Sinan Baykent
Dijital giyotin: Bir sembolik öldürme olarak linç kültürü
“Linç” kelimesi, 18’inci yüzyıl Amerika’sında yapılan yargısız infazlardan doğdu. Adını, toplu cezalandırmalar düzenleyen sözde yargıç Charles Lynch’ten aldı. Bugün ise o “aman ne demokratik” (!) hayatlarımızın ayrılmaz bir bileşeni. Artık hem zoraki tanıkları hem de aktif katılımcılarıyız. En sert darbeyi alan ise kuşkusuz düşünce ve düşünceyi ifâde özgürlüğümüz.
Kaybolan “normal”ler ve geriliğe övgü
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, küresel gıda üretiminin yüzde 70’i pestisit ve kimyasal gübre içeriyor. Bununla da bitmiyor. Söz konusu çılgınlık, toprak verimliliğini son 70 yılda yüzde 30’dan fazla azalttı. Sanayi Devrimi, dijitalleşme derken teknoloji-bilim-rasyonalizm üçlemesinin bugün ulaştığı nokta itibarıyla bizi kendi fıtratımızla savaşmaya yönlendirdiği zamanlardayız. “Medenîleşme”nin fazlası; velhâsıl “daha iyi”si, “daha standart”ı, “daha verimli”si şimdi bizzat Medeniyet’in altını oyuyor. Yabanlaşmayı-vahşîleşmeyi teşvik ediyor.
Bolluk devrinin sonunda öz-yeterliliği düşünmek
Küresel tedârik zincirleri kırılıyor. Gümrük savaşları başladı. Ve jeopolitik gerilimler aşılmaz çelişkileri işâretliyor. Her koyunun kendi bacağından asılacağı orta vâdeli manzarada bir kilit-kavram (ve dahi bir kilit-pratik) beliriyor: Öz-yeterlilik. Yeterliliğin ön-koşulu elbette “şuurlanma”. Yani önce dışarıda olan-bitenlere dair fert düzeyinde “içsel mesafe”nin tesisi şart.
İkincisi, gitgide “çürümesi” beklenen “sosyal durum”un kaçınılmaz ve menfî etkilerinden “doğal durum”a meylederek sıyrılmaya çalışmanın gerekliliği. “Doğal durum”dan kastım karikatürleştirilen “mağaraya dönüş” olmasa da minimal, doğal ve dayanıklı yaşam tarzının benimsenmesi.
Küresel tedârik zincirlerinin kırılması ve neo-Leninist safha
Leninist yeniden dağıtım, 1920’lerde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde savaş komünizmi döneminde tam kamulaştırma ve merkezî planlamayla uygulanmıştı. Bugünün neo-Leninist “ânı” ise, kapitalist sistem içinde melez fakat otoriteryen bir denetimi ifade ediyor.
İster geleneksel liberal cereyandan isterse de yeni sağ-popülist kimlikten olsun – Batı’daki merkezlerin kahir ekserîsi bu pratiği keşfetmek ve tatbik etmek durumunda kalabilir. Hatta bugün dahi keşfediyor ve tatbik ediyor.
“Avro-faşizm” söylevi ve karşı-gerçekler
Moskova’nın “Avro-faşizm” söylemi ve Washington’un yeni “anti-AB”ciliği Avrupa sağ-popülizmlerinin propagandasıyla birleşince ufukta bir “jeopolitik kırılma” riskini doğuruyor. Her fırsatta “Brüksel diktatörlüğüne” karşı “seferber” olduğunu söyleyen Avrupa sağ-popülizmi için Washington ve Moskova’nın bu üslupları yelkenlerine rüzgâr dolduran cinsten.
Egemen Bektâşî Devleti: Mikro-devlet, makro sorunlar
Bir kısım Arnavutluk eliti uzunca bir süredir “Arnavutluk-İslâm” ilişkisinin ülkenin (ve dahi topyekûn Arnavut havzasının) Avrupa’yla entegrasyonunun önünde bir engel oluşturduğu görüşünde. Dahası, İtalya’nın Arnavutluk üzerinde gitgide büyüyen nüfuzunun söz konusu görüşün kristalize olmasına (edilmesine) yaradığı da kayda geçmeli. Elbette bu eliti halkla eşitlemek mümkün değil. Fakat hâlihazırda Bektâşîliğin temsil ettiği tarihsel Arnavut ulusal semboliğinin ardında saklanarak bir “küresel manevra”yı gerçekleştirmeye hazırlananın da yine siyâseti icrâ eden bu elit olduğu açık.