Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), salgın nedeniyle ertelenen 37. Kurultayını Temmuz sonunda açık alanda toplamayı planlıyor. Partili yetkililer, bu amaçla Bilkent Odeon Gösteri Merkezi’yle görüşüyor. Kimse doğrudan dillendirmese de CHP kurmaylarının bir baskın seçim olasılığına karşı kongrenin bir an önce toplanmasını istediği de yapılan yorumlar arasında.
CHP’nin yeni programının 37. Kurultay’a yetişip yetişmeyeceği ise merak konusu. Bu çalışmalar Genel Başkan Yardımcısı Fethi Açıkel’in koordinatörlüğünde yürütülüyor. Hangi aşamada olduklarını Açıkel’e sordum, yeni programın Kurultay’a yetişmeyeceğini, ancak 2021’de tamamlanabileceğini öğrendim. Çalışmalarının sürdüğünü, parti örgütlerinden sendikalara, meslek odalarından akademisyenlere kadar çok sayıda katılımcıya danışıldığını söyleyen Açıkel, yeni programın ipuçlarını Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımlarında görmenin mümkün olduğunu ifade ediyor.
Kılıçdaroğlu Yaklaşımı: Demokrasiye önderlik etmek
Parti kulislerinde yeni programın ruhu ve çatısı “Kılıçdaroğlu Yaklaşımı” olarak adlandırılıyor. Bu, aynı zamanda geçtiğimiz yerel seçimlerde izlediği stratejiyle büyük başarı elde eden CHP’nin rotasını belirleyen parolanın adı.
Görüşünü aldığım Genel Başkan Yardımcısı Yunus Emre bu açılımı toplumun tüm kesimleriyle ittifak ve diyalog ruhu olarak açıklıyor. CHP’nin tarihsel bir misyon üstlendiğini ifade eden Yunus Emre, bu misyonu “demokrasiye önderlik etmek” olarak tanımlıyor. Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında geçen “Dünyanın bütün demokratları, birleşin” çağrısını hatırlatıyor.
İttifaklar ve uzlaşma
Yunus Emre, bu stratejiyi “partinin sağa savrulması” olarak değerlendiren eleştirileri ciddiye alıyor, ancak toplumun yakıcı meselelerinin ve ihtiyaçlarının öncelik arz ettiği kanaatinde. Ayrıca siyasi yelpazenin her tarafıyla yan yana gelişlerinde samimi olduklarını ve insanlara güven verdiklerini geçtiğimiz yerel seçim sonuçlarının onayladığını kaydediyor.
Türkiye’nin ana sorununun demokrasinin korunması ve güçlendirilmesi olduğunu saptayan Yunus Emre’ye göre “Kılıçdaroğlu Yaklaşımı”nın özünü farklı siyasal tutumları olan insanlarla demokrasi fikri etrafında ortaklaşılması oluşturuyor. Demokrasi anlayışları konusunda uzlaşamayacaklarını belirttiği yaklaşımlar ise şöyle: Aşırı milliyetçilik, aşırı dincilik, din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan düşünceler, yabancı düşmanlığı.
‘Kılıçdaroğlu partinin açılım hafızasını canlandırıyor’
Konuştuğum bir diğer CHP’li ise Parti Meclisi üyesi, ihraç edilmiş akademisyen Yüksel Taşkın. Açılımı anlamak için “Partinin hafızasına bakalım” diyor. Yenilenme çalışmalarının her zaman olduğunu, 1930’lardan bir anda 2020’ye gelinmediğini söylüyor. Taşkın, Ecevit’in açılımlarını “sol popülizm”, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yi (SHP) “Avrupa tipi sosyal demokrasi dönemi” olarak sınıflandırıyor, Kılıçdaroğlu’nun çabasını ise bu hafızanın canlandırılması olarak tarif ediyor. Bu birikimleri unutmamak gerektiğinin altını çiziyor.
Kılıçdaroğlu Yaklaşımı’nın Soğuk Savaş’tan dersler aldığını söyleyen Taşkın, geçmişte uzlaşamamanın ağır bedelinin askerlere davetiye çıkarmak olduğunu vurguluyor. Kılıçdaroğlu’nun Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi farklı görüşteki siyasetçilerle birlikte çalıştığına işaret eden Taşkın, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu ile yan yana gelişlerinin altında bu pratiğin yattığını belirtiyor. Temsili demokrasinin yeniden işleyeceği bir ortam yaratmayı amaçladıklarını da sözlerine ekliyor.
