Muhalefeti oluşturan partilerin, bir araya gelebilecekleri bir zemini inşa etme yolunda yavaş da olsa attıkları adımlar, iktidar çevresinde ve bilhassa da iktidar medyasında sinirlilik yaratmış görünüyor.
Bu zemini, bütün partilerin üzerinde anlaşmaya vardıkları “parlamenter sisteme dönüş” kararlılığı oluşturuyor. Dolayısıyla, “üzerinde anlaşabilecekleri, Erdoğan’la yarışabilecek karizmatik bir aday bulamazlar” tezi önemli bir gerçeklik payı taşısa da bu zeminde onun fazla bir önemi kalmıyor. Çünkü bu durumda artık ortak aday bugünkü gibi Türkiye’yi tek başına yönetecek biri olmayacak; cumhurbaşkanlığı koltuğuna, rejimi tekrar parlamenter sisteme döndürme işleviyle oturacak.
Muharrem Sarıkaya’nın dünkü (20 Ekim) Habertürk’te görüşlerini aktardığı “CHP’nin merkez sağ partileri de yakından tanıyan yöneticisi”nin söyledikleri de bunu teyit ediyor:
“Biz Erdoğan gibi popüler, karizmatik bir lider mi arıyoruz? Biz öyle Başkanlık sistemini devam ettirecek bir Cumhurbaşkanı adayı ile yola çıkmayacağız ki… Biz, İYİ Parti, DEVA, Gelecek partileri, hepimiz parlamenter sisteme dönme arzumuzu dile getirdik. Bunu sağlayacak bir Cumhurbaşkanı arıyoruz. Görev süresince bakanlar kurulu oluşturup, ülkeyi kendi bildiği gibi yürütecek bir kişi aramıyoruz ki aramızda sorun çıksın…”
Dezenformasyonun Selvi türü
İşte muhalefetin bu ortak noktada birleşme eğilimine girmesi ve buradan hakikaten bir ortak aday üzerinde anlaşmanın mümkün olması iktidarı ve iktidar medyasını sinirlendirmiş görünüyor.
İktidara yakın yazarların, yola koyulmadan önce bu tekere çomak sokmaya girişmesi beklenmeyen bir şey değildi; en hızlı davrananlardan biri Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi oldu.
Selvi, dünkü (20 Ekim) “Muhalefetin 2023 modeli” başlıklı yazısında önce bu gelişmeye vakıf olduğunu, Meral Akşener ve Selahattin Demirtaş’tan aktardığı cümlelere dayanarak ima ediyor:
“Akşener (…) ‘Cumhurbaşkanı olacağım diye Türkiye’nin önünü tıkamam’ dedi. Selahattin Demirtaş ise ‘Partiler üstü bir ismin ‘demokrasi blokunun’ oluşmasında kolaylaştırıcı olabileceğini düşünüyor musunuz?’ sorusuna ‘Evet, olabilir’ yanıtını verdi.”
Henüz fikir düzeyinde olduğu apaçık olan ‘partiler üstü isim’ üzerinden bir araya gelme projesine bir köşe yazarı olarak Selvi, bunun ülke için iyi bir fikir olmadığını söyleyip karşı çıkabilirdi. Ne var ki bu sadece onun fikri olurdu ve pek bir kıymet-i harbiyesi de olmazdı. Fakat bir gazeteci olarak bu projeyle ilgili bazı ilave ‘bilgi’ler üzerinden projeye karşı antipati yaratabilirdi.
Selvi işte bu yolu seçmiş, verdiği ‘bilgi’ler “ben palavrayım” diye bağırsa da bunları duymamış ve okurlarıyla paylaşmış. Bu bilgilerin ışığında “Yeni modelin ipuçları” şöyle şekilleniyormuş:
“Yeni modelin ipuçları… Yeni modelin iki aşamalı olduğu anlaşılıyor. Birinci adımda Erdoğan’ın tasfiyesi, ikinci aşamada ise muhalefet blokunun yönetimde yer alması.
“’Demokrasi bloku’ tezini savunan Demirtaş’ın ‘başkan yardımcılığı ve iki bakanlık’ formülünü tartışmaya açmaya hazırlandığı söyleniyor.
“Partiler üstü cumhurbaşkanının başkanlığında CHP, İYİ Parti ve HDP’den birer başkan yardımcısı ve demokrasi blokunu oluşturan partilerin oy oranlarına göre kabinede temsil edildikleri bir ittifak modeli üzerinde duruluyor.”
Selvi, yazdıklarının hiçbir inandırıcılığının olmadığının o kadar farkında ki, yazısının sonuna şöyle bir not düşmüş:
“Kimse bana bu model muhalefet partilerinde müzakereye açılmadı demesin. 2018 seçimlerinde ve yerel seçimlerde ‘muhalefette ittifak’ modeli de siyasi partilerde hazırlanmamıştı. Ama bir yerlerde hazırlanıp muhalefete sunuldu.”
Yani Abdülkadir Selvi bu partiler arasında böyle bir müzakerenin olmadığını teslim ediyor… Ama zaten hep böyle oluyormuş, “muhalefette ittifak modeli” muhalefeti oluşturan siyasi partilerde hazırlanmıyormuş, başka yerlerde müzakere edilip bu partilere sunuluyormuş, 2018 seçimlerinde de öyle olmamış mıymış?
Öyle mi olmuştu? Bu bir Abdülkadir Selvi varsayımı olmasın? Yoksa o gerçek müzakereciler 2018’de her şeyi açıklamışlar mıydı Selvi’ye? Yoksa şimdi de partilere sunmadan önce Selvi’ye mi sunmuşlardı “muhalefette ittifak modeli”ni?
Tabii ki hayır. Bu ittifak modelini bizzat Selvi oturduğu yerden uydurmuştur ve kendi uydurduğu enformasyon üzerinden dezenformasyon yapmaktadır.
Selvi’nin imza attığı şey, bir yalana samimiyetle inandığı için zokayı yutan gazetecinin uğradığı ‘masum’ dezenformasyondan da; yalan olduğunu bildiği halde bir kaynağın ilettiği bilgiyi “işe yarar” bulduğu için kullanan gazetecinin ‘gönüllü’ dezenformasyonundan da ötede bir türe giriyor: Gazetecinin kendi uydurduğu enformasyon üzerinden yürüttüğü dezenformasyon! Dezenformasyonun en zelil türü!