İsmail İçen: Dünya dışı bir bilinç gezegenimizi ziyarete gelse ve “insan nedir? siz burada ne yapıyorsunuz?” diye sorsa benim önereceğim kitaplardan biri ‘İnsanı Anlamak’ kitabınız olurdu. Siz kitaba çocukluğunuzdan bahsederek ‘Kişisel Bir Not’ ile giriyorsunuz. Zihniyet merakınız nasıl başladı?
Etyen Mahçupyan: Açıklayamadığım şeylerle tabii. Benim çocukluğumda etrafıma baktığımda gördüğüm şey; durumlar var, bana göre apaçık durumlar ve insanlar bu apaçık durumların garipliğini fark etmeden aynı davranışları tekrarlıyorlar. Çok sosyal bir ailede büyüdüm ben. Annem ve babamın envayı çeşit arkadaşını ve akrabayı bir arada gördüm; birbirine benzemeyen yapıda birçok insan ve davranış kalıbı…
Çocukluğumdan beri ataerkil davranışlara belirli bir tepkim vardı. Etrafımdaki insanların çoğu da ataerkil davranış kalıplarıyla hareket ediyordu doğal olarak, çünkü kültürümüz böyle. Kabaca söylersem insanların ‘aptalca’ davranmaları beni hem hırslandırdı hem meraklandırdı. O zaman ‘aptallık’ olarak değerlendirdiğim davranış kalıplarının zihnimizdeki belirli bir zihniyet modülünden kaynaklandığını ve kolay kolay da değişmediğini anladım zamanla. Ve ufak yaşlarda benim için buluş sayılabilecek şey kendimizi kandırdığımızdı. Zihnimizde kendimizi aldatmaya yönelik bir dürtü ya da bir sistem var. El yordamıyla keşfettiğim şey buydu.
Kitapta zihin okumaktan bahsediyorsunuz?
İnsan zihninde ‘zihin okuma’ diye bir modül var. Bu çok önemli, çünkü kime güveneceğinizi bilmeniz gerekiyor ve böyle durumlarda bu modül devreye giriyor. Karşınızdakinin sizin hakkınızda ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilmek için kullanıyorsunuz bunu.
Bir süper gücümüz var yani?
Evet, başka canlılarda olmayan bir özellik bu. Ama tek başına yetmiyor. Evrim sürecinde, karşıdakinin farklı durumlarda nasıl davranacağını kestirebilmek için bir adım daha atılmış. ‘Niçin’ diye sormaya başlamış insan. ‘Neden’ böyle davranıyor. Ve şunu keşfediyor insan; tanımaktan anlamaya doğru geçmeliyim. Yani ‘anlam’ atfetmek durumundayız. Ve onun için de dürtüleri sorgulamaya başlıyoruz. Kitapta da gösterdiğim şey bu; dürtülere geldiğimiz zaman artık zihniyetten bahsetmeye başlıyoruz. Yani farklı durumlar karşısında farklı nedenlerle ortaya çıkan farklı davranışların anlamını kavramak ve o anlamı anlayabilmek meselesi bu. Zihniyeti anlamak karşımızdakinin birbirine benzeyen / benzemeyen farklı davranışlarını ve davranış biçimlerinin bütün varyasyonlarını tutarlı hale getiriyor. Öyle bir çerçeve oluşturuyor ki, bize çelişkili görünen pek çok davranış tutarlı görünmeye başlıyor. Ve çok önemli bir adaptasyon aracı oluyor zihniyet.
“Beyinlerimiz anlaşılabilecek kadar basit olsaydı, bizler onu anlayacak kadar akıllı olamazdık” cümlesiyle başlıyor kitabın ‘Zihin’ bölümü. Neden?
Çünkü bir şeyleri anlamaya çalışırken yine kendi zihnimizi kullanıyoruz. Ama kendi zihnimizi ne kadar anlıyoruz ki? Bunu tam olarak anlama şansımız yok. O zihnin içindeyiz, dolayısıyla o zihnin kapasitesinin her zaman daha altındayız. Kapasitesinin getirdiği sınırlar dahilinde anlamaya yaklaşıyoruz ama hiçbir zaman zihnimizden daha akıllı olma şansımız yok. Fakat bu sadece zihinle ilgili bir şey değil. Aynı şeyleri gerçeklikle ilgili olarak da söyleyebiliriz.
Zihin neremizde peki? Sadece beynimizde mi? Ruh dediğimiz şey aslında zihnimiz mi?
Zihine fiziksel olarak baktığımız zaman…….
(Devamı ve söyleşinin tümü YouTube kanalımızda).