Mesela 2013-2015 yılları arasında devam eden “çözüm süreci” kapsamındaki görüşme notları, HDP’nin terörle ve teröristlerle açık ilişkisinin göstergesi olarak, kapatma talebiyle açılan iddianamenin delileri arasında yer alıyor:
“09/11/2012 tarihinde Ağrı ilinde silahlı çatışmada etkisiz hale getirilen örgüt mensuplarından ele geçirilen 2000-2011 yılları arasındaki avukat görüşme notları ve çeşitli soruşturmalardan elde edilen 2013 ila 2015 yılları arası görüşme notları iddianamenin hazırlanmasına esas alınan maddi deliller arasındadır.”
Yani o yıllarda devletin bilgisi dahilinde PKK lideri Abdullah Öcalan’la avukatları arasında yapılan görüşmelerde tutulan notlar artık HDP’nin kapatılması için bir gerekçe.
Çözüm süreci kapsamında Mart 2013 tarihinde yapılan, Selahattin Demirtaş’ın da katıldığı Kandil görüşmesi de iddianamenin, “2013 yılında şüphelinin örgüt yöneticileri ile çekilmiş fotoğrafı” başlıklı bölümde yerini alıyor.
Demirtaş’ın dönemin hükümetinin bilgisi dahilinde Kandil’de PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmeler ve çekilen fotoğraflar, şimdi “Terör örgütünün destekçileri olduğunu belli edecek şekilde hareket etmek suretiyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği belirtilmiştir” ifadelerinin görsel malzemesini oluşturuyor.
Meselenin bu bölümü, daha önce siyasetçiler ve medya üzerinden defalarca dillendirilmiş ahlaki bir problemin bu defa da iddianame kılığında karşımıza çıkmasıyla ilgili. O “suç”lar devletin televizyonu tarafından naklen yayımlandı, iktidar siyasetçileri tarafından övüldü, iktidara müzahir medyanın alkışını aldı… Şimdi onlar, “HDP’liler bu suçlarının cezasını çeksin” diyor; ortada hakikaten tahammülfersâ bir ahlakî çürüme var.
Fakat geçelim bunu ve meselenin ya fark edilmeyen ya da fark edildiği halde dillendirilmeyen yönüne gelelim.
İddianamede yer alan bu “suç delilleri”, onların faillerine “buyurun, yapın” diyen iktidar sahiplerini de zan altında bırakmaz mı?
Mesele retorik düzeyinde kalsaydı, iktidar sahiplerinin o fotoğrafları, o notları “HDP’lilerin teröristlerle işbirliği”nin belgeleri olarak kullanmaları sorun teşkil etmezdi; meğerki bu ahlakî ikiyüzlülük seçmen tarafından fark edilip reddedilsin. Eh, hepimiz biliyoruz ki böyle bir tehlike de yok.
Fakat burada durum farklı: Bu “delil”ler terörle işbirliğinin açık göstergeleri olarak bir iddianamede yer alıyor artık ve bir partinin kapatılmasının gerekçesi olarak kullanılıyor. Ve zamanın iktidarı bunda hiçbir sorun görmemiş, hatta teşvik etmiş.
Aklıma -yine- Red-Kit’teki Mezarcı karakteri geliyor. Malûm, keçi sakallı bücür Mezarcı ekmeğini mevta defnetmekten çıkardığı için, katıldığı her duruşmada hâkim jüriye kararını sorduğu anda atılıp ‘asalım’ diye bağırır. Aslında kendisi de geçmişinde benzer suçları defalarca işlemiştir, fakat ne yaparsın, ekmek parası! Gel zaman git zaman o da zanlı olarak çıkar hâkimin karşısına ve suçlu bulunur. Hâkim jüriye ‘ne yapalım’ diye sorduğunda da ezberini bozmayıp ‘asalım’ diye bağırır.
Latife bir yana, durum ciddi.
Belki Başsavcı o “delil”leri oraya koyarken bunlar hiç aklına gelmemiştir. Fakat ya gelmişse?