Ana SayfaHaberlerGündemDemirtaş: ‘Demokrasi için yan yana duramayanı tarih affetmez’

Demirtaş: ‘Demokrasi için yan yana duramayanı tarih affetmez’

Eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, cezaevinde Medyascope’tan Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Demirtaş’ın sık sık ittifak ve geçmişi bir tarafa bırakmak mesajı verdiği bu röportajın geniş bir özetini yayımlıyoruz.

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” yazınız geleceğe yönelik. “İttifak modeli” önerisi ise bugüne ait. Bugün ve geleceği aynı anda tasarlamanın zorlukları neler? 

Geleceği konuşacaksak bugünden başlamak, yani öncelikle bugünü planlamak dışında bir seçenek yoktur bence. Yarınlarımız için bugünü örgütlemek, sözümüzü ve eylemimizi bugünden icra etmek zorundayız. Aksi durumda geleceğe dair umutlarımız tatlı hayallerin ötesine geçemez. Demokratik bir topluma ulaşabilmenin ilk adımları bunu kimlerle, hangi yöntemlerle, hangi ilkelerle yapacağımızı belirleyip hayata geçirmektir. Yani demokrasi ittifakı olarak sunduğum tartışma taslağı, gelecekte bir demokrasi kurmanın ön koşuludur, olmazsa olmazıdır. Benim sözünü ettiğim ittifak ve mücadele birliği kurulmadan da seçim kazanılabilir belki ama demokrasi kazanılamaz. Ben seçim kazanmanın tek başına demokrasiyi getirmeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. Seçimi, hangi ilkeler ve amaçlar etrafında yürüttüğünüz mücadeleyle kazandığınız da önemlidir. 

İktidarın kaybettiğini, fakat kendiliğinden gideceğini beklemenin de yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Doğru olan tam olarak ve mümkünse özetle nedir?

Bu sorunuzu, tam da az önce anlatmaya çalıştığım meseleyle bağlantılı olarak yanıtlamak isterim. Her iktidarın bir ömrü vardır. Zamanla yıpranırlar ve halkın desteğini kaybederek iktidardan düşerler. Bu durum AKP için de geçerlidir. Ama önemli olan, AKP’nin siyasi miadını doldurmasını beklemek, bu zaman içinde de zulümlere ve tahribatlara seyirci kalmak yerine, demokrasi mücadelesini büyüterek iktidar değişimini zorlamaktır. Yani sandıktan sadece AKP’nin yerine herhangi bir iktidar çıkarmak yerine, olabilecek en demokratik seçeneği çıkarabilmektir, asıl başarı. 

Ayrıca demokrasi mücadelesi, geniş toplumsal kesimlerin desteğini alır ve kitleselleşirse seçim de bir an önce yapılır ve değişim daha erken başlar. Böylece zulmün yaratacağı daha fazla tahribatın da önüne geçilmiş olur. AKP’nin kendiliğinden gitmesini beklemek yerine, mücadeleyi ve demokratik güç birliğini, ittifakı büyütelim diyorum. 

Çağrısını yaptığınız demokrasi cephesini isimlendirmeniz mümkün mü? Örneğin İYİ Parti, DEVA, Gelecek ve Saadet partilerini de potansiyel bileşenler olarak görüyor musunuz?

Ben muhalefet cephesinde hiçbir ayırım yapılmadan, ön şart ve ön yargılara teslim olunmadan herkesin demokrasi ilkelerinde buluşması gerektiğine inanıyorum. Yoksa bagajı, eleştirel geçmişi olmayan siyasetçi ya da parti var mı ki? Bence tüm siyasetçiler olarak geçmişimize özeleştirel yaklaşarak geleceğe odaklanmamız dışındaki her türlü yol, muhalefete kaybettirir. 

Yaşanan sorunların büyüklüğünü, yakıcılığını, aciliyetini görerek her siyasetçi, demokrasi için yan yana durmak zorundadır. Bunu yapmayan veya yapamayanları halk da tarih de affetmez. 

Bu noktada özel olarak Ahmet Davutoğlu’nu sormak isterim. AKP Genel Başkanı ve başbakan olduğu dönemde kendisiyle sıklıkla karşı karşıya geldiniz. Bildiğiniz gibi kendisi Gelecek Partisi lideri olarak sert ve etkili bir muhalefet sergiliyor. 

Sayın Davutoğlu ile siyasi duruşumuz, birçok meseleye bakış açımız elbette ki farklıdır. Hiçbir zaman da aynı olmayacağından eminim. Fakat şu yaşadığımız derin trajediden çıkmak için demokrasi ilkeleri etrafında yan yana gelinip konuşulması, halkın özgür yarınları için, huzuru ve refahı için kesinlikle katkı sağlayıcı olacaktır. 

