Taliban yöneticileri iktidarı almak için Afganistan’a dönerken, dünya güçleri nüfuzlarını ortaya koymak için çabalıyor. Bu süreçte Arap ve Müslüman dünyasından iki kilit arabulucu ülke öne çıkıyor: Katar ve Türkiye.
Her ikisi de Taliban’a erişim konusunda yakın geçmişlerinin sağladığı avantajdan faydalanıyor. Her ikisi de fırsat kolluyor. Ancak her ikisi de bir kumar oynuyor – bu sonunda Orta Doğu’daki eski rekabetleri daha da körükleyebilir.
Körfez’in doğalgaz zengini küçük ülkesi Katar’daki yetkililer, ortaya çıkan kargaşada Kabil’den çıkmaya çalışan ülkelerin can simidi oldu.
Küresel çatışmaları inceleyen bir düşünce kuruluşu olan International Crisis Group’un kıdemli danışmanlarından Dina Esfandiary, “Hiç kimse şu veya bu şekilde bir Katarlının yardımını almadan Afganistan’dan büyük bir tahliye işlemi gerçekleştiremedi” diyor.
BBC’ye konuşan Esfandiary, “Afganistan ve Taliban, [Katar] için önemli bir zafer olacak, çünkü bu sadece Taliban ile başka ülkeler arasında arabuluculuk yapabileceklerini göstermeyecek, aynı zamanda onları denkleme dahil olan Batı ülkeleri için ciddi bir oyuncu haline getiriyor” cümlelerini kullanıyor.
Batılı ülkeler Kabil’den kaçarken, bu temasların diplomatik değeri arttı. Katar Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lolwah Alkhater’in, dünya güçlerinin teşekkür ve övgü dolu paylaşımlarını retweet’lediği Twitter sayfası, ülkesinin bir taşıyıcı kemer rolü üstlendiğini açıkça gösteriyor.
Alkhater, Bu ayın başlarında da Twitter’dan “Katar… bu çatışmada güvenilir bir arabulucu olmaya devam ediyor” mesajını paylaşmıştı.
Ancak Taliban’a bir köprü kurmak -Orta Doğu’nun fay hatlarından birini kırılgan hale getirme ihtimali de dahil olmak üzere- gelecek için hâlâ riskler içeriyor. Türkiye ve Katar; Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü bu tür İslamcı hareketlere daha yakın.
Güney Asya’da bu iki devlet Taliban ile dünya diplomasisi yapmak üzere güçlendirilirse, dalgalar Ortadoğu’yu vurur mu?
Dina Esfandiary, Taliban’ın yeniden iktidara gelmesinin, hükümeti ve toplumu İslam hukukuna göre yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir siyasi ideoloji olan İslamcılığa doğru yenilenmiş bir dönüş anlamına geldiğini, ancak şimdilik bunun Güney Asya’yla sınırlandığını söylüyor:
“Afganistan için geçerli bu. Orta Doğu için geçerli olduğu anlamına gelmiyor. Son 10 yılda bölge, İslamcı gruplar ve İslamcı olmayan grupların arasında durmaksızın ileri geri gitti.”
Taliban’la konuşmak
Taliban’ın 1990’lardaki asıl iktidar dönemi sırasında, sadece üç ülke ile resmi bağları vardı: Pakistan, Suudi Arabistan ve BAE.
Son ikisi, ABD’deki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra tüm resmi ilişkisini kesti. Ancak, Suudi şahıslardan gelen gizli fonların daha sonra yıllarca sürdüğü haberlerde yer aldı. Suudi yetkililer daha önce Taliban’a giden herhangi bir resmi finansmanın varlığını reddetmiş ve özel nakit akışlarını durdurmak için sıkı önlemler aldıklarını açıklamıştı.
Ancak Afganistan’daki ABD birliklerinin varlığı Amerikalılar arasında da istenmeyen bir durum haline geldikçe, diplomasi yapabilecek devletlere yol açıldı.
Katar ve Türkiye için Taliban ile temas farklı şekillerde gelişti.
Obama yönetimi savaşı sona erdirmeye çalışırken, Katar 2011’deki barış çabalarını tartışmak için Taliban liderlerini ağırladı.
Tartışmalı ve inişli çıkışlı bir süreçti. Işıltılı Doha banliyölerinde dalgalanan bir Taliban bayrağının görüntüsü birçok kişiyi rahatsız etti (ABD’nin talebi üzerine bayrak direğini kısalttılar). Ama bu rol, İran ve Suudi Arabistan kutupları arasında yer alan bir ulus olan Katarlılar için, çok önemli gördükleri özerk bir dış politikaya ulaşma yolunda otuz yıllık bir arzunun gelişmesine yardımcı oldu.
Doha görüşmeleri, geçen yıl Başkan Donald Trump himayesinde, Amerika’nın bu yıl Mayıs ayına kadar Afganistan’dan çekilmesi için yapılan bir anlaşmayla sonuçlandı. Göreve geldikten sonra Joe Biden, tam bir geri çekilme için son tarihi 11 Eylül’e kadar uzattığını duyurdu.
