Soru: Kemal Kılıçdaroğlu, gerek siyaset pratiği gerekse de siyasi tahayyülüyle farklı bir CHP Genel Başkanı portresi çiziyor: Siyaseti geniş ittifaklar temelinde yürütmek gibi bir siyasi pratiği savunuyor ve ‘cumhuriyeti demokratikleştirmek’ diye sık sık dile getirdiği bir yaklaşıma sahip.
Bunlar, klasik CHP tabanının serâzad benimseyip kabul edeceği şeyler değil. Fakat Kılıçdaroğlu buna rağmen 10 yıldır CHP Genel Başkanı ve öyle de devam edecek gibi görülüyor. Bu işin sırrı nerede?
Cevap: Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını en azından şu an için iki dönemde değerlendirmek lazım. Kılıçdaroğlu partinin başına geldiğinde tabii ki Baykal’ın temsil ettiği ve uygulamaya çalıştığı anti-muhafazakârlık stratejisinin takipçisi olmadı, ama yine de klasik CHP’li tavrı sürdürdü. Bu ilk dönemde Kılıçdaroğlu’nun iki başarısından söz edilebilir. Birincisi partinin oylarını artıramasa da, söz konusu daha ‘nötr’ siyasi tutuma rağmen kaybetmedi. İkinci ve daha önemlisi ise parti içindeki kimilerine göre üç veya dört farklı grubun bir arada kalmasını sağladı. Bu grupların varlığı Kılıçdaroğlu’nun parti içi dengeler açısından en ‘kabul edilebilir’ genel başkan olmasını sağladı. İsmi üzerinde bir kabullenmeyi oturttuktan sonra Kılıçdaroğlu kendi otoritesini genişletip sağlamlaştırmak üzere parti içinde daha demokratik seçim mekanizmaları işletmeye çalıştı. Parti içi bireyselleşmenin lider olarak kendisini tahkim edeceğinin farkındaydı…
Ancak bu gayretler onu tartışılmaz bir lider yapmaya yetmedi. Çünkü bunun için bir başarı hikâyesi gerekiyordu ve Kılıçdaroğlu’nun başarısı yoktu…
Söz konusu başarı ironik olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile ortaya çıktı ve Kılıçdaroğlu’nun ikinci dönemini oluşturdu. Parti tabanını genişletemeyen Kılıçdaroğlu, en büyük muhalefet partisinin lideri olarak muhalefet ittifakının mimarı haline geldi ve böylece bir anda halkın yüzde 50’sinin doğal temsiliyetini üstlendi. Parti olarak becerilemeyen genişleme, sistemin verdiği imkân sayesinde liderin inisiyatifi, çabası ve parti dışında kurduğu olumlu ilişkiler sayesinde ‘de facto’ ortaya çıktı ve haklı olarak bir başarı öyküsü olarak okundu. Yine de parti içi dengeler Kılıçdaroğlu’nun bu başarısına fazla prim tanımadı, çünkü sonuçta muhafazakârlara ‘açılım’ da iktidarı devirmek açısından işe yaramadı.
Ancak 2019 yerel seçimleri söz konusu açılımın sınanmasını sağladı. Haziranda yapılan seçimi İmamoğlu muhafazakâr oyların da desteğiyle net bir şekilde kazandı. Bu seçimlerde CHP’nin kritik belediye başkan adayları Kılıçdaroğlu’nun özgüveninin ve parti içinde gerçekleştirmeye çalıştığı dönüşümün de göstergesiydi. Parti içi dengeler önemsenmeksizin muhafazakâr seçmenler için yadırgatıcı olmayan, bireysel nitelikleri ağır basan adaylarla hareket edildi. Bu seçim Kılıçdaroğlu için kritik bir aşamayı ifade ediyor. Çünkü stratejisinin doğru olduğunu, CHP’nin oyunu yeterince artıramasa bile ittifaklar üzerinden siyasi güç ve etkisini artırabileceğini ve bu sayede iktidara uzanılabileceğini kanıtlamış oldu.
Dolayısıyla bugün Kılıçdaroğlu ittifak siyasetini ve Cumhuriyet’i demokratikleştirmeyi savunuyor ve özeleştiriye açık bir tavır sergiliyor. Tabanın bundan tam olarak memnun olması belki mümkün değil, ama Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin CHP’nin önüne bir başarı stratejisi çıkardığı, ittifak atmosferi sayesinde ‘klasik’ CHP’lilik dışında duran bireyselleşmiş adaylarla CHP’li olmayanların da oyunun alınabileceği anlaşıldı. Diğer deyişle Kılıçdaroğlu parti üzerinden yapamadığını, parti dışında yaparak parti içine hakim hale geldi. CHP’liler bu çizgiyi önce kerhen kabullendiler ama başarı tabanın dönüşümünü de tetiklediği ölçüde, bugün Kurultay’a gidilirken Kılıçdaroğlu parti içindeki en güçlü döneminin başında gözüküyor.