Ben bu gibi durumlarda, acı çeken, bedel ödeyen kesimleri düşünerek hareket etmeyi tercih ediyorum. Eğer bir çözüm imkanı varsa onu değerlendirmek ve halkın acılarını dindirmek siyasetçinin görevidir. Yoksa siyasetçiler kişisel kin veya intikam duygularıyla hareket ederlerse bu sadece halkın ödediği bedelleri arttırır. 

Bunu söylerken, geçmişle yüzleşmeyi bir kenara atalım demiyorum, bunu kişiler üzerinden yapmayalım diyorum. Zulme karşı en büyük intikam; demokrasiyi, barışı ve özgürlükleri kazanmaktır. Siyasetçi de bunu başardığı oranda temsil ettiği kitlelere karşı ahlaki sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Ben halkımızın çok fazla acı çektiğini, çok bedel ödediğini düşünüyorum. Tüm sorunlarımızı adım adım hal yoluna koymanın zamanı çoktan geldi. Bunun için de ilkesel iş birliklerine, diyaloglara açık olmak zorundayız.

Gelecek ile Deva partilerini, Davutoğlu ile Babacan’ı kıyaslamanızı istersem neler söylersiniz?

İki isim de deneyimli siyasetçiler ama partileri yeni. Ben de dikkatle izliyorum. Kıyaslama yapmam doğru olmaz. Partiler ve siyasetçiler hakkındaki kararı halk verir, hep birlikte göreceğiz. 

Demokrasiyi kişisel ve toplumsal kültürümüz haline getirebilmek için kat etmemiz gereken daha çok uzun bir yol var. Ancak ben, her siyasetçinin sorunlara devlet katından değil, halkın penceresinden; güvenlikçi perspektiften değil, özgürlükçü açıdan bakabilmesini önemsiyorum. Demokratlık bir yaşam tarzıdır. Sadece parti programına yazmakla bitmiyor iş. Bu, hepimiz için geçerlidir. Demokrasiyi kişisel ve toplumsal kültürümüz haline getirebilmek için kat etmemiz gereken daha çok uzun bir yol var. Bunun farkında olmayıp da “ben oldum piştim, dünyanın en demokratı da benim” dersek bu pek inandırıcı olmaz, demokratikleşmeye de katkı sunamayız. Dolayısıyla hepimiz gibi Sayın Babacan ve Sayın Davutoğlu’nun da bu meseleye samimiyetle kafa yormalarını temenni ediyorum. Çünkü ben, ayırımsız her siyasetçinin Türkiye’nin yarınlarında demokrasiye katkı sunmasını umuyor ve bekliyor, en azından bir yurttaş olarak bunu diliyorum.

14 bin karakterlik T24 yazınızda 19 kez “parlamenter” kelimesi geçerken, Kürt sorunuyla ilgili doğrudan herhangi bir ifade ve “Kürt” kelimesi hiç yer almıyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi doğrudan Kürt sorununun çözümüne dair bir rapor ya da yol haritası değil ki. Tüm sorunların ve elbette Kürt sorununun da demokrasi içinde çözümüne imkan sunacak bir “devlet yönetimi modeli” önerisidir. Dolayısıyla bu eleştirileri çok da anlamlandıramadım. 

Ben Kürt bir siyasetçiyim diye veya Kürt sorununun çözümünü en çok benim de içinde bulunduğum siyasi çizgi dillendiriyor diye yazıp konuştuğum her şeyde ille de Kürt sözcüğü geçmek zorunda mı? Kürt demem gerektiğinde bunu yazmaktan da söylemekten de çekinecek değilim herhalde. Bu bir utanç olurdu. Bununla birlikte, ayırımsız herkes için yararlı olacağına inandığım bir öneriye de sırf “Kürt” kelimesi geçsin diye “Kürt” yazacak da değilim. 

Kürt halkının dil, kültür, yönetim, ekonomik tüm sorunları hem Türkiye’nin genel demokrasi sorununun bir parçasıdır hem de devletin resmi politikalarında köklü bir değişim gerektiğinden, siyasal bir sorundur. Demokrasinin gelişmesi siyasal sorunların çözümünü kolaylaştırır. Mesele budur.

zleme imkanınız olmadığını biliyorum ama belki mealen size iletmişlerdir: Medyascope’ta iki metninizi değerlendirdiğim bir yayında sizin “ne?” sorusunu cevaplarken “nasıl?” sorusunu aynı netlikle cevaplamadığınızı ileri sürdüm. Örneğin demokrasi cephesinin muhtemel bileşenleri arasındaki geçmişten gelen sorunların nasıl aşılır?

Ben, hapishanedeki siyasetçi bir rehine olarak dışarıya bir tartışma metni sundum sadece. Bunu eksiğiyle, gediğiyle tartışıp geliştirmek, hayata geçirmek dışarıdakilerin işidir. Ben buradan kimse adına karar da veremem pratik siyasete müdahale de edemem. Bunun için pozisyonum da imkanım da yok. Dolayısıyla “nasıl” sorusunun pratikteki cevabını dışarıdaki siyasetçiler bulacak. Ben elimden gelen desteği sunarak kolaylaştırıcı olabilirim ancak. 

