Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Büyük Daire’sinin verdiği karar daha önce 2018’de verilmiş Selahattin Demirtaş kararından daha farklı ve keskin ifadeler içeriyor.
2018’de de Demirtaş’ın hukuki değil siyasi nedenlerle mahkum olduğu gibi ifadeler vardı ancak o gün suç yoktur denmiyordu, bugün büyük ölçüde deniliyor. Daha önce ‘ihlal yok’ denilen yerlerde şimdi ihlal var deniliyor.
Daha önce yapılmayan analizler son kararda yapılmış.
Ne dediğimizi etraflıca anlatacağız ama ondan önce hükümetin tepkileri bağlamında birkaç kelam etmek lazım.
AIHM büyük dairesinin verdiği Selahattin Demirtaş kararı Türkiye’yi bağlamaz, anlamsızdır vs demeden, AIHM’e “Akıl nizam diliyorum” demeden; “AİHM bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez” gibi cümleler kurmadan önce şu bilgilerin hatırlanılması faydalı olurdu.
Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Sözlemesi’ni (AİHS) onaylatan CHP filan değil. 1954’te Menderes döneminde bu sözleşmeyi kabul ettik. AİHM’e bireysel başvuru hakkını da HDP yüzünden ya da gayri milli ihanet şebekeleri yüzünden değil Özal döneminde 1987’de kabul ettik.
2004 yılında, Anayasa madde 90’a, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki özgürlük tanımlarının yerli hukuktan üstün olduğu” ibaresini ekledik. İktidarda AK Parti vardı.
2010 yılındaki referandumla Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru hakkını düzenleyen anayasa değişikliği kabul edildi. Hangi hallerde bireysel başvuru hakkının kullanılacağı Anayasa’nın 145. maddesi tarafından düzenlendi. Hangi hallerdi onlar? “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki temel hak ve özgürlüklerin ihlali” halleri. İktidarda yine AK Parti vardı.
Özetle AİHM kararları bağlayıcı. Bağlayıcı olacağını kabul etmişiz.
Şimdi Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi profillerin mahkumiyetinin sürmesini isteyen Türkiye, Ceza Muhakemeleri Kanunu madde 311’in f fıkrasına neden aykırı hareket ettiğini daha evsaflı gerekçelerle ortaya koymak durumunda. Zira bu fıkra açıkça AİHM’in verdiği karar doğrultusunda yargılamanın yenilenmesi gerektiğinden bahsediyor.
Neden böyle bir ceza muhakemeleri kanunu maddesi düzenlemişiz? Çünkü imza attığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 46/1. Maddesi şöyle diyor : “Yüksek Sözleşmeci taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”
Buraya kadar her şey anlaşıldıysa devam edelim.
Demirtaş kararının hikayesi
AİHM büyük dairesinin 158 sayfalık son kararı 16’ya 1 karşı oyla alınmış ve hafife alınabilir gibi değil. Demirtaş’ın 4 Kasım 2016’daki tutuklanmasıyla başlayan süreci, tutuklanma tarihinden önceki verilerle inceleyen ve bol bol eleştiride bulunan bir karar söz konusu. Görülen o ki, sadece 6-8 Ekim Kobani olayları incelenmemiş, “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün” cümlesi de karara girmiş, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi yüzünden ‘cezalandırıldığı’ analizi de.
Demirtaş’ın avukatları 2018’de verilen kararda bazı şikayetleri ihlal kabul etmeyen mahkemeye bu verileri sunarak büyük dairenin daha kapsamlı ve daha sert bir karar almasını sağlamışlar.
Adım adım gidelim.
İsnad edilen iki tür suçlama var malum.
Biri terör örgütü üyesi olmak, diğeri de suç işlemeye tahrik etmek. (Burada kastedilen özellikle 6-8 Ekim’de HDP’nin attığı tivit.)
