Alçı’nın yazısı şu şu şekilde:
Ekrem İmamoğlu ile Karadeniz seyahati hadisesi acayip bir noktaya evrildi. Şu dört günde yaşananlara inanmak güç.
Ben bir davete icabet ettim. Bir fotoğraf çekildi, o fotoğrafın içinde oldum. Tüm yaptığım bu. Sırf bu yüzden yediğim hakaret ve aldığım tehdit mesajlarının sınırı yok.
Ekrem İmamoğlu’na “muhalefet”ten gelen saldırıların da ucu bucağı yok.
Resmen bir toplumsal delirme hali yaşanıyor. Daha önce de yazdığım gibi Türkiye bir açık hava tımarhanesine dönmüş durumda.
31 Mart 2019’da Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş bir seçmen değilim ama demokrat bir yazar olduğum için o dönem seçim iptal sürecine karşı çıktım, İmamoğlu’na yapılan haksızlığa itiraz ettim.
Hatırlıyorum, 15 Nisan 2019 gecesi Ekrem Bey beni aramıştı ve iyi niyetli, demokrat tavrımdan ötürü teşekkür etmişti. O telefonda konuştuklarımızı da köşemde aynen yazmıştım. Buraya o yazıyı yeniden koyuyorum. Birileri bu gerçekleri inkar etmek istese de hakikatler bunlar.
Bir insana yapılan haksızlığa itiraz etmeniz için illa o kişiyle aynı dünya görüşünde olmanız gerekmez. Demokratlığın gereği sizinle zıt görüşteki insanların da haklarını –numara yapmadan- kuvvetli biçimde savunabilmektir. Türkiye’de neredeyse hiç olmayan bir olgu bu.
Tıpkı bana şimdi bile hakaretler yağdırıp, iftiralar atan Sedef Kabaş bir gece yarısı otel odasında tutuklandığında karşı çıktığım gibi. Kabaş içerideyken “Sedef Kabaş’a özgürlük” yazısını yazdığım gibi.
Tıpkı Osman Kavala ve arkadaşlarına yapılan haksızlığa sert dille karşı çıktığım gibi bir demokratlık.
Bakın, bu kadar “sözde” muhalif medya var. Türk medyasında Osman Kavala’ya yapılan haksızlıkla ilgili en çok yazıyı ben yazmışım. Hepsi de gündem olan ve devlet mekanizmasını cepheden karşıma aldığım onlarca yazı. Bunu en iyi de Sayın Ayşe Buğra biliyor. Oysa ben Kavala-Buğra çiftinin sol-sosyalist dünya görüşüne de uzak bir insanım.
Şu an haksız yere içeride olan Yiğit Ekmekçi’leri, Tayfun Kahraman’ları, Hakan Altınay’ları, Çiğdem Mater’leri, Mücella Yapıcı’ları Türk basınında en çok ben savundum ve savunmaya da devam edeceğim. Hukuksuz bir dava bu çünkü. Ama birileri utanmadan benim Kavalalalara hapis istediğimi yazabiliyorlar. Yalanın bu kadar kuyruklusu olamaz.
Bu insanlara da kızamıyorum, çünkü bu bahsettiğim çıldırmış arkadaşlar o kadar “loser” hale düştüler ki ruh sağlıklarını tamamen kaybettiler. Onları da anlamaya çalışıyorum.
Ben demokrat bir yazarım. Elbette her demokrat gibi her türlü polis, asker ya da yargı darbe girişimi karşısında sivil hükümetin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında durdum. Önce askeri vesayetin sonra da Gülenist vesayetin tasfiyesine destek verdim. Bununla da gurur duyuyorum. Sivil iradeye karşı böyle bir gayrimeşru teşebbüs olursa yine aynısını yaparım. Aksi bir duruş demokratlığa sığmaz.
