Pakistan’da 1,5 aylık dramatik güven oylaması sürecinin ardından Başbakan İmran Han liderliğindeki Pakistan Adalet Hareketi (PTI) hükümeti 9 Nisan gecesi düştü. İmran Han muhalefete çekilirken, Federal Parlamento içerisinden yeni bir başbakan ve kabine oluşturulabilirse yeni hükümet, erkene çekilmediği takdirde 2023 seçimlerine kadar Pakistan’ı yönetecek. Yeni bir kabine oluşturulamazsa, Cumhurbaşkanı muhalefet ve düşen iktidarın ortak kararıyla teknokrat bir kabine atayacak ve en iyimser tahminle üç ay içerisinde genel seçime gidilecek.
İmran Han, 1990’lardan bu yana Pakistan Halk Partisi (PPP) ile Pakistan Müslüman Ligi-Navaz (PML-N) arasında devam eden iktidar rotasyonunu kırmak için ‘üçüncü yol’ olarak 2018 seçimlerinde iktidara ge(tiri)ldi. İmran Han hakkında şu ana dek yazılan en nitelikli portre yazısından, Haiti’de Aristide, Venezuela’da Chavez, Ekvador’da Correa, Hindistan’da Modi, Tayland’da Shinawatra, ABD’de Trump örneklerinde olduğu gibi, kendisini bir nevi ‘Pakistan’ın kurtarıcısı’ olarak gördüğünü anlıyoruz. İmran Han, iktidarda kaldığı 3,5 senede bu güç vehmine aşırı kapıldı; bir anda ordunun da desteğiyle mevcut siyasi liderlerin tamamını yargılayarak tarihten silebileceğini, sil baştan bir Pakistan yaratacağını, uygun gördüğü ‘ulvi’ politikaları Cumhurbaşkanı kararnameleriyle Meclis’e uğramadan hayata geçirebileceğini, dış politikada istediği şekilde davranabileceğini düşündü. Bu uğurda muhalif gazetecilerin sindirildiği ve muhalif haberlerin ‘yalan haber’ başlığı altında sansüre uğradığı bir siyasal ortama izin verdi. Bu nedenle, güven oylaması senaryosuna maruz kalmak ve iktidardan bu şekilde hızla düşmek; kendini kurtarıcı, seçilmiş gören bir popülist siyasetçi için idrak ve kabul etmesi zor bir durum olmalı.
Ordu ile karizmatik popülist siyasetçi
Perspektif’te daha önce yayımlanan bir yazımda da bahsettiğim gibi, ordular ile popülist siyasetçiler arasında ‘huzursuz’ bir ilişki olur. Ordular çoğu yerde milli kurumlar olarak görüldüklerinden, popülist siyasetin öfkesine maruz kalmazlar. Orduların siyaseten güçlü aktör olduğu ülkelerde, popülizm, ordunun siyasi rolünü daha da meşrulaştırabilir, orduya ek alan açabilir. Ancak popülist siyasetçiler ister istemez orduları siyaseten kendi taraflarına çekmek ister, hiçbir alanda hiçbir şekilde kısıtlanmayı kabul etmezler ve böylece orduyla çekişmeler başlar.
Pakistan’da İmran Han iktidarında bu dinamik işledi. İmran Han, ordunun oluruyla seçimlerle iktidara geldikten sonra, ordunun iç ve dış siyasette rolünü artırdığı bir hibrit rejim kurulmasına ön ayak oldu. Ancak gücünün sınırsız olduğu, ordunun da onun gücüne teslim olacağı vehmine kapılınca, ilişkiler giderek kötüleşti. İlk olarak, İmran Han’ın orduyu sık sık kendisini desteklediği şeklindeki söylemlerle partizan siyasete dahil etmesi söz konusuydu ve orduyu ilk fırsatta kendi istediği şekilde şekillendirmek için sabırsız görünüyordu. Afganistan’da Taliban ile ABD müzakereleri dönemine ve nihayetinde Taliban’ın iktidara geliş sürecine nezaret eden Pakistan istihbarat teşkilatı ISI Başkanı Faiz Hamid’in, ordu tarafından rutin bir şekilde Peşaver Kolordu Komutanlığı’na atanmasını veto etmeye kalkınca, ordunun tepkisiyle karşılaştı. Direnişi uzun sürse de, ordunun isteğine boyun eğmek zorunda kaldı. İmran Han’ın bir başka konuşmasında, İslam tarihine atıfta bulunarak Hz. Ömer’in bile en güvendiği komutanı Halid Bin Velid’i değiştirmekten imtina etmediğini hatırlatması, orduyu ve profesyonel atamaları ucuz popülist siyasete konu etmekten kaçınmayacağını gösterdi.
