Programın tamamını izlemek için:
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT önüne gidip orada yaptığı konuşmalar Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam ediyor. Kılıçdaroğlu SADAT’ı seçim güvenliği, terörist yetiştirme, paramiliter bir örgüt olmakla vs. suçladı. Biz de gidip bu iddiaları SADAT Yönetim Kurulu Başkanı Melih Tanrıverdi’ye sorduk. O ise bambaşka bir tablo çiziyor. Sadece yurtdışında, BM tarafından tanınan devletlerin hükümetlerine yönelik askeri danışmanlık faaliyetleri olduğunu söylüyor. Siz orduyu, askeriyeyi yakından bilen ve tanıyan bir gazetecisiniz. Siz bu tartışmayı nasıl okuyorsunuz? SADAT gerçekten büyük bir tehdit mi yoksa Kılıçdaroğlu bunu siyasi bir amaçla mı büyütüyor?
Öncelikle bu tartışmayı genel bir çerçeveye yerleştirmemiz gerekir. İşin bir siyaset boyutu, bir endişe boyutu, bir de ilkeler boyutu var.
İlk olarak siyaset boyutuna bakalım. Muhalefetin son zamanlardaki siyaset üretme tarzı fazla kutuplaştırıcı, ‘tehdit’ ve ‘tehlike’ fikrini çok fazla işleyen bir tarz. Malum, Erdoğan’ın yurtdışına para aktardığı, yurtdışına kaçacağı ya da seçim sandığının şimdiden sağlıklı olmadığı, bir an önce erken seçime gidilmesi gerektiği gibi konular var muhalefetin gündeminde. Bunların arasında SADAT da yer alıyor. Seçim güvenliğini tehlikeye atabileceği düşünülen bir yapı olarak işleniyor.
Bu stratejiyi ben doğru bulmadığımı söyleyeyim öncelikle. Bu, hakiki siyaset üretmek yerine tehdit ve tehlike fikrini yükselterek muhalefeti seferber etmek üzerine kurulu bir tutum. İçinde doğrudan doğruya seçim meşruiyeti ile ilgili sorunlar var. Bunun kendisi bir sorun ya da yanlış işaret. Yani seçimin yapılamayacağı, yapılsa bile müdahale edileceği gibi fikirlerin yaygınlaşması ve yerleşmesi, bunun SADAT üzerinden ya da Erdoğan’ın kaçmak üzere olduğu fikri üzerinden işleniyor olması Türk demokrasisi için sağlıklı bir zihni iklim oluşturmuyor.
Eğer bu çerçevenin bir adım ötesine geçmek istiyorsa Kılıçdaroğlu, daha net, daha açık birtakım bilgilerle kamuoyunun önüne çıkmalı. Gerçekten bir tehdit varsa, o tehdidin ne olduğunu gösteren bir biçimde üzerine gitmeli.
Bu sözler, SADAT’ı hafifsediğim anlamına gelmesin. Son derece rahatsız olduğum bir yapı bu. Demokratik düzenlerde bu tür yapılar, paramiliter koku verdikleri oranda son derece endişe vericidir. Ama bunlara yaslanarak ya da itiraz ederek sadece söylem üzerinden siyaset yapmanın çok akıllıca olmadığını düşünüyorum. Çok daha büyük temalar üzerinden muhalefetin yol alması gerektiğini düşünüyorum.
İkinci konu işin korku boyutu. Türkiye’de yapılan son yerel seçimlerde İstanbul’daki seçimlerin iptal edilmesiyle siyasi iktidarın keyfi davranma düzeyini birkaç çıta yukarı çıkartması, Erdoğan’ın yolsuzluk iddiaları, usulsüzlük iddiaları, anayasayı ihlal iddialarından sonra iktidarı normal yollarla bırakmayacağı fikrinin muhalefette dolaşıyor olması kimi korkuları gündeme getiriyor. Bunların temelinde tabii 15 Temmuz 2016 akşamı darbe girişimi yapılırken Tayyip Erdoğan’ın, kendi çağrısıyla sokağa çıkan insan kitlelerine ima üzerinden sık yaptığı vurgular var. Bu vurguların gerekirse ters istikamette yani anti-demokratik amaçlar için de devreye girebileceği ihtimali açıkçası muhalefetin zihninin bir kısmında var. SADAT denen yapı bunun tam da ortasında oturuyor.
Bunun iki sebebi var. İlki silah meselesi. Silahlanma, silah dağıtılması iddiaları pek çok kez ortaya atıldı. Bu iddialar çok somut bulgularla ortaya atılmasa da pek çok farklı yapının silahlandığı ya da silah biriktirdiğine dair kimi haberler de gazetelerde yer aldı. İddialar bile korkuları besliyor. SADAT bu açıdan önemli çünkü emekli, profesyonel askerlerden ve polislerden kurulu. Özel harekât yöntemlerini yani bir terör örgütünün uyguladığı yöntemlerin tümünü bir karşı terör iddiasıyla kullanan; baskın, suikast, sabotaj gibi bazı eğitimleri veren, bunlar üzerine kurulmuş bir yapı olarak ortaya çıktı SADAT. Bu yapı Türkiye dışında, Libya’da örneğin, bazı gruplara eğitim verdiği gibi, Türkiye’de de faaliyet gösteriyor mu? Elinde silah bulunduruyor mu? Silahlı eğitim, silahlı yapı bir paramiliter mevcudiyete işaret ediyor mu soruları somut olarak ortada duruyor.
Üçüncü boyut ise ilkesel boyut. Demokratik bir hukuk devletinde SADAT gibi bir yapının olması kabul edilebilir bir şey değildir. Özel güvenlik birimleri olur. O özel güvenlik birimlerinin belli yasalar çerçevesinde özel güvenlik personeli yetiştirmesi olur. Ama terörle mücadele, teröre karşı hamleler yapma, teröre karşı mücadele edecek personel yetiştirme oldukça riskli bir alandır ve bu alan devletin tekelinde olmalıdır. Bu çok açıktır.
Max Weber’in sözünü hatırlayalım; eğer bir hukuk devletinden bahsedeceksek o hukuk devletinde fiziki şiddetin yasal bir şekilde tekel altında olmasını ve bu tekeli devletin kontrol ettiğini varsayarız. Bir hukuk devleti ancak bu şekilde mümkündür. Kaldı ki SADAT Türkiye içerisinde kullanılmasa bile birçok ülkede, örneğin Suriye’de bazı grupların eğitilmesinde kullanılıyor, Libya’da varlıklarını biliyoruz. Türkiye’nin izlediği meşru ya da gayrimeşru, açık ya da kapalı kimi politikalar içerisinde bir devlet örgütüymüş gibi, bir yarı resmi yapıymışçasına devreye sokulan bir nitelik taşıyor. Bu da bir meşruiyet sorunudur.
Özetle, SADAT gibi yapılar sorunludur. Üzerine gidilmesi gerekir, tartışılması gerekir. Bunlarla ilgili gazetecilerin ya da siyasilerin yorum yapmak ötesinde somut bilgilerle ortaya çıkmaları gerekir. Ama siyaset yaparken de çok afaki kutuplaşma politikalarından kaçınmak gerekir diye düşünüyorum.