Michael Horowitz*
İsrail’in aşırı sağa kayması daha geniş bir küresel eğilimin parçası: İsrail’in kimliğini temsil eden iki ilke olan Yahudi üstünlüğü ve demokrasi giderek daha fazla karşı karşıya gelmekte ve popülistler bu iki ilkeden hangisini daha önemli gördüklerine dair seçimlerini yapmaktadırlar.
İsrail’in tekil doğası nedeniyle, aşırı sağ hareketi küresel popülizm dalgası bağlamında nadiren tartışılmakta. Yine de Ben Gvir, Smotrich ve hatta Netanyahu gibilerinin desteklediği ideolojinin küresel aşırı sağ ile çok ilgisi var ve başarıları esasen aynı köklerden kaynaklanıyor olabilir.
Bu yakınlıklar aktörlerin kendileri tarafından bile fark edildi; örneğin Netanyahu, Macaristan’ın Victor Orban’ı, Brezilya’nın Jair Bolsonaro’su ve Trump’ın kendisi gibi popülist figürlerle dostluk kurmayı diğer bazı küresel liderlerden daha kolay buldu.
Bu kesinlikle bir tesadüf değil. Çünkü İsrail’in aşırı sağcı hissiyatı da aynı işleyiş tarzına ve aynı argümana dayanıyor: Kendi demokrasisi de dahil olmak üzere diğer tüm kimlikler pahasına “tek ve saf bir kimliğin savunulması”. Ben Gvir özünde, İsrail’de Yahudilerin diğerlerinden daha fazla hakka sahip olması gerektiğine inanan bir Yahudi üstünlükçüsü. Kendisi de bunu birçok kez dile getirmiştir. Partisi “Yahudi Gücü” başka herhangi bir yoruma çok az yer bırakıyor.
İsrail’de bu argüman daha derin bir anlam kazanıyor. İsrail’in temel kimliği Yahudi ve demokratik karakteri üzerine kuruludur. Ancak bu iki kavram her zaman kolaylıkla bir araya gelmez. Aslında pek çok açıdan birbirleriyle de çelişirler. Eğer İsrail bir Yahudi Devleti ise, azınlıklar hangi haklara sahiptir? Eğer İsrail bir Yahudi Devleti ise, Tevrat’ın kanunları, kendi başına bir anayasası olmayan devletin kanunlarının üstünde mi olmalıdır?
Üstünlük demokrasiden daha önemlidir
Bu çelişkiler İsrail tarihinde her zaman vardı, ancak son yıllarda yeni bir önem kazandılar. İsrail’in siyasi yelpazesinin bir bölümü giderek bir seçim yaptı: Bu iki kurucu ilke çatıştığında öncelik her zaman ülkenin Yahudi kimliğine verilmeliydi.
İsrail’de, ülkenin temel kimliğini korumak uğruna demokrasinin altını oymak tarihin bir kazası değil. Netanyahu hükümetin gücüne karşı tek denge unsurunu ortadan kaldıracak yargı reformu için bastırdığı bir dönemde Netanyahu ile aşırı sağ arasındaki ittifak da tesadüf değil.
İsrail’in kimliğini oluşturan bu iki ilke giderek daha fazla çatışır hale geldi. İsrail’in popülistleri bu iki ilkeden hangisini daha önemli gördüklerine dair seçimlerini yaptılar. Bu seçim hiç de zor değildi: Smotrich ya da Ben Gvir gibileri için bu, İsrail’in demokrasisinin konjonktürel olduğu, ancak Yahudi karakterinin ise asli olduğu anlamına geliyor.
Netanyahu, devletin kurucu ilkelerinden birini saptırmaktan mutlu olacak ortaklar buldu. Bu arada, demokrasiye yönelik bu artan saldırı, demokrasinin İsrail tarihinde daha büyük kahramanlıklar uğruna boyun eğilmesi gereken bir aparat olmadığını düşünen İsraillilerin uyuyan çoğunluğunu da uyandırdı. Geçen yılki protestolar, İsrail halkının bazı kesimlerinin İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak kimliğinin tehlikede olduğunu daha derinden fark etmesinden kaynaklandı.
Kurban kartını oynamak
Ancak küresel aşırı sağ ile benzerlikleri burada bitmiyor. İsrail’in popülist dalgası da aynı bölünmeye dayanıyor ve “eski elitler” ile “halkı” karşı karşıya getiriyor. Yargıyla ilgili sorunları arttıkça Netanyahu da dünyanın başka yerlerinde rastlanan argüman ve söylemleri giderek daha fazla kullanır oldu. Kendisinin ve destekçilerinin ifadelerine göre Netanyahu, demokratik yollardan başarısız olduktan sonra kendisini görevden almanın yollarını bulmaya çalışan “derin devlet” unsurları tarafından yürütülen bir cadı avının kurbanı oldu. Yüksek Mahkeme’ye “seçilmemiş bir güç” olduğu için saldırdı. Destekçileri Başsavcıyı bir “hain” ve İsrail’in aşırı solu için bir Truva atı olmakla suçladı.
İsrail’de bu klasik “elitlere karşı halk” argümanını kullanmanın daha derin yankıları da var. İsrail’in ilk on yılları ve ilk Siyonist hareket, sol değerleri ve hassasiyetleri beraberinde getiren Avrupalı Yahudilerden (Aşkenazi Yahudileri) derinden etkilenmiştir.
