“Ailem, ‘Vanlı olduğunu söyleme’ demişti. Ben de bu korkuyla soranlara ‘Ankaralı’yım’ dedim. ‘Neresinden?’ diye sorduklarında saçmalıyordum!”
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde gazetecilik okuyan Aslıhan Çağla Kılıçlı, son sınıf öğrencisi. Üniversite kampüsüne 2017’de ayak bastığında tanışma faslı sırasında geçen “Nerelisin?” sohbetleri karşısında takınmak zorunda hissettiği tavrı böyle anlatıyor. Bugün anlatırken gülse de o zaman gergin olduğunu anımsıyor:
“Zamanla sınıfın çoğunun Doğu’dan geldiğini fark ettim ve ‘Ankaralı’yım ama aslında Vanlı’yım’ demeye başladım.”
Aslıhan’ın memleketini söylemekten çekinmesi sadece önyargı yahut dışlanma korkusu ile değil, üniversite ortamında ifade özgürlüğünün tehdit altında olmasıyla da yakından ilgili. Genç kadının tedirginliği, düşünce ve ifade özgürlüğünün yuvası olması beklenen üniversite kampüslerindeki duruma dair ipucu vermesi açısından çarpıcı, ama buzdağının görünen kısmı bile değil.
Etkinliklerin yasaklanması, öğrenci topluluklarına izin çıkmaması, kolluk kuvvetinin kampüsteki varlığı, üniversitelerde ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin vahametini ortaya koyan olaylardan bazıları. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yasaklanan bir çöp toplama etkinliği, müdahalelerde varılan boyutu ortaya koyan örneklerden sadece biri.
“Kürt öğrenciler olarak mutsuz ve ötekileştirilmiş hissediyoruz”
“Haberde adımı kullanırsanız beni içeri alırlar” diyerek kendisine “Cesur” mahlasını uygun gören Artuklu Üniversitesi’nde okuyan genç, siyaset bilimi son sınıf öğrencisi. Cesur, okuduğu üniversiteyi milliyetçi ve muhafazakar yapısıyla bilinen Milli Türk Talebe Birliği’ne benzetiyor. Böyle düşünmesinin nedeni, izin verilen etkinliklerin içeriği. Dini etkinliklerin katılan sayısının az olmasına rağmen her sene düzenlendiğini, Kızılay ya da Emniyet gibi kurumların kampüs içinde rahatlıkla etkinlik yapabildiğini, öğrencilerin ise kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalıştıklarında kılı kırk yardıklarını söylüyor.
“İki sene önce kampüste çöp toplama etkinliği yaptık. Polis, iznimiz olduğunu söylememize rağmen etkinliği bastı. ‘Burada bir grup toplanmışsınız, niye çöp topluyorsunuz?’ Sorgulanan bu. Etkinliğe 100 kişi katılacaktıysa 20 kişi katıldı.”
Cesur, üniversitede “Sürdürülebilir Kalkınma ve Girişimcilik Topluluğu”nun kurulmasına ön ayak olmuş. Yönetim, topluluk hakkında soruşturma başlatmış. Herhangi bir sonuç çıkmayan soruşturmanın gerekçesini, üniversite yönetiminin öğrencilerin topluluk kurmasına alışık olmamasına bağlıyor:
“İnsan kendini en çok gençken ifade etmek ister. Kürt gençleri olarak bu alanda sıkıntı yaşıyoruz. Mutsuzluk, ötekileştirilmişlik hissediyoruz. Siyaset öğrencisi olarak dersler dahil kendimi ifade edecek alan bulamıyorum! Bu, çok komik bir durum.”
“Zeki Müren afişini ‘tehdit içeriyor’ diye asamadık”
Yasak ve engellemelerinin dozu değişse de durum, Türkiye’nin batısında da farklı değil. Mimar Sinan Üniversitesi’nde sosyoloji okuyan Lizge Biter, 2019 yılında rektörün değişmesiyle okulda işlerin de değiştiğini söylüyor:
“Fanzin standı açabiliyorduk. Afiş asabiliyor, kulüp şartı aranmadan film gösterimleri yapabiliyorduk. Şimdi bunları yapamıyoruz. Üniversite bürokratikleşti diyebilirim.”
