Ana SayfaHaberler“HDP’de, partinin misyonuna dair farklı görüşler var”

“HDP’de, partinin misyonuna dair farklı görüşler var”

Yazarımız Vahap Coşkun, Politik Yol’dan Murat Aksoy’un sorularını cevapladı. Bu uzun söyleşinin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi Kürt sorununun meşru muhatabı olarak tanımlamasının HDP, İYİ Parti ve iktidar partilerinde ne tür sonuçlar yarattığına dair bölümünü yayımlıyoruz. Coşkun’a göre, AK Parti’nin Kürt seçmeni kaybetme süreci de işlemeye devam ediyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda Meclis’i adres göstermesi ve HDP’yi siyasi muhatap kabul etmesi ile bir tartışma başladı. Siz nasıl okuyorsunuz bu tartışmayı?

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında işin bir süreklilik tarafı bir de yeni olarak nitelendirebileceğimiz bir tarafı var. Süreklilikten kasıt; uzunca bir süredir bu pozisyonda durmasıdır. O, hep çözümün Meclis’te olduğunu söyledi ve siyasi partileri meşru muhatap olarak gördü. Nitekim CHP’nin çözüm süreci sırasında hazırladığı “22 Soru, 22 Cevap” belgesinde de bu yaklaşımı görmek mümkündür.

Yeni olan nedir?

İki husus var: Birincisi, Kürt meselesinin bu kadar açık bir şekilde varlığının kabul edilmesidir. Kılıçdaroğlu, o belgeselde, sorunun varlığını, siyasetin bunu çözmekle mükellef olduğunu ama çözmediğini vurguluyor. İkincisi, HDP’yi “çözümün muhatabı” olarak nitelendirmesidir. İktidar tarafından kuşatıldığı bir konjonktürde HDP’nin adres gösterilmesi önemlidir.

Neden?

Temel olarak iki açıdan: İlk olarak, özellikle 2016’dan sonra Cumhur İttifakı’nın resmi söylemi “Kürt meselesi yoktur” üzerine oturdu. Meselenin varlığını konuşmak ve konuşturmak dahi istemeyen, bütün propaganda araçlarıyla da kamuoyuna bu yaklaşımı hâkim kılmayı amaçlayan bir yaklaşım söz konusu. Atmosfer bu iken, ana muhalefet partisinin Kürt meselesine işaret etmesi ve siyaseti de bunu çözmekle sorumlu kılması değerlidir.

İkinci olarak, hakkında kapatma davasının açıldığı ve bir siyasi parti olarak bütün işlevlerinden yoksun kılındığı bir ortamda HDP’nin meşruiyetin altının çizilmesi ve çözümde işlevsel bir rolünün olabileceğinin hatırlatılması kıymetlidir.

Bu açıklama nasıl bir değişimin yolunu açar?

Kılıçdaroğlu’nun açtığı tartışma zemininin çözüm açısından son derece önem taşıdığı kanısındayım. Ana muhalefetin bu tavrı evvela kendisinin ve içinde yer aldı ittifakın duruşunu etkileyecektir. Ama aynı zamanda HDP’nin ve iktidarın -Cumhur İttifakı’nın- tavrına da tesir edecektir; sürecin içinde yer alan bütün aktörleri yeni bir pozisyon belirleme mecburiyetinin altına sokacaktır. Bu bağlamda, farklı kapıları açması ve farklı ilişkileri tetiklemesi son derece muhtemel; tartışmanın derinleşmesi Türkiye siyaseti için de bir fırsat.

Kimi nasıl etkiler? Mesela İYİ Parti’yi nasıl etkiler?

İYİ Parti, Millet İttifakı’nın “en zayıf halkası” olarak görülen Kürt meselesi üzerinden hassasiyeti sürekli kaşınan bir parti. İktidar “teröristlerle işbirliği” söylemiyle, İYİ Parti’nin bu ittifak içindeki varlığını daima bir sorgulamaya tabi tutuyor; İYİ Parti’yi bu ittifaktan koparmaya ve ittifak içindeki partilerin arasını açmaya çabalıyor.

