Yıldız Ramazanoğlu
Beyaz bulutlar ülkesi Zelanda
Her saldırıda karşı saldırı fikriyle ortaya çıkanlar ise, hiçbir şeyi çözemedikleri gibi sadece Müslüman Hristiyan çatışmasının alt yapısını hazırlayıp seyretmeye hazırlananları, ‘Tanrıyı kıyamete zorlayanları’ mutlu etmiş oluyorlar. Zor ve gerekli olan insanlığı iyiliğe, uzlaşmaya, ortak değerlere sürükleyecek aklî amelî ve fikrî performansı ortaya koymak.
‘Çünkü insanız’
Tanıklıkları eklemek isterdim ama gerçekten okumaya kalp dayanmaz. Burada rejim tarafından sadece 11 numara olarak adlandırılmış bir kadının birkaç cümlesi yeterli olacak sanırım: “Orada şehirlerin altında şehirler olduğunu, mezbahalar bulunduğunu bilin. Orada en büyük ve güzel düşleri ölüm olan insanlar var.”
Aile: Birbirine dua eden insanlar
Fida “zeytin ağaçlarının altında” Suriye savaşında bir bacağını kaybedince eşi tarafından terk edilen, üç çocuğu da kendisinden alınan bir kadının hikayesi. Babası da şehit olan Fida’ya annesi ve kardeşleri sahip çıkmasaydı, bir okulda gönüllü öğretmenlik yaparak hayata tutunabilir miydi?
Zeytin ağaçlarının arasında
Peren kaç kuşaktır kendimizi bildik bileli kalbimizde bir hançer gibi saplı duran Filistin meselesini incelerken, İslam dünyasının şiddeti ve direnişi izleyerek dinleyerek büyümüş milyonlarca çocuğundan biri olarak tanımlıyor kendini. Çocukluğumuzu gençliğimizi sayısız işgal katliam, buna karşı gösteri boykot ve siyasi söylemler içinde idrak etmiş olmak hepimizin ortak belleği.
‘Çocukluğunu Yaşamamış İnsanlar Konfederasyonu’
Hayal, gerçek, rüya ve çocukluğun yetişkin insanın hamurunda birbirine işlediği metinlerde, insanda biriken ağırlıkları yazarak tüketme azaltma arzusu var sanki. İhanet, cinayet, katil, maktul, düşme, unutma, hatırlama, kuşatılma arasında beyhudelikten kurtulma isteği ve anlam arayışı belirgin.
Godard: İnsan neden Faust değil de kral olmak ister?
Güneşli yemyeşil bir yerde işe giden genç bir kadının yanından geçen iyi giyimli bir tanıdığa gülümseyerek doğallık içinde “merhaba! savaşa mı gidiyorsun” dediği sahne bile yaşadığımız gerçekliği kanıksama ve içten içe çürüme biçimimizi çarpıcı şekilde açığa çıkarıyor. “Tanrı güçlünün değil cesur insanların yanında.” “Çocuklar satılamayacak kadar küçükse öldürülüyor.” “Fransa Amerika’nın yolunda.” “Saraybosna’da tecavüz edilmeyen ve öldürülmeyen kadınlar var evet.””Tekrar istemek ne fena.
Rüzgarla savrulmayan Mert bir yazar
Akademik ikbalinizi kariyerinizi çevrenizi kaybetme riskini göze alarak doğru bildiklerinizi yazıp konuşmak kısa vadede kayıp gibi görünür ama aslında insan kalmanın altın anahtarı. Radikal,Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet, Birgün ve daha birçok mecradaki yazılarının temel hedefi de, bu yazıların sonlanma nedenleri de, ‘doğru bildiklerimizi özgürce yazamayacaksak neden yazalım ki’ cümlesinde gizli. ‘Hep Muhalif Olmak’ kitabının temelinde de iktidar sorgulaması vardır.
Vize başvurusu
Daha önce kurşun ve ses geçirmez camların arkasından hepimize potansiyel suçlu muamelesi yapan kendi yurttaşlarımız gitmiş, yerlerine az da olsa gülümseyen başka kendi yurttaşlarımız mı gelmiş ne? Neyse bitti işlemler. Avrupa ile vize meselesini çözmek için atılan adımlar akim kalmasa da bir an evvel çözülse bu mesele. Sonuçta biz herkese başımızın üstünde yeriniz var diyorsak gelenlerden de aynı tavrı beklemek hakkımız.
Çok tartışılan bir film Roma
Büyük hükümler çıkarma gereği şöyle dursun, kadınlar anneanne ve çocuklar hep bir araya geldiklerinde sarfedilen, biz kadınlar her zaman yalnızdık şimdi yine yalnızız cümlesinin telaffuz edilmesi bile büyük yanlış. Sanki bütün sahneler bu cümleyi kurmak ve izleyiciyi sabit bir yere sürüklemek içinmiş gibi hüküm ve sonuç cümleleri kullanmak filmi zayıflatıp indirgiyor.