İkincisi, Başbakan’ın Pakistan’ın Güney Asya’ya inmekte olan Çin-ABD arasındaki yeni soğuk savaşta taraf seçmeme politikasını bir kenara atıp, ABD ile iş birliği konusunu sürekli popülist siyasetin konusu haline getirirken Ukrayna işgalinin ilk günlerinde Rusya ziyaretini ertelememesi bardağı taşıran son damla oldu. İmran Han, güven oylaması sürecinde yaptığı bir konuşmasında, Rusya ziyaretinin ilgili güvenlik kurumlarının da onayı alınarak yapıldığını iddia ederken, Genelkurmay Başkanı Bacva, İkinci İslamabad Güvenlik Diyaloğu’nda yaptığı konuşmada Başbakan’ı neredeyse tekzip etti.
İmran Han, muhalefetin ordunun güven oylaması talebine karşı ‘tarafsız’ kaldığı söylemine önce karşı çıksa da, durumun gerçekten böyle olduğunun farkına varınca, “İslam’ın iyiliği emredip kötülüğü men etmeyi zorunlu kıldığını, ‘iyi’ ile ‘kötü’nün savaşında ancak hayvanların tarafsız kalabileceğini” söyleyerek orduyu doğrudan kendi yanında pozisyon almaya itti. Son konuşmalarından birinde önce ordunun bu süreçte tarafsız kaldığını, buna saygı duyduğunu söyledi ve destekçilerini orduyu eleştirmekten imtina etmeye davet etti. Bir yandan da son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, ordunun kendisine ‘istifa’, ‘güven oylamasına izin verme’ ve ‘erken seçim ilan etme’ şeklinde üç seçenek sunduğunu söyleyerek orduyu yine tartışmaya açtı. 3 Nisan’da yapılması beklenen güven oylamasından bir gün önceki ulusa sesleniş konuşmasında, “Pakistan’da gerçekten ulusa ait, ulusu bir arada tutan iki kuruluş var; biri ordu, diğeri Pakistan Adalet Hareketi” diyerek partisini ordunun konumuyla eşit tuttu.
Dış müdahale iddiaları
İmran Han bu süreçte her popülist siyasetçi gibi hükümetinin dış güçlerin komplosuna maruz kaldığını iddia etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Güney ve Merkez Asya Dairesinden sorumlu Bakan Yardımcısı Donald Lu’nun, Pakistan’ın Washington Büyükelçisi’ne ilettiği, PTI hükümeti ve ABD-Pakistan ilişkilerindeki görüş ayrılıkları ve ilişkilerin geleceğine dair PTI hükümetine rutin diplomatik kanaldan ulaşan yorumlarını, muhalefetin güven oylaması talebine bağladı. İmran Han, Lu’nun “PTI hükümeti düşürülmediği takdirde ABD-Pakistan ilişkilerinin düzelmeyeceğini” söylediğini iddia ettiği bu mektubu Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) gördüğünü ve doğruluğunu teyit ettiğini ileri sürdü. Pakistan güvenlik kaynakları ise aksine Reuters’e, hükümete yönelik bir komplo tespit etmedikleri şeklinde bilgi sızdırdı. MGK’nın, İmran Han’ın iddialarının aksine, hükümetin dış komplo iddiasına katılmadığı, yani ordunun dış müdahale iddiasına inanmadığı basına sızdırıldı.
ABD’nin Çin-Pakistan ilişkilerine rağmen İslamabad’da hâlâ en önemli aktörlerden biri olması ise sürpriz değil. Birkaç örnek vermek gerekirse; 1988-1991 yılları arasında ABD’nin İslamabad Büyükelçisi olan Robert Oakley’in, Ziya ül-Hak’ın 1988’de uçak kazasında ölümünden sonra yapılan seçimlerle göreve gelen Benazir Butto için bir nevi ‘genel vali’ (viceroy) rolü oynadığı, yani Butto’yu yönlendirdiği, ona akıl verdiği söylenir. Başbakan Butto’nun Cumhurbaşkanı Faruk Legari tarafından 1996 yılında görevden alınmasında da ABD İslamabad Büyükelçiliği rol oynamış gözüküyor. Dönemin Amerikan Büyükelçisi Thomas Simons, o dönem emekli diplomat ve eski Dışişleri Bakanı Sahipzade Yakup Han ile Ziya ül-Hak’ın eski Kurmay Başkanlarından Seyyid Refakat Han’ın ABD’nin Butto’ya olan bağlılığını ölçmek ve Butto’nun görevden alınması durumunda ABD tepkisine dair sinyal almak için kendisini ayrı ayrı ziyaret ettiklerini söylüyor. Simons “ziyaretlerinin amacının farkında olduğunu, verdiği yanıtlarla ABD’nin Butto’ya katı şekilde bağlı olmadığı izlenimini vermiş olabileceğini” belirtiyor. Yine Simons’a göre, Butto ile ABD yönetiminin yaşadığı ana sorun, Butto’nun o dönem ABD’nin desteklediği bir projeyle Unocal firmasının üstleneceği, Türkmenistan’dan Afganistan’a uzanacak doğalgaz boru hattını, kocası Asıf Ali Zerdari aynı boru hattı projesi için rakip Arjantinli firma ile anlaştığı için reddetmesiydi. Kasım 1996’da Cumhurbaşkanı Legari, Butto hükümetini feshetti.
