halen belirsiz.
Serbestiyet, kapatılan üniversitede okuyan öğrencilere ulaştı, düşüncelerini ve gelecek planlarını sordu. Farklı bölümlerden beş öğrenci görüşlerini aktardı:
“Canımız yanıyor demeyi bile çok gördüler”
Yusuf Babacan (lisans öğrencisi): Bugün itibariyle uzun, yıpratıcı, belirsiz ve saçma bir sürecin sonuna geldik. Şehirliler olarak bu süreçte hep bir başımızaydık. Canımızın yandığını kimseler duymadı, duyanlar ise daha çok canımızı yakmaya koştu. Okulumuzu korumak için verdiğimiz bu mücadelede “Şehirli” olarak değil sürekli “ocu-bucu” diye anıldık ve bu yüzden bütün bu yapılanlar bize reva görülebildi. Oysa biz ne ocu ne de bucuyduk. Biz sadece başarılı bir üniversitenin kendisi ile alakalı olmayan ve tarafı olmadığı bir kavgada yok edilmesini engellemeye çalışan insanlardık. Her şeyin bir yeri vardır; futbolu çimde, basketbolu parkede oynarsın. Biz de buna inanarak Şehir ile alakası olmayan hırsların ve intikam yeminlerinin üniversitemizde çarpışmasını anlamlandıramayan insanlar olarak bu yaşananlara itiraz ettik. Amacımız sadece kısa sürede kendisini kanıtlamış bir üniversiteyi korumaktı. Lakin öyle kötü insanlarmışız ki sosyal medyada bu sürece dair en ufak bir üzüntümüzü paylaştığımızda bile linç edildik. Bize “Canımız yanıyor” demeyi bile çok gördüler.
Herkes herkesi sevebilir, destekleyebilir ama bu durum aklına ve vicdanına at gözlüğü takmayı gerektirmez. Biz kalabalıklar içinde yanlışa yanlış diyebildiğimiz kadar biziz. Sonuca geldiğimizde ise 2020 yılında Türkiye’de değerli bir üniversite kapatıldı. Üzgünüm ama bence Şehir bir şey kaybetmedi, bu ülke maalesef Şehir gibi bir değerini kaybetti. Şehir havasını hiçbir zaman soluyamayacak olan öğrenciler ve hocalar için üzülüyorum. Umarım bundan sonra fillerin kavgalarında çimlere ve bu güzel ülkeye daha fazla zarar gelmez.
“Dillerde sessiz, eylemlerde yalnız, medyada görünmezdik”
Mahmut Ertürk (yüksek lisans öğrencisi): Sürecin başladığı ilk gün, en kötüsünün olacağını düşünerek işin buralara geleceğini tahmin ediyordum. Buna rağmen Mehmet Genç hocamızın tabiriyle “Hac yolunda bir karınca” olmak için kısıtlı olan hak arama mücadelemi bütün hakaret ve iftiralara rağmen sürdürmeye gayret ettim. Bütün öğrenci arkadaşlarım gibi büyük hayal ve idealler ile girdiğimiz yol kesilmiş ve büyük bir hayal kırıklığı ile yüzleşmiştik. Dillerde sessiz, eylemlerde yalnız, medyada görünmezdik. Öte yandan kapatma kararına varan son bir sene içerisinde derslerim ve çalışmalarım olumsuz etkilendi ve Covid-19 sürecinin de tuz biber ekmesiyle yüksek lisans eğitimim tamamlanamadı; nasıl devam edeceği de büyük bir soru işareti. Özetle bir meçhulden başka bir meçhule doğru seyrediyoruz.