CHP’nin Açılım Hafızası
Peki, CHP’nin açılım hafızasında neler var? Partinin tarihine baktığımızda ülkenin değişen koşullarının parti içi arayışlara da yansıdığını görüyoruz. Bu dönüşümleri anlamak için hafızamızı gezintiye çıkarmamız gerekiyor. 1960’lı ve 70’li yılların aşırı siyasallaşmış ortamına cevap üretmek için sahneye çıkan Ecevit’e, 12 Eylül’den sonra toparlanmaya çalışan sosyal demokrat çizgiye ve Baykallı yıllardaki açılım çabalarına dönelim. Partinin geçmişteki açılımlarını hatırlayalım.
Altı Yıllık Tartışma: Ortanın solu ve demokratik sol
1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kurulmasıyla beraber CHP özellikle işçi ve genç kitlesini kaybetmeye başlar. Parti içindeki dengeci, ölçülü ve muhafazakâr cumhuriyetçi tutum yeni talepleri karşılamak için yeterli bulunmaz. Gidişatın farkına varan İsmet İnönü, Temmuz 1965’te partinin ortanın solunda durduğunu duyurur. Paşa’ya göre “Devlet de Anayasa da CHP de ortanın solundadır.” Partinin “ortanın solu” yönelimi parti içi muhalefet tarafından sert bir şekilde eleştirilirken, o yılların genç ve parlak siyasetçisi Bülent Ecevit açılıma sahip çıkar: “Ne ortanın solu sözünden ne de ifade ettiği anlamdan vazgeçebiliriz” diyerek partinin yörüngesinde ısrar eder. “Tutucu kanat” olarak anılan yeni açılıma direncin merkezindeyse Turhan Feyzioğlu ve Kemal Satır yer almaktadır.
Ortanın solu tartışmaları altı yıla yayılır. İşte, partinin 1966’da toplanan 18. Kurultayı’nda başlayan, arada iki olağanüstü kurultayda devam eden ve 1972’deki 21. Kurultayı’a kadar süren tüm tartışmaların ekseninde partinin yeni ideolojik çekirdeği bulunur. Kavgalı kongrelerin, partideki çatırdamaların ve istifaların altında bu açılım yatar.
1966 yılında genel sekreterlikten başka hiçbir görevi kabul etmeyeceği restini kurultaydan önceki gece yarısı Pembe Köşk’e giderek çeken Bülent Ecevit, 12 Mart muhtırasının ardından Nihat Erim’in başbakanlığa atanmasını protesto ederek görevinden istifa eder. Ama bu, onun siyasi hayatının sonu değil, başlangıcı olacaktır. İl kongrelerinde esen rüzgârları arkasına alan Ecevit, 1972 yılına gelindiğinde İnönü karşısında kesin bir zafer kazanır. Onu Atatürkçülükten sapmakla suçlayanlar olmuştur; ama fayda etmez. Yeni lider Ecevit, “halka rağmen halk için” anlayışının terk edildiğini duyurur. Aydınları halkın yanında durmaya çağırır. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra doğan ilk CHP Genel Başkanı olan Ecevit’in bu dönüştürücü gücü, 1970’li yıllarda yapılan iki seçim yarışında da partisini Meclis’te birinciliğe taşır. Artık o, Kars’ta edindiği lakabıyla, Karaoğlan’dır.
1970’li yılların CHP’sinde öne çıkan ruh ise ‘demokratik sol’ olarak bilinir. Sosyal demokrasi, henüz parti programında yer almaz. Ecevit solculuğu yerlileştirmeyi hedeflediğini anlatır. 1974 yılında gerçekleştirilen 22. Kurultay’da Ecevit, demokratik solculuğun “halka rağmen solculuk değil, halk solculuğu” olduğunu tekrarlar. Gençlik Kolları da üst üste “Demokratik Sol Düşünce Forumları” düzenler.
