Salgınla birlikte herkesin hayatında önemli değişiklikler oldu. Bu dönemin en ağır yükünü taşıyan sağlık çalışanları da işlerini her zamankinden farklı koşullarda yapıyor. Yoğun bakımda çalışandoktor ve hemşireler, bu süreçte yaşadıklarını DW Türkçe’ye anlattı.
Hekimi, hemşiresi, temizlik personeliyle yoğun bakımda çalışanlar açısından en temel fark, koruyucu donanım. Gözlük, maske, siperlik takarak, hiçbir yerinden hava almayacak şekilde koli bantlarıyla sabitlenmiş kat kat giysiler içinde saatler geçirmek, kimse için kolay değil.
"Distopik bir ortam"
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Bilim Dalı Başkanı Prof. Yalım Dikmen, bu durumu şu sözlerle anlatıyor:
"Herkes tepeden tırnağa giyinmiş durumda ve aslında hiçbirimizin yüzü yok. Bu nedenle hastalarla kurduğumuz iletişimde sıkıntı olabilir diye endişe ediyorum. Bunu gidermeye çalışıyoruz ekipçe. Dünyanın farklı yerlerinde farklı önlemler alınıyor, kimisi fotoğrafını asıyor, kimisi ismini yazıyor ama ne olursa olsun distopik bir ortam ortaya çıktı."
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkiye’nin en büyük ve hasta trafiği en yoğun hastanelerinden biri. Bu nedenle salgının başlarından itibaren hazırlık yapıldı. Ameliyathaneler dönüştürülerek yoğun bakım üniteleri üç katına çıkarıldı. Farklı birimlerden hekim ve hemşirelere yoğun bakım eğitimi verildi. İlk Covid-19 hastasının tedavi görmeye başladığı 19 Mart'tan bu yana yoğun bakımlarda 12 saatlik vardiyalarla çalışılıyor. Her vardiyada 60-70 kişi görev alıyor.
Duygusal iniş çıkışlar
Daha önce bir hemşire iki hastaya bakarken, şimdi bu sayı 4-5’i bulmuş halde. Semra Tezer, 12 yıllık yoğun bakım hemşiresi. Salgının ilk günlerinde çok kaygılıyken şimdi ümitli olduklarını söylüyor. Taburcu ettikleri ilk hastayı anlatırken o anki sevinci bir daha yaşıyor:
"Bizim iyileşen hastamız 80 yaşındaydı. Sistemik hastalığı olmayan bir dedeydi. Onun iyileşeceğine ben inanmıştım.
Yoğun bakım hemşiresi Semra Tezer'in yüzünde uzun çalışma saatlarinin izlerini görmek mümkün.
Güçlü görünümlüydü. Makineden ayırdıktan sonra, kendi kendine nefes almasını sağlamaya başlayınca ‘Evet, biz bu işi yapacağız, bu hasta buradan çıkacak' dedik ve oldu. Bu bizi çok mutlu etti, motive etti."
Elbette her zaman işler böyle gitmiyor, kaybedilen hastalar da var. Aynı gün içinde hem kayıplara hem iyileşenlere tanık olmak duygusal iniş çıkışlar yaşatıyor. Kaybettiği bir hastasına üzülürken, taburcu edilecek hastanın sevincine ortak olmak kolay değil. Böyle durumlarda ekip arkadaşları birbirine destek oluyor. Kaybettikleri ilk hastanın 89 yaşında olduğunu anlatan Semra Hemşire, "Yüzde 2’lik bir ölüm oranı varsa, o ölümün biri bile sizin evinizde olsa yüzde 100 olacağı için acısı hafiflemez" diyor.
Dede olmanın tadını çıkaramamak
Sağlık çalışanları ne kadar sıkı önlem alsalar da taşıyıcı olma ihtimali nedeniyle hem ailelerine hem de hastalarına virüs bulaştırmaktan korkuyor. Bu nedenle evine gitmeyip otel, lojman veya kendileri için düzenlenmiş yurtlarda kalanlar çok. İki çocuk annesi Semra Tezer, evinde kalmayı tercih edenlerden. Çünkü salgının ne kadar süreceği belli değil, ayrı kalmanın çocuklar üzerindeki etkisini kestiremiyor. Öpüp koklamadan, eve girer girmez kendini banyoya atıp iyice temizlendikten sonra en fazla ellerini tutarak çocuklarını sevebildiğini anlatıyor. İki yaşındaki kızıyla mesafeyi koruyabilmek için birbirlerine top atarak oynamakta bulmuş çözümü. Çocuklarla daha çok eşi vakit geçirdiği için odaları da ayırmışlar; birbirlerine romantik mesajlar göndererek flört ediyorlar.