‘İhtiyatlı iyimserlik’
Afganistan ile güçlü tarihi ve etnik bağları olan Türkiye, NATO ittifakının tek Müslüman çoğunluklu üyesi olarak muharip olmayan birlikleriyle bizzat sahada yer aldı. Analistlere göre, bazı Taliban bağlantılı milislerle yakın istihbarat bağları geliştirdi. Türkiye, aynı zamanda, Taliban’ın dini eğitim kurumlarından doğduğu komşu Pakistan’ın da bir müttefiki.
Geçtiğimiz hafta Türk yetkililer, Kabil Havaalanı’ndaki kaos sırasında Taliban ile üç saatten fazla süren bir görüşme yaptı. Tartışmaların bir bölümü, Türk birliklerinin altı yıldır koruduğu havaalanının gelecekteki akıbetiyle ilgiliydi. Taliban, Afganistan’ın “işgalini” sona erdirmek için diğer tüm yabancı güçlerle birlikte Türkiye’nin de ülkeden ayrılmasında ısrar etmişti. Ancak analistler, geçen haftaki toplantının daha geniş bir gündemin parçasıymış gibi göründüğünü söylüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Taliban liderlerinden gelen mesajları “temkinli bir iyimserlik” ile karşıladığını söyledi. Taliban ile temas konusunda gelen eleştiriler kendisine sorulduğunda, kiminle konuşacağı konusunda “kimseden izin almayacağını” da sözlerine ekledi.
Bir basın toplantısında “Bu bir diplomasidir” dedi. “Türkiye, Afganistan’ın birlik ve bütünlüğü için her türlü desteği vermeye hazır, ancak çok temkinli bir yol izleyeceğiz” diye ekledi.
İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nden Afgan ilişkileri uzmanı olan Prof. Ahmet Kasım Han, Taliban ile uğraşmanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir fırsat sunduğuna inanıyor.
BBC’ye verdiği demeçte Kasım Han, “İktidarlarını sürdürülebilir kılmak için Taliban’ın uluslararası yardıma ve yatırıma ihtiyacı var. Taliban bugün hükümet çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemiyor” cümlelerini kullandı. Türkiye’nin kendisini Kabil’deki büyükelçiliklerini açık tutan Rusya veya Çin’den daha güvenilir bir aracı olarak “garantör, arabulucu, sağlayıcı” olarak konumlandırmaya çalışabileceğini söyledi ve ekledi: “Türkiye bu rolü üstlenebilir.”
İtibar riski
Birçok ülke, özellikle Doha kanalı aracılığıyla, Kabil’i ele geçirmesinden bu yana Taliban ile teması sürdürmeye çalıştı. Ancak Türkiye, risklerle dolu olsa da, sahada ilişkiler geliştirmek için daha güçlü konumda olanlar arasında.
Prof. Han ayrıca Afganistan’da daha fazla bağa sahip olmalarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politikasında “satranç tahtasını genişletmesine” ve AK Parti tabanına oynamasına izin verdiğine inanıyor.
“Ancak bu rol, Türkiye dahil herhangi bir ülkenin uygulamada acımasız olan bir şeriat rejimi kurulmasına sponsor olacağı bir noktaya geliyorsa… Türkiye kendisini orada düşünmemeli” diye ekliyor.
Erdoğan’ın bu hareketinin, Türkiye’nin ABD ve NATO ile gergin ilişkilerini düzeltmek ve Afgan mültecilerin Türkiye’ye akışını engellemek için nüfuz oluşturmak gibi daha “mantıklı” nedenleri olduğu da bildiriliyor.
Katar’a gelince, yetkililer Katar’ın arabuluculuk rolünün Körfez’de yıllarca süren çalkantıları ağırlaştırmaktan ziyade azaltacağını umuyor.
Doha, Orta Doğu’daki birçok büyük ihtilafta rakip gruplar arasındaki müzakerelere aracılık etti. Ancak Arap Baharı’nın ardından Körfez’deki rakipleri onu İslamcıların yanında yer almakla suçladı. 2017’de Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn, Katar’ı devlete ait haber kanalı El Cezire aracılığıyla İran’a fazla yaklaşmak ve istikrarsızlığı körüklemekle suçladı ve bu ülkeyle bağlarını kesti.
Şimdilik Afganistan halkı için son derece belirsiz bir durumun ortasında, Katar ve Türkiye, dış dünyada birçokları için “Taliban’la konuşanlar” statüsünde. Çin ve Rusya da Kabil’de gelecekte elde edilebilecek bir erişim için rekabet içinde.
Prof. Han, “en işbirlikçi yaklaşım” olarak adlandırdığı bu seçeneğin ehven-i şer olduğunu söylüyor, “Türkiye, Batı’nın bir üyesi olarak, [insan hakları] konularında Batı’nın baskısına daha duyarlı” diyor.
Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin yarattığı dalgalanmalar daha yeni başladı. Milyonlarca sıradan Afganın hayatı, bu dalgalanmaların nasıl yayıldığına bağlı.
Çeviren: Enis Aydın