Şişli’de bulunan Bomonti kampüsünde ücretsiz çay dağıttıkları kazanının başına gelenler, ifade özgürlüğünün düştüğü trajikomik durumu gözler önüne seriyor. Lizge, şöyle devam ediyor:
“Bir gün baktım kazan yok. Yasaklanmış! ‘Elbet bir gün buluşacağız – Çayı yasaklanan öğrenciler’ yazılı, üzerinde Zeki Müren’in fotoğrafı bulunan bir afiş asmak istedik. Güvenlik, ‘Tehdit içeriyor’ diye engelledi. Bence sorun, o kazanın etrafında sohbet edip yan yana gelmemizdi.”
“Alışveriş merkezine girer gibi kampüse giriyoruz!”
Görüştüğümüz öğrencilerin ortak fikri, üniversite yönetimlerinin kampüslerin birer “yaşam alanı” haline gelmesinden çekindiği yönünde. Mimar Sinan Üniversitesi’nde felsefe okuyan Yasemin Aladağ, kampüste her an kontrol altında hissetmekten sıkıldığını söylüyor. Bahçede ve kantinde sivil polis bulunduğunu, okula girişte kimlik gösterme zorunluluğu olduğunu, eskiden ise böyle bir uygulama olmadığını anlatıyor. Öğrencilerin tehdit olarak görüldüğü, kriminalize edildiği görüşünde.
“X-Ray’den geçiyoruz. Alışveriş merkezine girer gibi kampüse giriyoruz! Bu, çok kötü bir duygu. Çantamda ne olabilir, ben üniversite öğrencisiyim!”
Öğrencilerin ifade özgürlüğünü kısıtlayan keyfi güvenlik tedbirleri, sıklıkla veryansın edilen konulardan biri. Arkadaşı Yasemin gibi, kampüse turnikede kart basarak ve X-Ray cihazından geçerek girdiklerini söyleyen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Şule de kriminalize edildiklerini düşünüyor.
“Kimlik basarak geçmemize rağmen özel güvenlik görevlisi ‘tipine göre’ yine de kimlik sorabiliyor. Örneğin, bana sormazken turnikeden geçen esmer erkek arkadaşa ‘Kimliğini göster’ diyebiliyor.”
“Recep İvedik varken Guguk Kuşu neden?”
Üniversitelilerin hem kendilerini geliştirmelerine hem de düşüncelerini ifade etmelerine alan tanıyan kulüp ve topluluklara yönelik yasaklar, öğrencilerin karşı karşıya kaldığı bir diğer sorun. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencisi Kamile Çokluk, tiyatro ve sinema topluluklarının 2015 sonrası gerekçe sunulmadan kapatıldığını anlatıyor.
“Rektörlükte filmleri inceleyen birimin sinema topluluğundaki arkadaşlara, her dönem izletilen Guguk Kuşu filmi için ‘Recep İvedik çıkmışken bunu neden izletiyorsunuz’ dediğini duyduk!”
Kulüp açamamak bir dertken açmak da bir başka dert olabiliyor. “Kampüste İfade Özgürlüğü” adlı bir çalışma yürüten Sivil Alan Araştırmaları Derneği’nden Berna Akkızal, öğrencilerin kulüp kurma imkanı elde etseler dahi genellikle üniversite imkanlarından faydalanamadığını söylüyor. İfade ya da örgütlenme özgürlüğünü kullandığı için disiplin cezası alan öğrencilerin burs haklarını ve yurtlarını kaybedebildiklerine de dikkat çekiyor. “İfade özgürlüğünü kullanmanın finansal bedelleri de olabiliyor” diyor.
Kampüslerde kendini ifade etmek ya da üniversite imkanlarından faydalanmak konusunda sıkıntı yaşamayan öğrenciler de var. Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan İkbal Baran, onlardan biri.
“Fakültede her düşüncemi her zaman her yerde rahatça dile getirebiliyorum. Etkinlikler için üniversitenin servislerinden ya da yer sıkıntımız olursa konferans salonlarından da faydalanabiliyoruz.”
Ancak İkbal gibi şanslı olmayanlar çoğunlukta…
Üniversitelerin teoriyle pratiğin birleştiği, kişinin kendisini geliştirdiği alanlar olması gerektiğini düşünen Harran Üniversitesi’nden Dilan, mevcut koşullarda bu saydıklarının mümkün olmadığını savunuyor.
“Eski rektör dini olarak uygun görmediği için hiçbir etkinliğe izin vermezdi. Sosyoloji Kulübü’nü kuranlar arasındayım. Bir ziyaret sırasında, ‘İnsanların düşüncesini mi değiştirmeye çalışıyorsunuz’ demişti bana. Böyle durumlarla karşı karşıya kalıyoruz.”
Kaynak: Deutsche Welle Türkçe