Sağlık çalışanlarından her birinin özel hayatlarında derin izler bırakıyor bu süreç. Prof. Yalım Dikmen için bu, dede olmanın tadını çıkaramamak:
"Bu salgın başladığı günlerde ilk torunum doğdu ve onu bir kere camın arkasından görebildim. Ancak fotoğraflarıyla idare ediyoruz şu aşamada. Bana en çok koyan şey bu."
Hasta yakınları ile iletişim sorunlu
Dikmen’in verdiği bilgiye göre solunum sıkıntısı geçirenlerin çoğunluğu, üçte ikisi uyutuluyor. Nefes borularına bir tüp konularak basınçlı havayla akciğerlerinin çalıştırılması gerekiyor. Her şey iyi giderse 5-8 günü uyuyarak geçiriyorlar. Bu süreçte herhangi bir iletişim söz konusu değil. Uyanıp da kendilerine gelmeleri ise bütün ekip için çok büyük bir sevinç kaynağı.
35 yıldır yoğun bakım hekimi olan Prof. Dikmen, şuuru açık olan hastalarla daha çok iletişime girmek istediklerini, ama kat kat giysilerin altına saklanmış haldeyken bunu pek yapamadıklarını anlatıyor. Ama işlerini zorlaştıran şey bu değil. Asıl zor olan, hasta yakınlarına doğrudan bilgi verememek:
"Biz yoğun bakımda hasta yakınlarının içeriye girmesini sağlarız, bu ortadan kalktı. Hastalar da ilginç bir şekilde buna uyum gösteriyor, kabulleniyorlar. Her zaman hasta yakınlarına bilgi veririz, neler olup bittiğini anlatırız. Şimdi ancak telefonla yapabiliyoruz. Belki de salgının getirdiği en büyük sorunların başında bu geliyor. Yoğun bakım hastaları için zor bir durum ama mecburen böyle."
"Teşekkür etmekten telefonu kapatamadı"
Salgın nedeniyle hasta yakınları da evlerinde karantinaya alınıyor. Onlara bilgi vermek üzere ekipler var ama yine de bazen aksamalar olabiliyor. Hemşire Semra Tezer, birkaç gün önce yaşadığı bir olayı anlatıyor:
"Hastamın çekmecesinde bir telefon çalıyor. Hasta da entübe, konuşabilecek durumda değil. 17 kere aranmış. Ben dayanamayacağım deyip aradım numarayı. Oğluyum dedi, kapımızda polisler var, karantinadayız, çok merak ediyoruz dedi. Ben de hastaları hakkında bilgi verdim. Bu o kadar mutlu etti ki teşekkür etmekten telefonu kapatamadı."
Yoğun bakım hemşiresi Semra Tezer, israfı önlemek için 12 saatlik vardiyada sadece iki tulum kullandıklarını anlatıyor.
Sağlık çalışanları koruyucu malzeme bulmakta büyük sıkıntı çekti. Son günlerde bu sıkıntı önemli ölçüde giderildi. Bunda dayanışmanın payı büyük; çok sayıda kişi ve kurumdan bağışlar yapıldı. Bunu sevinçle dile getiren Semra Hemşire, yine de "İsrafı önlemek için 12 saatlik vardiyada iki tulum kullanıyoruz" diyor. Tuvalete çıkmak, yemek, çay-kahve hepsi bu iki tulum arasındaki süreye sığmak zorunda. Bazen 15 dakika, bazen beş. Saatler boyunca hiç su içmeden durmak ise çok yorucu. Ama olağanüstü günlerden geçtiğimiz için bunlardan şikâyet etmiyor. Her gün çok güzel yemekler gönderildiğini, tanımadıkları insanlardan teşekkür notları aldıklarını söylüyor.
Prof. Dikmen de hekim, hemşire, temizlik personeli, bütün ekibin canla başla, gayretle, hevesle çalıştığını söylüyor. "Kimsenin of dediğini duymadım" diyerek ekliyor:
"Belli saatlerde mola alınmasına dikkat ediyoruz. Şimdilik İtalya’daki gibi dramatik düzeylere ulaşmadığı için idare edilebiliyor."
O dramatik düzeye ulaşılır mı? Bunu söylemek şimdilik zor. Dikmen’e göre yeni bir dalga, yeni bir patlama olmazsa bu şekilde devam etmesi mümkün:
"Hem hastalar hem çalışanlar için farklı bir durum bu. Umarım alışmak zorunda kalmayız…"