12 Eylül parantezinden sonra: Yenilikçi sol kanat
Askeri darbenin CHP’yi kapatmasından sonra yeniden toparlanmaya çalışan bu siyasi çizgi, program ve açılım tartışmalarına Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile devletçi geleneği sahiplenen Halkçı Parti’nin (HP) birleşmesiyle kurulan SHP’de devam eder. 12 Eylül’ün Atatürkçülüğü sahiplenmesi, açılım tartışmalarında Kemalizme eleştirel yaklaşımların da ortaya çıkmasına neden olur. Tartışmalar Cumhuriyet gazetesinin köşelerine de sıçrar. Uğur Mumcu rejime muhalif bir Kemalizm çizgisi çizmeye çalışırken, Bülent Tanör “militan cumhuriyetçi” yaklaşımı reddeder.
Partideki ideolojik yarılma; yenilikçi sol kanat, Deniz Baykal’ın liderliğindeki ‘yeni sol’ ve Erdal İnönü arasındadır. Baykal, altı oku tartışmaya açar. Yenilikçi sol kanat, Kürt sorunu ve insan hakları ihlalleri gibi konularda daha aktif politikayı savunur. Partinin birinci hedefi 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmektir.
Ecevit ise Demokratik Sol Parti’dedir. Her ne kadar SHP, CHP’nin devamı olarak görülse de sosyal demokrat hareketin doğal lideri halen Ecevit’tir. Baykal’la buluşmaya yanaşmayan Ecevit, İnönü’nün de her davetini geri çevirir. Bu yıllarda sosyal demokratlar birbirlerine açılamazlar.
‘Altı ok’, yeni sol ve Anadolu solu
SHP kurultaylarında İnönü’ye karşı mağlubiyetler alan Deniz Baykal, 1992 yılında yeniden kurulan CHP’nin başına geçer. İsmail Cem ile birlikte “yeni sol” bildirisini yayınlamışlardır. Bu açılım sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinin benimsenmesini hedefler. Fark, Ecevit döneminde yerliliğe yapılan vurgunun yerini evrenselliğe bırakmasıdır. Kitapçıkta “emek vurgusu” ağırlık kazanır. Tartışmaya açılan altı oka yeni eklemeler önerilir: Eşitlik, barış ve dayanışma.
Fakat 1999’da seçim barajını aşamayan parti, yeni açılımını “Anadolu solu”nda bulacaktır. Buna göre parti solculuğun doğal köklerinin Anadolu topraklarında bulunduğunu ifade eder. Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş’a göndermeler yapılır. Öyle ki, günümüzün Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sözcüsü Ömer Çelik, o yıllarda Deniz Baykal’ın “Anadolu solu” projesini heyecanla karşılar ve Yeni Şafak’taki köşesinden partideki bu değişim rüzgârının merkeze karşı çevrenin yürüyüşü olduğu tespitini yapar.
Ulusalcılık
AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte CHP içindeki “muhafazakâr cumhuriyetçi” hat, ulusalcılık olarak sahneye yeniden çıkar. Darbelerden dolayı güvenin azaldığı ordu imajını toparlar. 28 Şubat sürecinin etkisi sürerken partinin ana eksenini laisizm ve milliyetçilik oluşturur. Merkez solda tek başına kalan CHP, AKP karşısında çekim merkezi olur ve hayat tarzı siyasetine yoğunlaşır.
İşte Kılıçdaroğlu Yaklaşımı’ndan önce CHP’nin açılım hafızasının ana hatlarında bu gelişmeler yer alıyor. Kısacası CHP hayat tarzı siyasetini terk eden, kendi dışındaki toplumsal kesimlere açılmayı hedefleyen ve uzlaşmanın önemini vurgulayan bir anlayışla yenileniyor. 2018 seçim bildirgesine “özgürlükçü laiklik” yaklaşımının eklenmesi ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yakın zamanda başörtüsü sorunuyla ilgili geçmişte alınan tutuma dair özeleştiri açıklaması yeni anlayışa dair ipuçları veriyor. Yerel seçimler öncesinde yapılan iç toplantılarda partinin elitist dile kapılmadan geleneksel sağ seçmene de hitap edebilmesinin vurdulandığını hatırlamak gerekiyor.