Kadınların iç bahçesinden işaretler
Varlık yokluk, anne kız ikilemi, hatırlama kaybetme, umutsuzlukla avuntu iç içe. Anıların ve kayıpların görsel ifadesi üzerinden eski bir öyküyü onarmaya çalışmak iyi bir fikir. Yaşamla ölüm, insan varlığı ile evrensel duygular arasındaki bağın izini sürmüş.
Dedem Akif’in başı yalnızca secdede eğilmişti
Hastalığı ve Mısır Apartmanında geçen son zamanları. Hayattayken başlamıştı yeni bir istiklal marşı yazılsın tartışmaları. Marşımızı Arnavut mu yazacak bahanesi. O ise hasta yatağında bunu duyunca Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın diyordu, amin diyoruz bu güzel insanın ardından.
Edebiyatın işlevi
Yazmak bir bakıma Angelika’nın hakikatine eğilmekti benim için, farklılıklardan çatışma üretme hastalığına kağıt üzerinde olsun son verme arzusuydu. Yönetmen Ahmet Uluçay’ın dediği gibi, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminin çilekeş yönetmeni, bir karın ağrımız, derdimiz davamız olduğu için yazıyorduk. Mutluluğun resmini çizmek lazımdı elbet, fakat bunun için çıkmamıştık yola.
Yerel yönetici adaylarına mektuplar…
Dört beş katlı apartmanların olduğu sokağınıza birden oniki katlı bina dikilince, bütün kaldırımlar arabaların istilasına uğrayınca buna seyirci kalmak mümkün mü? Hergün kullandığınız kıyı şeridi, Moskova meydanlarını aratmayacak beton denizine dönüşünce, başka türlü bir muhayyile neden yeşeremiyor diye soracak kimse bulamamak, dikkate bile alınmamak ümit kırıcı.
Mahalle hakkında
Bencil yeni dünya, yırtıcı yeni koşullar içinde dahi daha insani bir yerleşim, asgari nezaketin cari olduğu bir toplumsal yapı inşa edilebilir mi? Müslümanlık iddiası olan bir toplumun inanç değerlerinden, bir arada yaşamanın ilkelerinden bu kadar uzak düşmesi nasıl gerçekleşti ve bu yoldan geri dönüş mümkün müdür?
Geçim derdiniz olmasaydı ne yapmak isterdiniz…
İhtiyaç kelimesi masumiyetini yitireli çok oldu. İnsanlığımıza hiçbir katkıda bulunmayacak, aksine en kıymetli hazinemiz olan zamanımızı bizden çalacak tüketim listeleriyle, ana yörüngemizi kaybediyoruz. Bu sene...
Sevincimizi bulmak mümkün mü?
Kadın kahramanların aldatılma sonucu yaşamlarını yalnız sürdürmeleri kaçınılmaz bir yazgı sanki. Bu kadınlara Suna’nın Amerika’ya ihtisasa diye gidip sonra oralarda yoldan çıkan nişanlısına küsen, bir daha evlenmeyen ablası Sevim’i de katarsak, dünya hayatında bedbaht olmak için yaratılmış fakat güçlü manevi referansları olan okumuş kadın profili var. İçlerinden biri ikinci evliliğini yapabilseydi, bu kör karanlık dünyada bir görünüp bir kaybolan insana dair pencere açılmış olurdu diye düşünmedim desem yalan olur.
Karamsar K kuşağı
Şimdi de kapalı kapılar arkasında iktidara ağır eleştiriler yöneltip fakat aynı “bir yere gelemeyiz” zihniyetiyle her yanlışa eyvallah diyen insanlar var ve bu takiye hastalığının bir sistem meselesi olarak devam ettiğinin göstergesi. Doğruya doğru yanlışa yanlış demekten aciz bırakılmış, her kesimden siyasi edebi akademik sosyal ortamlar, gençleri içten içe çürütüyor. Sadece nefret ya da teslimiyet penceresinden bakabilen başka türlüsünün mümkün olduğu unutturulmuş olan gençler karamsarlık batağında.
Kadınların yazarak müdahil olması
Bütün bu alt üst oluşlar karşısında inisiyatif almak, müdahil olmak, ülkesi, toplumu ve gezegenin selameti için elini taşın altına koymak hususunda kadınların sadece seyreden nesneler olmaları düşünülemezdi. Osmanlı kadınlarından bugüne halkalar birbirine eklenerek büyük bir çaba sarf ediliyor, görmezden gelinemeyecek büyük bir birikim var ortada.
Ruhun sevinci
Vahiy hiç kimsenin inhisarında değil ve ruhun sevinciyle karşılaştığımız her yerde bu sevince katılmak en güzeli. İrlandalı şarkıcı Sinead O’Connor Müslüman olduğunu açıklayınca bir yandan sevinmeyi kınayanlar bir yandan bu dönüşümü aşağılayanlar karşısında farklı insanlarla karşılaşma anlarımı hatırladım.