CHP, Millet İttifakı’nın en büyük ve bir nevi lokomotifi olan bir parti, Kılıçdaroğlu’nun açıklaması, zorunlu olarak İYİ Parti’nin de tavır almasını gerektirdi. Nitekim İYİ Parti’den HDP’nin meşruluğunu merkeze alan açıklamalar geldi. Bundan hareketle, Millet İttifakı’nın Kürt meselesindeki duruşunun, çözümün Meclis’te aranması ve HDP’nin meşruluğu noktasında stabil hale geldiği söylenebilir. Muhalefetin bu asgari müşterek üzerinden birlikteliğini devam ettirmesi hem meselenin konuşulabilmesi hem de muhalefetin bu meselede iktidar karşısında bir ağırlık noktası oluşturabilmesi için önemlidir.

Bu durumda Millet İttifakı’nın iki partisi olan CHP ve İyi Parti’nin bu anlamda buluştukları nokta çözümün zemininin parlamento olması ve HDPnin meşru bir siyasi aktör olarak kabulü…

Evet.

Peki, bu tartışmalar HDP’yi nasıl etkiler?

HDP, bilhassa son dönemlerde, muhalefetin kendisiyle kaçak göçek değil, açık ve sağlıklı bir ilişki kurması gerektiğini dile getiriyor. Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi çözümün muhatabı olarak göstermesi, bu sağlıklı ilişkinin temelini oluşturabilir. Bu konuya şöyle bakıyorum: HDP’nin kendisinden beklenen rolü oynayabilmesi iki faktöre bağlıdır. Birincisi, diğer partilerin HDP ile kuracakları ilişkinin niteliğidir. Siyasetin normal, meşru ve diğer partilerle aynı haklara sahip bir aktörü görüldüğü müddetçe HDP’nin siyasi alanı genişler. İkincisi de, HDP’nin kendisine biçtiği kıymetle alakalıdır. Kürt meselesinde HDP nerede duracaktır? Siyaset belirleyen etkili bir aktör olacak mıdır olmayacak mıdır? Bugün açılan siyaset kapısını ardına kadar aralayacak mıdır aralamayacak mıdır? HDP’nin bunlara vereceği cevaplar onun yerini de tayin edecektir. Hülasa, HDP’nin konumu salt diğer partilere bağlı değil, HDP’nin kendisine biçeceği misyonla da ilgilidir.

HDP içinde bu yönde bir tartışma var mı?

Bir bilgiye ya da duyuma dayalı olarak değil ama benim o çevreyi takip ederek vardığım kanaat, böyle bir tartışmanın olduğu yönündedir. Nitekim HDP’nin rolüne dair bir gündem olduğunda bu tartışma bir şekilde dışa yansıyor. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının ardından partinin eski eş genel başkanı Sezai Temelli’nin “Adres, İmralı’dır” çıkışını bu tartışmanın bir karinesi olarak değerlendirebiliriz.

Peki, bu tartışmanın tarafları kimler?

Bana göre HDP içinde iki grup var: Bir grup, “Kürt siyaseti” içindeki rol dağılımında HDP’nin payını artırmasını, siyasetin ön plana çıkmasını ve belirleyici olmasını savunuyor. Diğer grup ise mevcut halin devamından yana tavır takınıyor. Kılıçdaroğlu’nun tartışması bu gruplar arasındaki tartışmayı da açığa çıkardı. Temelli’nin açıklamasına yanıt Selahattin Demirtaş ve Mithat Sancar’dan geldi, onlar HDP’nin muhatap olduğunu ifade ettiler.

Bu tartışma yeni mi yoksa var olan bir tartışma mı?

Bana kalırsa bu yeni değil, yürüyen bir tartışma. Ben, siyasetin daha ağırlık kazanacağı bir dönemi bekliyorum. Birkaç sebebi var bunun.

Nelerdir bunlar?

Birincisi, son beş yıllık yıkıcı süreç, siyasetin dışında herhangi bir çözüm yolunun olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. İkincisi, siyasetin HDP’ye kazandırdığı görüldü. Çözüm sürecinde genişleyen siyasal alan ve Türkiyelileşme siyaseti, 7 Haziran 2015 seçim başarısını getirdi. Üçüncüsü, HDP’nin asıl dayanağı olan Kürt seçmende ciddi bir sosyolojik değişim yaşanıyor.

Nasıl bir değişim bu?

Radikal yöntemlerden uzaklaşan ve siyasete olan ilgisi artan bir taban var. Şehirleşen, orta sınıflaşan, siyasetle daha fazla hemhal olan ve kendi kimliğini farklı alanlarda kuran bir sosyoloji geliyor. Elbette bu tablo HDP’yi de değişime itiyor.

