Yani Türkçesi, gelen eleştirilere karşı hatasını ve üzüntülerini biraz savunmasal biçimde ifade ediş.
Paris’te bir panel düzenleniyor. Konusu: “Batı karşısında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye”.
Bir “dinleyici”, hazırlanmış, soru yöneltiyor: “2010 yılında Anayasa referandumuna ‘Yetmez ama evet!’ deyip oy vererek, Türkiye’nin bu günlere gelmesine katkı yaptınız. Pişman mısınız?”
Soru değil suçlama olan bu lafa tek cevap şu olurdu:
‘Kardeşim, bunun konumuzla ne ilgisi var? Olsa da sordum olmasa da sordum mu diyorsunuz? Öyleyse şöyle cevap vereyim ve bitirelim: ‘Birisi iyi bişey yaptığı zaman iyi yaptın demeyeceğiz de, sen iyi yapamaz birisin mi diyeceğiz?’
“İyi yapma” konusunu biraz aşağıya bırakarak panelcilerin cevaplarını görelim.
***
Prof. Nilüfer Göle: “Angaje olan bir öfori, coşku içindeydik. Gerçekten inanıyorduk.”
Prof. Ethem Eldem: “Dünyada bir coşku ortamı vardı. (…) Erdoğan’a Avrupa nezdinde meşruiyet ve görünürlük kazandırmakla suçlandık.”
Prof. Seyfettin Gürsel: “Daha realist olmak gerekirdi. (…) evet yanıldık, çok basit bir dille, yanıldık, bunu söylemek lazım.”
Yani bi tek, ‘Boynumuz kıldan ince, ne deseniz ve yapsanız, bize dümdüz gitseniz haklısınız’ demedikleri kalmış.
Katılan üç Türkiyeli profesörün bu bahsettikleri “öfori”, Vikipedi’de “kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfori, her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir” diye tanımlanıyor.
Yine de içlerinden en uygun cevabı, profesör olmayan Orhan Pamuk veriyor: “Bu soruya yanıt vermeyeceğim (…) Diğer soru, lütfen.” Ama o da bu sorunun soru değil suçlama olduğunu söylemiyor, konuyla ilgisini sorgulamıyor, geçiştiriyor.
***
Bütün bu “cevap”lar, mesela Tele1’de “Yetmez ama evet’çiler nasıl kandırıldıklarını anlattı” manşetiyle haberleştiriliyor ve Twitter’da mesela “Size aptal demek iltifat olur. Cesedinize tüküreceğimiz günler yakın olsun” türünden kibar ve entelektüel yorumlara yol açıyor.
Yani sonuçta, profesörler bu “soru”yu soranın Türkiye’deki “fikirdaş”larına al da gol at türünden hiç unutulmayacak paslar vermişler. İşin kötüsü, bunun farkında değiller.
***
Bu konuda çok yazdım. Radikal’in 15.08.2014 sayısında referandumun maddelerini sıraladım. 22.08.2014 sayısında işin felsefesini yazdım. 27.03.2018’deki Ahval söyleşisinde bu insanların niye çok sinirlendiklerini anlattım. Ardından da “Yazması olup da okuması olmayan laikçi ihvana son defa” başlığıyla 13.08.2020’de bu saçma sapan konuyu kapattım.
Bu arada, gençler için söyleyeyim, ihvan demek tarikat mensubu demektir. Laik veya İslamcı her tarikat mensubu, çocukluğundan beri aldığı eğitim gereği ak ile kara’dan başka bişey bilmez.
Bu yazıları burada tekrar etmek anlamsız olur; zaten yer de yetmez. Ama özetle şunları söylemek lazım:
1) YAE, YAE diye 10 küsur yıldır 24 saat sayıklayan ulusalcıların bütün derdi, örtmek. Ulusalcı CHP’nin yapıverdiklerini örtmek. Abdullah Gül’ü 2007’de cumhurbaşkanı seçtirmemek için 367 rezaleti dediğimiz ucubeyi yaratan sivri zekalılığı örtmek. Şimdi anlatması çok uzun, şöyle ki, TBMM’de ilk iki turda cumhurbaşkanı seçmek için gerekli 367 sayısının aynı zamanda TBMM’yi toplayabilmek için gerekli sayı olduğu türünden muazzam parlak fikri pek tutan CHP kalktı, Anayasa Mahkemesine başvurdu, orası da onayladı!
Sonuç: Cumhurbaşkanı seçimi TBMM’de değil genel oyla yapılmaya başlandı ve önce A. Gül, ardından da R. T. Erdoğan seçildi!
Yetmemişti, AKP’ye kapatma davası açılmıştı. Yetmemişti, “Ordu Göreve” diye çığrışan Cumhuriyet Mitingleri düzenlemişlerdi büyük şehirlerde ulusalcılar.
2) YAE, YAE diye sayıklayanların 2010 referandumu maddelerinden hiç haberleri yoktu çünkü karşı çıkmaktan vakit bulamamışlardı okumaya. Oysa memurlara toplu sözleşme hakkı orada verildi. Ombudsmanlık getirildi. Sivillerin askerî mahkemede yargılanabilmelerine son verildi. Nisap 2/3’e yükseltilerek siyasi parti kapatmak çok zorlaştırıldı (ki, şimdi bundan HDP yararlanacak). AYM’ye bugün tek can simidimiz olan bireysel başvuru hakkı getirildi (ki, şimdi bu Barış Akademisyenleri’nin tek umudu). HSYK’nin meslekten çıkarma cezalarına karşı yargı yolu açıldı. En önemlisi, yargı reformu getirildi.