Yine Büyükelçi Simons, “Butto’dan sonra hükümete gelen Navaz Şerif’in de iktidara geldikten sonra kendisine gelip akıl istediğini”, cevaben “artık Başbakan olduğunu, kendi yolunu kendisinin bulması gerekeceğini, ABD elçilerinin İslamabad’da bir nevi ‘genel valilik’ yaptığı dönemin sona erdiğini” söylediğini aktarıyor.
2000’li yıllara geldiğimizde, Pakistanlı siyasetçilerin güç kavgalarında bir gözlerinin daima ABD Büyükelçiliği’nde olduğunu görüyoruz. Kısacası, bugün İmran Han’a karşı muhalif olan ve ‘demokrasi’ için mücadele eder gözüken, İslam Uleması Cemiyeti-Fazlurrrahman Partisi lideri Mevlana Fazlurrahman ve PML-Navaz da dahil olmak üzere tüm siyasi aktörlerin, siyasi kaos ve değişiklik anlarında ABD tepkisini ölçmeye, pozisyonlarına karşı ABD tavrını anlamaya, olumlu sinyal almaya çalıştıklarını görüyoruz.
Dolayısıyla, İmran Han karşıtlığında bir araya gelebilen Pakistan Demokratik Hareketi koalisyonunu, en az ordu ile İmran Han’ın arasının açılmış olması kadar ABD’nin İmran Han’ın politikalarından memnuniyetsizliği de iştahlandırmış olmalı. Ancak süreç, ABD’nin hükümete yönelik memnuniyetsizliğine rağmen bu şekilde işlemeyebilirdi. İmran Han, kendine elinde olmayan bir güç atfetmeseydi, daha pragmatik davranıp rakiplerine yönelik daha müzakereci bir yaklaşım sergileseydi, önce Navaz Şerif’e, sonra Asıf Ali Zerdari’ye yönelik yolsuzluk soruşturmalarının teker teker akamete uğratıldığını görüp karşısında biriken enerjiyi fark etseydi, Meclis’teki çoğunluğunun pamuk ipliğine bağlı olduğunu görerek en azından kendi koalisyon ortaklarını yanında tutmak için gayret gösterip daha temkinli hareket etseydi, iş bu noktaya varmayabilirdi.
İç politika sonuçları
İmran Han’ın güven oylaması sürecinde kurum ve kuralları tanımadığını gösterecek biçimde popülist stratejinin tüm tuşlarına basmasının iç politika açısından üç sonucu olacağını söyleyebiliriz. İlk olarak, önce güven oylaması talebi, ardından İmran Han’ın süreci yönetim şekli, Pakistan’ı daha bölünmüş bir halde bıraktı. Pakistan’ın etnik, dini, bölgesel kimlik fay hatlarını düşündüğümüzde, bu yeni fay hattı daha da önem kazanır. PTI taraftarlarının İmran Han’ın iktidardaki kaderini, 1970 seçimlerini kazanmasına rağmen ülkeyi yönetmesine ordu tarafından izin verilmeyen Mucibur Rahman’a ve Ulusal Halk Partisi’ne benzetmeleri dikkat çekici. Bilindiği üzere, 1970 seçim sonuçlarının, ülkenin Bengal çoğunluğa sahip doğu kanadının batı kanadını kontrol eder hale geleceği korkusuyla iptali, ülkeyi 1971 iç savaşına sürüklemiş, Pakistan doğu kanadını kaybetmiş, Doğu Pakistan iç savaş sonrası Bangladeş adını almıştı.