HDP bu değişime bir cevap verecek mi?

Burada, sizin de tarihsel dediğiniz ve temel bir problem var. PKK ile HDP arasında aynı sosyolojik tabana oturmalarından kaynaklı birtakım ilişkiler bulunuyor. Bu ilişkiler, bazı sorunlara yol açıyor. PKK’nin her zaman daha ağırlıklı bir yapı olması buna mukabil siyasetin sürekli geri planda kalması, en önemli problem alanı. Zira bu hem HDP’nin siyaset içindeki yerini tartışma konusu kılıyor hem de HDP’nin kendisini büyütmesini, sahasını genişletmesini engelliyor. Bugünün temel sorunu HDP’nin bu ilişkiyi tersine çevirip çeviremeyeceği, siyaseti karar alıcı bir noktaya çıkarıp çıkaramayacağıdır.

HDP’yi zorlayacak bir sorun.           

Evet, hem zorlayacak hem de ciddi bir dönüşümü getirecek. Çünkü bu tartışma, HDP içindeki diğer sorunların da konuşulmasının önünü açacak. Mesela, Türk sol kesimlerle kurulan ittifak modeli, bu modelin doğru kurulup kurulmadığı, aktörlerin doğru seçilip seçilmediği, bu aktörlerin toplumsal etkileri ile parti içindeki güçleri arasındaki makas, vb. konular da masaya yatırılacak. Fakat bir daha altını çizerek belirmeliyim ki, HDP için esas belirleyici olan, siyaseti ikinci plana iten ilişki modelinin değişip değişmeyeceğidir.

Değişme potansiyeli var mı ya da değişiyor mu?

Zor bir denklem bu, zira bir tarihsel arka planın üzerine oturuyor. Lakin bir taraftan HDP’nin Türkiye siyasetinde daha büyük bir aktör olabilmesi için bunun değişmesinden başka bir şansı yok. Diğer taraftan da hem siyasetin gerekleri hem de sosyolojik yönelim bu değişimi zorluyor. HDP’nin içerisinde bu mecburiyeti görenler var. Her ne kadar yüksek sesle kamuoyunun önünde konuşulmuyorsa da içeride ciddi bir tartışmanın olduğunu zannediyorum.

Peki, Kılıçdaroğlu’nun açıklaması MHP ve AK Parti’yi nasıl etkiler?

MHP, Kürt meselesi ve benzeri hayati konularda, hemen bir açıklama yaparak sınırlarını belirliyor ve bu sınırlar içinde iktidarı hareket etmeye mecbur ediyor. Tabii, bu da AK Parti’nin oyun alanını daraltıyor. AK Parti bu sınırları esnetmeye çalışsa da genellikle bu sınırların içinde kalıyor. İktidarın beş yıldır sürdürdüğü ve bütün bir muhalefeti HDP üzerinden terörle irtibatlandıran bir siyaseti var. Kılıçdaroğlu’nun açıklaması iktidar ortaklarını bir ikilimde bıraktı. MHP, bu siyaseti daha üst bir perdeden devam ettirme yönünde bir irade ortaya koydu. AK Parti ise, seçimlerde Kürt seçmenin belirleyiciliğini göz önünde bulundurarak daha dengeli bir tavır almaya çalıştı. Nitekim Bahçeli’nin Kürt meselesinden bahsetmeyi Türkiye düşmanlığı ile bir tutan söylemine karşılık, Erdoğan daha alttan alan bir dile başvurdu; “Biz bu meseleyi çözdük, zaten çözümün adresi de biziz, bizimle birlikte yürümek isteyenlere kapımızı açık” minvalinde ifadeler kullandı.

Bu koşullarda yeni bir çözüm süreci başlayabilir mi?

Hiçbir ihtimal yabana atılmamalı, bu ihtimal de akılda tutulmalı. Nihayetinde Öcalan halen cezaevinde ve devletin kontrolünde, dolayısıyla iktidar Öcalan üzerinden birtakım hamleleri gerçekleştirebilir. Yerel seçimlerde denedi bunu, genel seçimlerde de deneyebilir. Seçimlere gitmenin adım atmayı zorlaştırdığını iddia edenler var ama ben farklı düşünüyorum. Eğer iktidar sonuç alıcı bir hamle olacağını düşünürse, böyle bir adımı atmaktan imtina etmeyebilir. Ezcümle seçim zorlayıcı olduğu kadar, teşvik edici ve kolaylaştırıcı da olabilir. Düşünün, PKK’nin Türkiye’ye karşı silah bıraktığı ve çatışmaların tamamen sona erdiği bir senaryo, iktidar için muazzam bir seçim kozu da olabilir. Bununla birlikte, bu ihtimali mümkün kılacak başat faktör, Suriye’deki durumdur.

