Bugün (9 Kasım), saat 14:00 haberleri, NTV’yi açtım, Ahmet Arpad her zaman olduğu gibi “gelişmelerle karşımızda olduğunu” söyleyerek açıyor programı. Ve gelişmeler başlıyor: Güzel oldu bu 00:07 mesaisi, ortalık kalabalıklaşmadan işe gidebiliyoruz… Bakan da haklı, burnumuzu mutlaka kapatmalıyız, yoksa maskenin bir anlamı olmaz… Öbür bakan, Varank, koronavirüsle mücadelede yine yerli ve milli bir aparatla ilgili yeni bir müjde vermiş…
Böyle gidiyor, fakat gündemin birinci maddesinden yine bahis yok. Ülkede yaşayan ve haber denilen kavramla birazcık ilgisi bulunan herkes için (ama herkes için) bir numaralı haber, bir haber televizyonu ve bir haberci için haber değil.
Meslek hayatının yarısından fazlasında ağırlıklı olarak haber eleştirisi çalışmış biri olarak, böyle durumlarda hep olduğu gibi hafızam beni yine bundan iki yıl kadar önce (Serbestiyet, 15 Ekim 2018) kaleme aldığım “İktidar medyasını eleştirmek: Tadı zaten kaçmıştı, artık anlamsız” başlıklı yazıya sürüklüyor:
“Bundan beş yıl kadar önce, iktidar basınını eleştirmenin tadının kalmadığı tespitini yapmıştım. Oysa mesela vesayet döneminin en etkili gazetesi Hürriyet’i eleştirmek öyle değildi. Gerekçem de şöyleydi:
“‘Hürriyet, gazetecilik ihlallerini, öbür gazetelerde rastlanmayan bir incelikle, okurların onları kolay kolay fark edemeyecekleri bir dil ve kurguyla yapıyor. İşte o nedenle Hürriyet eleştirisi, başka herhangi bir gazetenin eleştirisinden çok daha zevkli, çok daha tatmin edici. (…) Onları (iktidar basınını) eleştirmenin (ise) hiçbir tadı yok. Çünkü onların tavrında çabayla açığa çıkartılacak, deşifre edilecek bir şey yok! Her şeyi çok açık yapıyorlar!’
“Bu değerlendirmenin üzerinden geçen yaklaşık beş yıl içinde iktidar basını kendi rekorlarını kıra kıra sonunda iktidarın organik bir parçası, bir propaganda aleti durumuna geldi.
“O zamanlar iktidar medyasını eleştirmenin tadı kalmamıştı. Bugün ise artık bu eleştirinin hakikaten hiçbir anlamı yok ve ben de bundan sonra bu anlamsızlığın bir parçası olmayacağım.”
Dün geceden beri yaşadığımız şu “şey”e bakın; bu hali ciddi ciddi eleştirmeye teşebbüs etmenin bir anlamı var mı?
Çocuklarınıza ne dediniz?
Bu anlamsızlığın bir parçası olmama kararlılığım devam ediyor, fakat başka bir şey soracağım.
Malum, özlü sözlere bayılırız, bunlardan biri de Atatürk’e atfedilen ünlü “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır” sözü… 28 Şubat döneminde Orgeneral Çevik Bir’in bütün kıtalara ve acemi birliklerine nakşettirerek meşhur ettiği sözü bir zamanlar 28 Şubat gazetecileri de pek sevmişti. Fakat aslında ne Çevik Bir görevini yapıyordu o zamanlar ne de gazeteciler; herkes görev diye başka bir şey bellemişti.
Şimdi bu özlü sözle, dün geceden beri yaşamakta olduğumuz “şey”i kıyaslayın. Şu anda saat 15:00 ve medyanın ağırlıklı bölümü, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifa ettiği haberini verebilmek için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın açıklama yapmasını bekliyorlar.
Hiç abarttığım söylenmesin: Hepimizi ilgilendiren, günün tartışmasız bir numaralı haberini vermek için yukarılardan icazet bekleyen gazetecilerin pozisyonu, mesela büyük bir depremin enkazına, sanki kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi, sanki görevi değilmiş gibi sırtını dönen bir belediye başkanından farklı değildir.
Çok merak ediyorum: Acaba bu meslektaşlarımız dün geceden beri sosyal medyadan her şeyi öğrenen çocuklarına ne diyor?