Bütün bunların yanında, kendi kaygılarımdan çok beni çok daha fazla etkileyen şey, Şehir Üniversitesi’nin ilk gününden bu yana emeği geçen idari ve akademik kadronun emeklerinin göz göre göre ve bir çırpıda zayi edilmesi oldu. Pamuklara sarıp el üstünde tutmamız gereken alanında uzman ve dünyaca kabul görmüş hocalarımızın maaşsız ve büyük töhmetler altında bırakılması; 28 Şubat sürecinde üniversiteden yaka paça atılan, polis şiddetine maruz kalan ve eğitimini yarım bırakmak zorunda kalıp yıllar sonra Şehir Üniversitesi’nde tekrar bir fırsat ile eğitime başlayıp ancak günün sonunda yine eski travma ve kâbuslarını bugün de yaşayan arkadaşlarımın gözyaşlarına şahit oldum. Verilmiş hiçbir sözün tutulmadığını gördüğüm ve verilecek sözlerin tutulmayacağını düşündüğüm için, akademik kadronun, mezun arkadaşlarımın ve mevcut öğrencilerin mağduriyetinin çok daha ileri boyutlara taşınacağı kaygısı içerisindeyim. Verilen karar sadece bir kapatma kararı değil, binlerce yetişmiş insanın ipotek kararı olmuş olabilir. Tek suçumuz kavganın bir tarafı olmayan başarılı bir kurumda, tercih ettiğimiz yerde ve tercih ettiğimiz eğitimi almak istemekti. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın neticenin kimseye faydası ve makul bir izahı yok: Ülkeye, topluma, hukuka, mülkiyete, yüksek öğretime hatta iktidarın kendisine bile zarar verilmiş oldu. Elimden ülkem, üniversitem, hocalarım ve arkadaşlarım için hayır dilemekten başka bir şey gelmiyor. Türkiye’de siyaset üstü ve kalıcı değerler inşa etmenin ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğrendik.
“Asla unutmayacağız…”
Ahmet Eren Koç (lisans öğrencisi): Şehir Üniversitesi, her şeyden önce öğrencisi olmayı hayal ettiğim günden bugüne benim için farklı, güzel bir Türkiye hayalini temsil ediyordu. Farklı görüşlerden akademisyenlerin ve öğrencilerin bir arada oluşturduğu ortam ve kapsayıcı idealler ile dünya standartlarında verdiği eğitim belki de ülkemiz için fazla ütopik geldi. Son yaşadığımız süreçte insanların içinde yetiştiğimiz ortamı anlayamamasını, siyasi saikler içinde olmadan da bir araya gelinip bilim yapılabileceğini, beraber yaşanılabileceğini kabullenememesini kendime ancak böyle izah edebiliyorum. Maaş almadığı halde bizim için hasta yatağından kalkıp derse gelen, yapılan müdahaleler sonucu belgelerini bile toplayamayan öğrencilerinin istikballeri için canını dişine takan hocalarımızın emeklerinin, inşa ettikleri kurum kültürünün bir kalemde üstünün çizilmesi hepimizde kalıcı bir yara bıraktı. Böylesine sıcak, samimi, başarılı, istisnai bir kurumun bu kadar kolay harcanabilmesi, elimizden bir gecede koparılıp alınabilmesi kendi geleceğimiz üzerine olan etkisinin dışında, Türkiye’de siyaset üstü ve kalıcı değerler inşa etmenin ne kadar zor olduğunu; yaptığımız seçimlerin, emeklerimizin ve güvendiğimiz kurumların kurban edilmesinin siyasetin günlük çıkarları için mubah sayılabildiğini bize yaşatarak öğretti. Bize yaşatılan bütün hayal kırıklıklarına, gelecek kaygısına, üzüntülere ve anlaşılmama hissine rağmen tercih günlerime olacakları bilerek dönebilseydim yine Şehir’i yuvam olarak tercih ederdim. Bir hocamız sıkça hatırlatır, Ömer Seyfettin Ziya Gökalp’ten şöyle bir söz nakleder: “Türkiye’de buhran bitmez.” Bitmedi de. Asla unutmayacağız…