Temel doğrultum doğru olmakla beraber benim de bu iki tasfiye sürecinde hatalarım ve yanlışlarım oldu. Ben o konuda özeleştiri veren çok sayıda yazı yazdım. Fakat bu açık hava tımarhanesi ortamında o yazıların hakkı verilmedi ya da istismar edildi. Bugünkü Türkiye’nin yeni bir resmi ideolojisi var. Milliyetçilik ile Muhafazakarlığın, Atatürkçülük ile İslamcılığın bir bünye içinde birleşerek tek vücut haline geldiği yeni bir resmi ideoloji bu. Toplumun yüzde 80’lik bölümünü kapsayan bir alaşım. Bu dört siyasal ideoloji muarız değil müttefik. Öte yandan bilindiği gibi bu yeni resmi ideolojiye de mesafeli bir insanım ben.
Temsil ettiğim bir mahalle ya da kabile yok. Öyle bir iddiam da hiçbir zaman olmadı. Her yazar bireydir ve öncelikle kendini temsil eder. Yazdıkları tesirli olursa her mahalle dikkat kesilir yazdıklarına. Tesirsiz olursa hangi ideolojiden olursa olsun önemsiz durumdadır.
Şimdi gelelim Ekrem İmamoğlu’na benimle olan fotoğrafı üzerinden çılgınca saldıran ve kendini muhalif zannedenlere…
Bu fotoğraf üzerinden İmamoğlu’na saldıran bu sahte muhaliflere iki kötü haberim var. İlkini bugün ikincisini bir sonraki yazıda anlatacağım.
Birincisi şunu tespit edelim… Bu fotoğraftan hareketle Ekrem İmamoğlu’na saldıranların hiçbiri -evet hiçbiri- mevcut siyasal rejimin muhalifi değil. Bilakis rejime faydalı kişiler. Hepsinin de zihinleri bir şekilde Devlet’in kontrolünde. Korku ya da başka sebeple. Sonuçta böyleler. İçlerinde geçmişte İmamoğlu’na samimi destek olanlar da vardır ama siyasal ideolojileri ya da korkaklıkları yüzünden istemeseler bile şu an bunlar zihinsel manada Devlet’in hizmetkarları. Ekrem İmamoğlu’na bu şekilde saldırarak Devlet nezdinde konfor alanlarını genişletiyorlar. Kendilerini garanti altına alıyorlar. Ortada tam bir sahtekarlık var. Somut örnek vereyim. Bundan daha iki hafta önce Ekrem İmamoğlu’na hapis istemiyle dava açıldı. Bugünkü Türkiye’de istenirse bu dava hemen mahkumiyet ile sonuçlanır. Yargıtay da anında onar. Yani o durumda Ekrem Bey aday falan olamaz. Bunu yapmak zor mu? Hayır 2022 itibariyle hiç de değil. Sadece karar verilip düğmeye basılması yeterli…
Peki bu hapis istemiyle dava benimle olan fotoğrafın yüzde 1’i hatta binde 1’i kadar konuşuldu mu? Sosyal medyada gündem oldu mu?
Hayır, bu mevzu hiç konuşulmadı ve gündem olmadı çünkü korkuyorlar…
İşte bu kişiler şimdi de utanmadan Ekrem İmamoğlu’na üstünlük taslamaya kalkıyorlar.
Bu acınası manzaranın ideolojik ve siyasal sebepleri var. Onu da bir başka yazıda izah edeceğim. Bu analiz çerçevem konusunda çok iddialıyım. Bunu çok somut biçimde de isim isim de ispatlamaya hazırım.
Dolayısıyla bu “celebrity” ve gazeteci saldırganlar başta olmak üzere hepsi birden aslında hiç sevmedikleri Recep Tayyip Erdoğan’a son derece faydalı olacak bir buhran geçiriyorlar. Tayyip Bey başta olmak üzere tüm Devlet erkanı bu akılsızlık tablosuna bıyık altından gülüyordur. Türkiye’nin durumu bu maalesef.