Tam burada durun. Bu yargı reformunda HSYK’yi bütün hâkim ve savcılar seçiyordu ve herkes tek adaya oy verebilecekti. CHP hemen AYM’ye gitti, orası da bu hükmü iptal edince aday sayısı kadar oy verme olanağı doğdu. Kaçınılmaz sonuç: Adalet Bakanlığının hazırladığı liste tulum çıkardı.
Bunları bilince, bitakım insanların şimdi af diletmeye soyunma küstahlığı bi yana, ‘Biz biliyorduk, siz nasıl bilmiyordunuz!’ demesi muazzam cesaret. Helal olsun.
Şuradan anlayın ki, mütedeyyin Müslümanların imzalarını da alarak Rejim’e karşı yazılmış en anlamlı ve ciddi muhalefet metnini yayınlayan Aksaçlılar’a Saray değil, bu ulusalcı tayfa saldırmıştı, “YAEci” diye!
Bu yaptıkları Erdoğan’ı iktidara getirerek bugünkü Rejim’e öyle bi yol açtı ki, ödleri koptu, derhal bir günah keçisi arayıp olayı onun sırtına yıkmaya soyundular.
İki tane buldular: 1) 2010’da Anayasa Referandumu reformlarına Yetmez Ama Evet diyenler; 2) 2013’te de Kürt Barış Süreci’ne katkı yapan Akiller.
Bu ikincisine Ege’de katıldım, sadece kendi hesabıma konuşayım: 1,5 ay boyunca kendine Kemalist diyenlerin toplantıları nasıl sabote ettiklerini anlatamam. Çünkü Kürt Açılımı’nı destekliyorduk (ki Kürt yoğun 14 ilde Evet oyları % 85,60 olacaktır).
Kayseri Hilton’da nasıl fiilen saldırdıklarını videodan izlemelisiniz .
Bu zavallılar bilsinler ki Kürt meselesinin halli için değil Erdoğan, bizzat şeytan davet etseydi giderdim ve şu anda koşarak giderim.
***
2004’te Anayasa Md. 90/5’i getirerek temel hak ve özgürlükler konusundaki uluslararası antlaşmaları Anayasa Md. 90/5’e son bir cümle ekleyerek aynı konudaki ulusal yasalara üstün ilan eden bir partiyi demokrat olduğu sürece desteklemekten daha doğal hiç bişey olamazdı.
Aksi halde, Müslümanların asla iyi şeyler yapamayacağına iman etmiş olmak gerekecekti. İslam’ı iktidara geçmek ve orada kalmak için kullananlar ile Hüda Kaya, İhsan Eliaçık ve Ö. F. Gergerlioğlu gibi Müslümanlar arasında fark gözetmeden “Müslümanlar reformcu olamaz” diye meydana fırlamak bize çok tersti.
Üstelik şurası çok önemli, kadim arkadaşım Prof. Yücel Sayman’ın hatırlattığı gibi, referanduma “hayır” veya “boykot” diyenler “evet” diyenler kadar sistem-içi bir davranış sergilemediler mi, oturup bi düşünsünler.
***
Hadi, diyelim biz yanıldık. Ya tüm Batı? İstisnasız tüm Batı 2011’e hatta 2013’e kadar Türkiye’yi Orta Doğu’ya model gösterdi. YAE’ye tamamen yabancı olan Fransızların önünde Paris’te panel yapan profesör arkadaşlarımızın bunu da mı Batılılara anımsatmak gelmedi akıllarına?
Türkiye’nin müzakere sürecine en büyük takozu koyanın Sarkozy olduğunu da mı söyleyemediler apoloji yapmaktan vakit bulup? (VOA haberi dışında bilgim yok, onu da söylemeliyim).
Kaldı ki 2010’daki desteğin ertesi günü dönüşmedi bugünkü korkunç durumuna Erdoğan. Mesela 2011’de İstanbul Sözleşmesine ilk imzayı attı. Mayıs 2013’te Türkiye’deki ilk (ve şimdilik son) barışçı Kürt Açılımını başlattı.
Fakat aynı yıl Gezi ve yıl sonundaki 17-25 Aralık (“ithamları” deyip geçelim de başımıza iş açmayalım) kendisine fazlasıyla tehlikeli gelmiş olmalı ki, Dr. Jekyll hemen Mr. Hyde’a dönüşüverdi. Stevenson’ın romanındaki gibi.
***
Erdoğan dönüşüverince, 2010’da nasıl desteklediysek, çok daha sert biçimde kösteklemeye başladık derhal. Bu laikçi ihvan www.baskinoran.com siteme bakıversin.
1930’dan beri hiçbir şey değişmesin diye askerî darbecileri on yıllardır desteklemişlerin ve “Cumhuriyeti Korumak” adına İslamcı oportünistlerin değirmenine bilmeden su taşımışların aksine laikçi imana değil demokratik fikre dayandığımız için, iyi olana iyi dedik, kötü olana da kötü.
Demeye de aynen devam edeceğiz. İsteyen istediği ezberi okusun.