Nasıl yani?

Öteden beri, içeride bir sürecin başlamasını tarafların Suriye’de asgari bir mutabakat sağlayıp sağlayamayacaklarına bağlı olduğu fikrini taşıyorum. Eğer taraflar asgari müştereklerde anlaşırlarsa, bu içeriye yeni bir süreç olarak yansıyabilir. Ama böyle bir mutabakata varılamadığı sürece de içeride müspet adımların atılması çok güç olur.

Nasıl bir asgari müşterek?

En genel ifadesiyle bu, Suriye’deki Kürt yapılanmasının Türkiye’nin de kabul edebileceği bir forma sokulmasıdır.

Kuzey Irak modeli gibi mi?

Suriye’deki modelin ne olacağını, elbette sadece Türkiye belirlemeyecek. Orada Amerika, Rusya, İran ve Suriye rejimi gibi bölgesel ve uluslararası güçler de var. Başlıca iki modelden bahsedilebilir: Birincisi, Irak’taki federal bir yapının olmasıdır. İkincisi, kültürel kimlik haklarına ve idari özerkliğe dayanan, Şam’a bağlı bir yönetim modelidir. Birincisinin ABD, ikincisinin de Rusya’nın isteği olduğu söylenebilir. Kürt yapısının hangi modele yakın olacağını gelecekteki gelişmeler tayin edecek. Fakat ister özerk ister federatif bir yapı olsun, Türkiye bu yapının kendi hassasiyetlerini gözeten bir şekle bürünmesini talep ediyor.

Türkiye’nin itirazı ne?

Türkiye’nin temel itirazı, bu yapının tamamıyla PKK’nin denetiminde olmasıdır. Dolayısıyla PKK’nin izini taşıdığı sürece Türkiye bu yapının kendisi için tehdit oluşturacağını belirtiyor ve karşı çıkıyor.  Eğer söz konusu yapı, tümüyle PKK’nin denetiminden çıkarılır ve Suriye’deki bütün Kürt grupların katıldığı bir yapı haline getirilirse, bu çözüme kapı aralayabilir. Bunun için sürdürülen ciddi çabalar var. ABD, bu yapıya diğer Kürt grupların ve Arap aşiretlerin dâhil edilmesi için uğraşıyor, SDG ile PKK’yi ayrıştırmaya çalışıyor, vs. Süreci belirleyecek olan, bütün bu çabalarda bir noktaya varılıp varılmayacağı ve nihayetinde Türkiye’nin bunu kabul edip etmeyeceğidir.

Bölgede Kürt seçmen AK Parti’den uzaklaşıyor mu?

2002’den ama özellikle 2004 yılından sonra bölgede iki partiye -HDP ve AK Parti’ye- dayanan bir siyasal denge oluştu. Bazen HDP, bazen de AK Parti öne çıktı ama oyların büyük bir kısmını bu iki parti aldı. AK Parti’nin bu kadar geniş bir tabana oturmasının başlıca üç dinamiği vardı: Bir, ekonomik gelişme; iki, AK Parti’nin dindar ve mağdur kimliği; üç, Kürt meselesini demokratik mekanizmalarla çözme umudu. 2015’ten bu yana izlenen siyaset, bu üç dinamiği de aşındırdı. Ekonomik sıkıntılar arttı ve gelecek beklentisi azaldı. AK Parti milliyetçi bir yöne savruldu ve mağduriyet yaratan bir kimliğe büründü. Ve Kürt meselesinin demokratik çözümünü de paranteze aldı. Dinamiklerdeki bu menfi değişim, doğal olarak, AK Parti ile ona oy veren Kürt seçmenin bir bölümü arasında ciddi bir rahatsızlığa sebebiyet verdi ve bu rahatsızlık her geçen gün büyüyor.

Röportajın tümü için:

https://www.politikyol.com/dicle-universitesi-ogretim-uyesi-dr-vahap-coskun-politikyola-konusti-ak-parti-kurt-secmeni-kaybediyor/
- Advertisment -