Demirtaş 4 Kasım 2016’da tutuklandıktan sonra avukatları Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Avukat Benan Molu’dan dinlediğim kadarıyla sonraki süreç şöyle gelişti: AYM başvuruyu süratle incelemeyince Demirtaş için Şubat 2017’de AİHM’e başvuruldu. Demirtaş’ın özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiği, dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra başlayan pek çok açık ya da gizli yürüyen soruşturmalar eliyle Demirtaş’ın siyasi kimliğinin cezalandırılmak istenmesi, 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın serbest seçim hakkının ihlal edilmesi gibi gerekçeler ileri sürüldü.
AYM 21 Aralık 2017’de verdiği red kararıyla başvuruyu dayanaktan yoksun buldu.
AİHM ise 2018’de özetle şunu dedi: “Elimizdeki deliller bakımından bu suçları işlendiğine dair bir makul şüphe var, o yüzden özgürlük ve güvenlik hakkı bakımından ihlal olmadığına karar veriyoruz. Ancak Türkiye’de basmakalıp gerekçelerle devam ettirilen uzun tutukluluk halleri sorunu var. Demirtaş’ın tutukluluk halinin devam ettirilmesinden ve cumhurbaşkanlığı seçimine girip partisinin adayı olamamasından dolayı serbest seçim hakkını kullanamamasıyla ilgili olarak (AİHS madde 18) ihlal kararı veriyoruz ve serbest bırakılması gerektiğine hükmediyoruz”
7 Eylül 2018’de Demirtaş başka bir dosyadan (Öcalan’ı öven bir konuşma ile ilgili bir dosyadan dolayı) 4 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildi ve hükümlü hale geldi.
Avukatlar davayı yeniden incelenmesi talebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin büyük dairesine taşımıştı. Büyük Daire duruşmasından 16 gün önce, 2 eylül 2019’da Demirtaş, 4 Kasım 2016’da tutuklanmasına neden olan davadan tahliye edildi.
Büyük Daire’de duruşma yapıldıktan 2 gün sonra ise, Demirtaş başka bir soruşturma nedeniyle yeniden tutuklandı (20 Eylül 2019). Aldığı 4 yıl 8 ay ceza ile ilgili karar şu an istinaf mahkemesinde, ancak mahkeme cezayı onasa bile 4 yıl 8 aylık ceza zaten Demirtaş’ın yattığı kısımdan mahsup edilebiliyor.
İkinci tutuklama ise Demirtaş’ın şüphelisi bile olmadığı bir dosya üzerinden gerçekleştirilmiş durumda, ikinci tutuklama kararının dayandığı soruşturma ‘gizli’, isnad edilen suçun ne olduğu bilinmiyor ve henüz hala bir iddianame ortaya konmuş değil. An itibariyle Demirtaş hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmuyor ama adam 4 yıldır tutuklu.
Kararda bir ben yokum bir de annem
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük dairesinin bir kaç gün önce verdiği karar işte bu serüven ile ilgili. Sadece ihlaller değil olaylar da tek tek listelemiş. Fazlasıyla detaylı ve ağır bir liste bu.
Vaktiyle Kılıçdaroğlu’nun da onay verdiği ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’nı içeren düzenlemenin kötüye kullanılması gibi konu başlıkları bile büyük dairenin sıraladığı serencamda yer almış.
Ama ilk göze çarpan, başta da belirttiğim gibi, AİHM’in 2018’de makul şüphe var demesine rağmen beş gün önce çıkan AİHM Büyük Daire kararında artık bunun denmemesi. Daha önce AİHS madde 5’e göre ihlal bulunmadığı halde bu kez madde 5 de referans alınıyor. (Madde 5 özgürlük ve güvenlik haklarını ve bu haklara yönelik ihlalleri düzenler.)
Bu fark şunlara yol açıyor. Önceden ‘suç olabilir’ yaklaşımı vardı, bugün suç da yok deniliyor.
AİHM Büyük Daire, Selahattin Demirtaş’ın attığı iddia edilen ama aslında HDP’nin attığı tivitle 6-8 Ekim’de yaşanan üzücü olaylar arasında illiyet bağı yoktur diyor. Bahis konusu tivitin barışçıl bir gösteri ve toplanma çağrısı niteliğinde olduğunu söylüyor. Bu tesbitle Demirtaş’a atfedilen cinayete azmettirme gibi suç isnadlarının açığa düşmesine yol açıyor.