İsrail on yıllar boyunca sol bir parti tarafından yönetildi ve sağ kanat ancak 1970’lerin sonunda iktidara geldi. Hatta 1948’de SSCB, İsrail’in kurulmakta olan komünist bloğun yanında yer alacağını umarak (İsrail’in solcu kurucuları göz önüne alındığında gerçekçi olmayan bir şekilde) İsrail’in kuruluşuna destek oyu verdi.
İsrail’in kaybolan solu
Günümüze geldiğimizde, ülkenin ilk on yıllarındaki bu sol kanat hakimiyetinden geriye çok az şey kaldığını görüyoruz. İsrail solu, eski halinin sadece bir gölgesi ve Knesset’e zar zor girebiliyor.
Akademisyenler ve bazı devlet kurumları arasında Aşkenazlar hala çokça temsil ediliyor olabilir – buna Yüksek Mahkeme de dahil. Ancak bu durum, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki ülkelerden kovulduktan sonra gelen Arap Yahudileri (Sefaradim ya da İsrail’deki adıyla Mizrahim) için İsrail’in ruhunun bir özelliği olmaya devam ediyor. Ayrımcılıktan ve periferide yaşamaya gönderilen “ikinci sınıf” Yahudiler oldukları algısından mustariptiler. Bugün bile Aşkenaz ve Sefarad Yahudileri arasındaki eşitsizlik meselesi hala güncelliğini koruyor.
Netanyahu’nun çağrıştırdığı imaj buydu: Fildişi kulelerinde hayali bir “derin devlete” yerleşmiş, seçilmiş başbakanı görevden almak isteyen eski solcu Aşkenaz Yahudileri. Bu imaj kesinlikle İsrail’e özgü, ancak aynı zamanda dünyanın dört bir yanındaki aşırı sağcı ve popülist liderler tarafından kullanılan retoriğe de benziyor.
Son olarak, bir de dilin kendisi var. Örneğin Itamar Ben Gvir’in başarısı teatral oyunculuğu kadar fikirlerinin de bir sonucu. Destekçileri onu “dobra dobra konuşan”, “olduğu gibi söyleyen” ve siyaseten doğru olma zahmetine girmeyen biri olarak görüyor. Aynı şey son on yılın önde gelen popülistlerinin hemen hepsi için söylenmiştir. İsrail 7 Ekim saldırılarının ardından karmaşık bir krizle karşı karşıya kalırken, bu durum basit çözümler isteyen ve dünyayı azarlamaktan hoşlanan bazı seçmenler için cazip olacaktır.
Hesap verebilirlikten kaçmak
7 Ekim’den sonra bu argümanlar daha da güçlendi. Ülke içinde Netanyahu, bölücü retorik yoluyla kendisini gerçeklerden ve sorumluluktan uzaklaştırma girişimini ikiye katlayacaktır. Netanyahu özünde aşırı sağcı fikirlere “gerçekten inanan” biri değil, fırsatçı biri. Ne kadar tüyler ürpertici olursa olsun, kendisine en iyi hizmet eden söylemi kullandı ve kullanmaya devam edecektir.
7 Ekim’in ardından Netanyahu’nun destekçilerinden bazıları (Netanyahu’nun kendi oğlu da dahil olmak üzere) günümüz popülist liderlerinin klasik araçlarından biri olan komplo teorilerine daldılar ve “derin devlet” ve ordu içindeki unsurların Netanyahu’yu devirmek için Hamas saldırılarının gerçekleşmesine “izin verdiklerini” iddia ettiler.
Ortakları Ben Gvir ve Smotrich ise İsrail’in en kötü güvenlik fiyaskolarından birine başkanlık ettikleri için kendi krizleriyle karşı karşıyalar. Netanyahu’nun kullandığı retoriğin aynısını kullanacaklar ve her fırsatta fikirlerinin bastırıldığını, sulandırıldığını ve bir kenara itildiğini savunacaklar. ‘Keşke sonuna kadar gidebilselerdi’ diyeceklerdir. Bu hesap verebilirlik eksikliği, seçmenlerin, liderlerini yaptıklarından ziyade kimlikleri için destekledikleri kimlik siyasetinin de tipik bir örneğidir.
Uluslararası alanda da Netanyahu ve aşırı sağcı müttefikleri, dünyanın dört bir yanındaki aşırı sağcı ve popülist müttefikleriyle kurdukları akrabalık bağlarını iki katına çıkaracaktır. Netanyahu, Biden’ın 7 Ekim sonrasında İsrail’e sunduğu eşi benzeri görülmemiş desteğe rağmen açıkça bir Trump zaferi peşinde koşuyor. Bu, Trump’ın Gazze savaşının sona ermesini istediğini belirten son açıklamalarına ve geçen yıl Trump’ın Netanyahu’nun Biden’ı hızla kucaklamasıyla ihanete uğradığını hissettiğini söylemesine rağmen böyle.
Daha geniş anlamda İsrail izole edilmiş durumda ancak Batı’nın saldırgan bir Müslüman dünya tarafından saldırıya uğradığını düşünen Batı’daki ve hatta ötesindeki aşırı sağcı partiler tarafından hala bir “ilk savunma hattı” olarak görülüyor.
Bu durum İsrail’i sadece daha fazla bölünmeye, zehirli politikalara ve ortak değerlerden ziyade ortak korkulara dayalı ittifaklara yol açan tehlikeli bir kaymaya itecektir.
* Siyaset Bilimci Horowitz’in analizi Londra merkezli Al Majalla dergisinde yayınlandı.