“Aklımız gerçekleştiremediğimiz hayallerimizde olacak”
(ismini vermek istemeyen bir lisans öğrencisi): Şehir Üniversitesi bizim için bir okuldan fazlasıydı. Bir aile ortamıydı. Neredeyse hiyerarşisiz ve bir o kadar da insanların birbirine saygı ve sevgiyi asla bırakmadıkları bir aile. Bizler Şehir hayatımıza başlarken birçok hayalle başladık. Kimimiz Şehir’in uluslararası standartlarda verdiği eğitimin avantajını kullanarak yüksek lisans ve doktora için yurt dışına gitmeyi planlıyordu. Kimimiz başka bölümlerde de okuyarak mümkün olduğunca uzun bir Şehir hayatı sürmek istiyordu. Kimimiz ise akademisyen olarak Şehir’de kalmak istiyordu. Şu an geldiğimiz noktada bu hayallerin hepsi yarım kaldı. Artık bu hayalleri Şehir’de aldığımız ve başka hiçbir üniversitede bulamayacağımız dersler ve alanında en iyilerinden olan akademisyenlerimizden öğrendiğimiz bilgilerimizle gerçekleştirmeye çalışacağız. Şehir resmi olarak kapatılmış olabilir ancak bizler Şehir ruhunu elimizden geldiğince yaşatmaya çalışacağız. Ne var ki bir yanımız hep eksik kalacak ve aklımız gerçekleştiremediğimiz hayallerimizde olacak. Şu sorunun cevabını ise asla veremeyeceğiz: Acaba üniversitemize ve bizlere bunlar reva görülmeseydi geleceğimiz nasıl şekillenirdi?
“Bu tecrübeden sonra insanlar özgür bir üniversitenin hayalini bile kuramayacaklar…”
Havva Yılmaz (yüksek lisans öğrencisi): Yaşadıklarımızı tarif etmek çok zor. İlk gençliğinin en nadide yıllarını saçma sapan bir yasağa kurban etmiş, üniversite hayalini kaybetmekten son anda kurtulmuş bir öğrenci olarak geldim ben Şehir’e. Yasağın kalkmasına dair küçücük bir ümit ışığı doğunca son dakikada üniversite sınavına başvurmuş, arkadaşlarım mezuniyet coşkusu yaşarken hem çalışıp hem sınava hazırlanarak girmiştim üniversiteye. Şehir öyle umulmadık bir zamanda çıktı ki, tarla sürerken define bulan köylü gibi hissetmiştim… Lisans hayatım boyunca bütün o kayıp zamanın acısını çıkardım. Takvimimin örtüştüğü ölçüde istediğim tüm dersleri almış, birbirinden kıymetli hocaların ilminden, tecrübesinden istifade etmiş, sadece kendi alanımla sınırlı kalmadan derinlikli bir eğitim sürecini tamamlamış olarak mezun oldum. Sonra yüksek lisansa devam ettim ve tıpkı lisanstaki gibi dopdolu bir yüksek lisans tecrübesi edindim.
Ne acı ki bu güzelliğe ilk saldırıya da o sırada şahit olacakmışım. Rektör kriziydi, Ülker’in desteğini çekmesiydi vesaire bunlar umrumuzda değildi ama sonrasında okulun hayatta kalma mücadelesine girmesi; gözlerimizin önündeki mucizenin karanlığa boğulmak, lekelenmek istenmesi sarsıcıydı. Yine de o günlerden bugüne geleceğimizi düşünmezdim. Şimdi hissettiğim kocaman bir boşluk duygusu. Tüm mahallenin gözü önünde üzerinizden evinizin çatısı alınsa, sonra elinizi kolunuzu bağlayıp tüm duvarları tek tek özenle yıksalar ya da gözünüzün önünde sevdiğiniz birine elini- kolunu bağlayıp işkence etseler ne hissederseniz onu hissediyorum. Başörtüsü yasağına karşı mücadele ederken üniversite sadece bir hayaldi benim için, ona ulaşamamak bu kadar acı vermiyordu. Şimdi ise neyi kaybettiğimizi çok iyi biliyorum, bizden sonrakilerin bu tecrübeyi yaşayamayacak olması korkunç bir şey. Bu tecrübeden sonra insanlar özgür bir üniversitenin hayalini bile kuramayacaklar…