Demirtaş’ın Demokratik Toplum Kongresi’nin toplantısına katılmasıyla ilgili suç isnadına karşı ise DTK’nın yasal bir kuruluş olduğu, Demirtaş’ın yaptığı açıklamaların ise polemik içeren ve rahatsız edici ifadeler içermesine rağmen ifade özgürlüğü kapsamına giren ifadeler olduğunu söylüyor.
Dahası şöyle önemli bir şey söyleniyor: Türkiye bir çözüm süreci yürüttü, bu süreç hükümet eliyle yürütüldü, süreç boyunca soruşturma başlatılmayan açıklamalardan aradan beş yıl geçtikten sonra suç icad edilemez.
Hükümetin savunmasında yer alan “Demirtaş aleyhinde çok fazla soruşturma olması bile örgüt üyeliğine delildir” ifadesini ele alıp “Bilakis” diyor, “çok fazla davasının olması dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra başlayan yargı tacizi ile ilgilidir”.
Bütün bunlardan sonra büyük Daire, ilk kez silahlı örgüt kurma, yönetme veya örgüte üye olma suçlarını düzenleyen TCK 314 aleyhinde bir değerlendirmeye yer veriyor: TCK 314’ün, Venedik Komisyonu İnsan hakları Komiserliği raporu ve diğer uluslararası raporların aradığı kriterleri taşımadığını, öngörülebilir olmadığını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aradığı şartlar bağlamında kanun niteliği taşımadığını belirtiyor.
Demirtaş’ın 2018 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine girme hakkının ihlal edildiğine hükmeden AİHM, Türkiye’nin Demirtaş’ı tutuklama gerekçesinin “hukuki” değil “siyasi” olduğuna hükmetmişti. Yargı mercilerinin ülkedeki siyasi iklimden etkilenerek muhaliflere karşı sert bir tutum sergilediği değerlendirmesi yapılmıştı. Ancak AİHM Büyük Daire, bunu bir adım daha öteye götürerek genel bir yargı bağımsızlığı eleştirisi getiriyor. HSK’nın atama kararlarını, Cumhurbaşkanı açıklamalarını, karardan sonra yapılan ‘karşı hamlemizi yaparız’ denmesini, aynı delillerle ikinci kez tutuklama kararı verilmesini dile getirerek daha geniş bir resim çizildi. İkinci tutukluluğun birinci tutukluğun devamı niteliğinde olduğunun vurgulaması hiçbir açık kapı bırakmamakla ilgili bir netlik arzediyor. Yani Demirtaş tahliye edilse de hakkında gizli olarak yürütülen herhangi bir soruşturmadan dolayı üçüncü ya da dördüncü kez yeniden tutuklanmasını engellemek amaçlanıyor.
Türkiye’ye karşı bir davada ilk kez esas meselenin Selahattin Demirtaş olmadığı genel olarak demokratik sisteminin tamamının tehdit altında olduğu, esas amacın çoğulculuğu, siyasi tartışmayı ve muhalefeti bastırmak olduğu gibi ifadeler kayda geçti.
Karar taraflı mı?
Olabilir, mümkün.
Şahsen 6-8 Ekim olayları için yapılan çağrının ‘barışçıl’ olduğunu düşünmüyorum. HDP gibi ‘olağan dışı’ bir partinin aşırılıklarıyla meşhur YDGH’sından vs. bihabermiş gibi sokağa adam çağırması doğabilecek sorunları kabul edilebilir bulduğu anlamına gelir. Ancak çağrı HDP genel merkezi tarafından yapılmıştı, dolayısıyla Demirtaş’ınki sınırlı bir sorumluluktur ve ‘tek bir kişi olarak’ o çağrının bedelini ‘yeterince’ ödediği de aşikardır.
AİHM Büyük Dairenin verdiği son karar, Türkiye’ye Türkiye’nin algısının hesabını kesen bir karar. Hukukun siyasi amaçlar için araçsallaştırdığına dair genel bir kanı var ve bu kanı pek çok şeye sirayet ediyor. Bu kanı %100 haksızdır, gerçeği yansıtmıyor da diyemiyoruz.