İkincisi, ordunun güven oylaması sürecinde ‘tarafsız’ kalma kararından başlayarak, bu süreçte İmran Han’ın yasalara karşı gelen ve Meclis işleyişini yok sayan her adımı, Anayasa Mahkemesi kararını tanımamakta ısrar etmesi karşısında ordu sürekli devrede oldu. Böylece, ordunun siyasi taraflar arasında ‘nihai belirleyici efendi’ rolü bir kez daha anlaşıldı. PTI hükümeti, görev süresi sona eren Genelkurmay Başkanı Kamar Bacva’nın süresini, yasal değişiklikle emeklilik yaşını değiştirerek Kasım 2022’ye kadar uzatmıştı. Hükümetin düşmesiyle birlikte, yeni geçici hükümetin bu süreçte orduyu tarafsız kılarak hükümetin düşmesine bir nevi izin veren Genelkurmay Başkanı’nın görev süresini bir kez daha uzatmasını bekleyebiliriz. Son olarak, İmran Han ile devlet kurumları arasında güven oylaması sürecinde yaşanan gerilim, İmran Han’ın partisinin 2018’de olduğu gibi seçimlerden en büyük parti olarak çıkmasını zorlaştırabilir. İmran Han’ın kural tanımazlığı, kaos ve istikrarsızlığı göze alan yaklaşımı, ordu ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumları partizan tartışmaya açma hevesi, devletin ona karşı çok daha mesafeli bakmasına yol açacaktır.
Dış politika sonuçları
Yeni hükümet döneminde ABD ile ilişkilerde iyileşme olabilir. İlk olarak, IMF’nin siyasal sürecin sona ermesini beklediği için beklettiği yeni yardımlar, yeni hükümetin tavrına göre serbest bırakılabilir. Ayrıca, ABD ile ilişkilerde Afganistan odaklı bir iyileşme bekleyebiliriz. Taliban’ın iktidara gelmesinin ardından ABD’nin Pakistan’dan Afganistan’a yönelik ‘ufuk ötesi’ hareket kabiliyeti için üs talebinde bulunduğu, ancak Başbakan İmran Han’ın buna ‘kesinlikle hayır’ yanıtı verdiği yazılmıştı. Yeni hükümetin görev süresi ilk planda ister istemez 2023 seçimlerine kadar olacağı için böyle bir cesur adım atabilir mi şüpheli. Ancak en azından ABD ile diyaloğun çok daha istikrarlı ve iyi olacağına şüphe yok. Yine de, ABD’nin Pakistan’da askeri üsleri kullanması ileride gündeme gelirse, bunun Afganistan-Pakistan ilişkilerinde mevcut sıkıntılara ek bir gerilime neden olması, Pakistan Talibanı’nın Pakistan içerisinde yeni terör eylemlerine yol açması mümkün.
Hem Çin hem de Rusya, Pakistan’da yaşanan son süreci ABD’nin yeni bir siyasi operasyonu olarak gördü; ancak Pakistan’ın yeni bir soğuk savaşta taraf seçmeye gönüllü olmayacağı da aşikâr. Pakistan’da en başta ordu olmak üzere tüm siyasetin uzlaşısı, Pakistan’ın Batı ve Çin arasında tercih yapmaması gerektiği. Pakistan’ı bekleyen en önemli dış politika sınavı, Güney Asya’ya iyice sinen bu soğuk savaş havasını dengelemek olacak.
Pakistan’da yaşanan son 1,5 aylık süreç, Türkiye’de yine kasıtlı olarak yanlış okundu. İktidardan resmi bir tepki neredeyse gelmezken, sosyal medya trolleri güven oylaması sürecini önce ‘darbe’ ve ‘dış komplo’ olarak nitelediler ve 15 Temmuz’a benzettiler. Bir başka medya grubu ise İmran Han’ın inatçılığı ve kural tanımazlığı ile nükleer bir ülkede kaos yarattığını iddia etti. Garip olan, aynı medya gruplarının ve trollerin, Navaz Şerif’in yolsuzlukla suçlanıp 2017’de iktidardan düştüğü ve İmran Han’ın iktidara geldiği süreci de bir ‘yargısal darbe’ olarak yansıtmalarıydı.
Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişkiler devletlerarası nitelikte olduğu için iki ülkeden birinde yaşanacak hükümet değişiminin ülkelerarası ilişkide büyük bir değişim yaratması beklenmez. Türkiye ile Pakistan arasındaki askeri ilişkiler kaldığı yerden devam ederken, serbest ticaret anlaşması konusundaki sorun da devam edecektir. Yalnızca, PML-N’nin iktidara ortak olduğu, özellikle de ülkenin hem nüfus hem de iktisadi olarak en büyük eyaleti Pencab’da yeniden güç kazandığı (özellikle Şehbaz Şerif’in oğlu Hamza Şehbaz’ın Eyalet Başbakanı olması durumunda) bir senaryoda, Pakistan ile Türkiye’de iktidarın daha yakın ilişki içinde olması beklenir.