Örneğin, siyasi amaçla bir araya gelmeden önce tüm liderler, sırf aile ziyareti kapsamında ve insani ilişki çerçevesinde, bir kahvaltı için herhangi bir liderin evinde buluşarak birbirlerini daha yakından tanımaya, daha iyi anlamaya gayret edebilirler. Mesela ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve “Kahvaltıya geldik” derdim. 

Yıllar önce, Ankara’da, bir akşam Tayyip Bey’in evine neredeyse bu şekilde gidecektim. (Rahmetli Dengir Bey de bunu önermişti.) Ancak Sayın Erdoğan bizim açımızdan hep öngörülemeyen bir lider oldu. Bizimle insani, siyasi ilişki geliştirmede ketumdu. Çözüm sürecinde bile böyleydi. Normalde başkalarına karşı böyle olmadığı biliniyordu ama bize karşı hep ketumdu. Oysa ben şuna inanıyorum; önce birbirimizin insan yönüne odaklanalım ki, siyasi sorunlarımıza dair çözüm noktasında daha iyi anlaşabilelim. Hepimiz bu acılı coğrafyanın bahtsız çocuklarıyız, nasıl olur da birbirimize düşman gibi bakarız? Ben bunu kabul etmiyorum. 

Siyaseten hep farklı yerlerde durduk, duracağız. Çoğulcu demokrasinin gereği de budur zaten. Ama bizler birbirimiz için ne düşmanız ne de tehdit. Perişan hale getirilmiş Türk’ün de Kürt’ün de sorununu birlikte çözüp, birlikte yaşamı mümkün kılmakla sorumlu siyasetçileriz. Ama önce insanız, sonra siyasetçi. Siyasetçi kimliğimiz insanlığımızın önüne geçmemeli. Geçince kamplaşma başlıyor, karşılıklı suçlamalar yapılıyor ve tüm diyalog kapıları kapanıyor, siyaset tükeniyor. Oysa siyaset çözüm üretmek için var.

Daha önemlisi iktidar ortaklarının, muhalefetin bir araya gelmesini “beka” söylemi ve HDP’yi şeytanileştirerek ve ellerindeki sonsuz imkanları kullanarak engellemeye çalışmaları nasıl etkisiz kılınabilir?

Bunun en etkili yolu, barış siyasetini büyütmektir. Tüm HDP’liler samimiyetle silahların susmasını, çatışma ortamının nihai olarak bitmesini istiyor. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Diğer partiler de bunu istiyorsa -ki farklı tanımlar yapsalar da bunu istediklerini ifade ediyorlar- o halde HDP’yi sıkıştırmak yerine HDP’ye destek olmalılar, HDP’yi cesaretlendirmeliler. Bunu da ancak siyaseti öne çıkararak, siyasi çözümlere açık olarak yapabilirler.Askeri yöntem dışında bir yol önermeyenler barışa nasıl katkı sunabilirler ki?

“HDP terörle arasına mesafe koysun, terörü kınasın” dayatması yerine bence, “Şiddetin nihai olarak sonlanması için HDP’nin önerilerini dinlemek ve değerlendirmek istiyoruz” demeliler. Bundan bir şey kaybetmezler. Aksine, Türkiye toplumunun yararına olur bu. Çünkü HDP siyasi gücünü, halktan aldığı siyasi desteği siyasi çözüm ve barış için kullanmak istiyor ama ısrarla HDP’yi “kınama, mesafe koyma” kıskacında tutmaya çalışıyorlar. Bunun kimseye yararı yok, hiçbir sorunu da çözmüyor. HDP’nin şiddetle, silahla hiçbir bağı yok, olamaz da. Ancak HDP’nin “terörle mücadele” yöntemi dışında başka bir çözüm önerisi var, o da siyasetçiler olarak yan yana gelip sorunu konuşarak çözmek, parlamentoda çözmektir. Diğer siyasi partilere düşen şey HDP ile diyaloga açık olmak ve barış siyasetine kulak vermektir.

HDP’ye de barış konusunda daha ikna edici, daha somut, daha kucaklayıcı bir politikayı hayata geçirmek ve bunun dilini, pratiğini kurmak düşer. O zaman farklı siyasetlerin toplumun geleceği için yan yana gelmesi daha mümkün, daha kolay olur.

Röportajın tamamını okumak için:

https://medyascope.tv/2020/09/07/selahattin-demirtas-rusen-cakirin-sorularini-cevapladi-disarida-olsaydim-bir-sabah-basak-ile-birlikte-meral-hanimin-kapisini-calar-ve-kahvaltiya-geldik-derdim/
- Advertisment -