Atın kulağına fısıldayan şair
“Ne çağdaş yalanlarla süsleyecek noel ağaçlarım var/Ne de tozlandıkça tozlarını alacak ikonlarım/Yüreğim bezm-i elestte âşinâ olduğu hüznü arar/Okul yapılarından kovalanır çocuklarım…Kainat baştan başa ışık baştan başa ses ve su/Zaman bir yerde çürütür, bir yerde doku tazeler.”
Sinema ve dizilerde değişen aile
Sinema değişirken toplumdaki insan da değişiyor. Kamuoyu yoklamalarında önceliklerin, evlilik anlayışının, boşanmaya bakışın, dağılmaya tepkinin değiştiğini görebiliyoruz. Sabır ve fedakarlık yerini büyümüş benlik ve bireyciliğe bırakmış durumda.
Parça parça inşa edilen barış
Suriye meselesi en yakın tarihli ve can yakan örnek olarak anıldı. Çatışma küçükken rejim tarafları toplayıp konuşsa, uzlaşma formülleri bulsa, her şehirde farklı çözümler için kafa yorsaydı bu noktaya gelinmezdi. Bir dizi yerel küçük problemden büyük bir yangın çıkaran Esed ve Baas rejimi, büyük vesayet savaşlarını tetikledi. Koca bir halkın mahvına yol açtılar.
‘İnsan hep derine gitmek ister kızım, kıyı çöplerle doludur’
Anne babaları enkaz altında kalmış iki kız çocuğunu bırakmaya gönlü elvermeyen Meryem’in ödediği faturalar ve birlikte yola çıktığı Suriyelerin iyi niyetlerine rağmen fedakarlıklarının limitli oluşu, İstanbul’da lüks harcamalar yapan Arapların çocuklara bozuk para vermekle yetinmeleri ve kendi insanına yabancılaşmış halleri tanıklıklarımızın görsel dile aktarımı.
Bırakma Beni ‘yandı toprağım çalındı özgürlüğüm’
Suriyeli göçü, Türkiye’nin demografik yapısını değiştiren mülteci gerçekliği, içimizi kalplerimize sığmayan hikayelerle doldurdu. Sonra ister istemez serzenişler; sanata edebiyata sinemaya neden aksetmiyor bu hipergerçeklik? Başımızdan geçenleri, yaşanan felaketin boyutlarını, yansımalarını insanlığa zamanın diliyle neden anlatamıyoruz?
Meczuplar deliler ve dahiler
Kültürümüzde de delilik velilik ve dahilik anomali olarak tanımlanıyor. Buna mutasavvıflar, şairler, yazarlar, sanatçılar da dahil edilebilir. Aşk ve vecd halleri içeren her insanlık halinde normalin dışına taşma var elbette. Bu durumda “normal”in, “aşk”ın ve “olağandışı”nın üzerinde durmak lazım. Kendimizi akışa bıraktığımız, herkes ne yapıyorsa onu yaptığımız zaman normal ve muteber mi oluruz?
Genç yazarlar için bir hikâye
Edebiyatın bize boşluklar bahşetmesi, bilinenin içindeki bilinmeyenlere, basit olanın içindeki fevkaladeliğe dikkat çekmesi lazım. Gerçeğin farklı yüzeylerine, boyutlarına, başka ihtimallere işaret eden fiskeler barındırsın ki zihnimiz temiz havayla buluşsun, çürütücü tortular bizi bir nebze terk etsin.
Avrupa’nın iyi insanları
Avrupa’ya giriş yapan her mülteciye potansiyel terör suçlusu gözüyle bakıldığından AB ortak kararları uygulanamıyor, her ülke kendi tutumunu önyargılarına göre belirliyor. Suriye’de insani yardıma muhtaç mülteci sayısı 16 milyonu geçti. 7.6 milyon Suriyeli ülke içinde yer değiştirdi.
Çağla uyumsuzluğun derin sularında
Keşke insandan, insanın yapıp ettiklerinden, dünyevi olandan ölçüsüzce incinmeyi bir yana bırakıp kendimizden ve sorumluluklarımızdan yola çıkabilsek her sabah. Zaferlerin hezimetlerin yenme ve yenilmelerin, başkalarının ne yapıp ne yapmadıkları kasvetinin sadece bir iğvadan ibaret paslı tellerini aşabilsek. Kendi nefsimizi tezkiyeye odaklansak.
Kurban: Tevessülle teslimiyet arasında
Biz Kurban Bayramı’nda bıçağın kesmediği o anı kutluyoruz. Gökten bir koç ihsan edilişini düşünüp teşekkür ediyoruz. Teslimiyete, adanışa, vermeye, paylaşmaya, yerini yurdunu, haddini hududunu bilişe katılıyoruz.
İnsan olamadıktan sonra yazarlık nafile
Saz çalma hevesi ise kendi emeğiyle aldığı sazları annesinin her seferinde ekmek tandırına ya da sacın altına odun niyetine atmasıyla sonuçlanmış. Bunu anlatırken annesi Nigar hatunu sevgiyle yadetmekten geri durmuyor. Kahramanlarına merhametle yaklaşan yazar ben bir kavga adamıyım diyor bir yandan da. Kavgası eşitlik adalet ve insanlık onuru için.