Malumunuz okul öncesi bir çocuk tekerlemesi var:
Oooo piti piti
Karamela sepeti
Terazi lastik jimnastik
Biz size geldik bitlendik
Hamama gittik temizlendik.
Tekerleme işaret parmağı ağıza götürülerek başlar.
Bu şarkı genelde saklambaç oyununda ebe seçiminde söylenir.
Son kelime hangi çocukta biterse o ebe olur.
Aslında bu seçim kararsızlığını gideren bir tekerlemedir.
Kamuoyunda dikkat çeken birçok davanın avukatlığını üslenen Rezan Epözdemir, hakkında yürütülen üç ayrı soruşturma kapsamında gözaltına alındı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Epözdemir’in “rüşvet”, “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım” ile “siyasal ve askeri casusluk” suçlamaları ile gözaltına alındığını açıkladı.
Atılı suçlamalara bakıldığında yukarıdaki çocuk tekerlemesi geliyor insanın aklına.
Soruşturma hangi eylemle devam edecek tam bir muamma.
Çünkü üç ayrı birbirine benzemez suç söz konusu.
Özellikle de eylem tarihleri göz önünde bulundurulduğunda “Ooo piti piti” ihtimali daha da kuvvetleniyor.
Soruşturma usulü adeta “biri olmazsa bir diğerinden gideriz” bağlamında.
“Siyasal ve askeri casusluk” ve “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım” 2014 tarihli bir toplantı, rüşvet ise 2021 tarihli bir iddia ile gündeme getirilmiş durumda.
Üstelik suç vasfı açısından her eylem farklı soruşturma usullerine tabi.
Mesela Avukat Rezzan Epözdemir’in bu eylemlerinden vekâletnameye bağlı olanları varsa Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma izni alınması gerekiyor.
Zira Avukatlık Kanunu’nun 58 ve 59’uncu maddeleri görev suçlarından ötürü avukatların doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulmasına engeldir.
Cumhuriyet savcısı, Adalet Bakanlığından izin almadan doğrudan soruşturma yapamaz, avukatın savunmasını alamaz ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar dahi veremez.
Cumhuriyet savcısı, soruşturma izni verilmesi halinde, avukatı savunma vermek üzere davetiye ile çağırır.
Savunmasını yapması için avukatı ihzaren (zorla) getirtemez, mahkemeden yakalama kararı talep edemez.
Adalet Bakanlığının soruşturmaya ve kovuşturmaya izin verme ya da vermeme işlemleri, idarî işlem niteliğinde olduğundan, bu kararlara karşı müşteki ile şikâyet edilen avukatın idarî dava (iptal davası) açma hakları da bulunmaktadır.
Ama bildiğimiz kadarıyla böyle bir süreç hala söz konusu değil.
Bunun istisnası ağır cezayı gerektiren suçüstü halidir.
Bir diğeri ise irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet gibi suçlardır.
İrtikâp ve rüşvet ise suç vasfı itibariyle neredeyse suçüstü haline yaklaşır.
Burada Epözdemir’e yönlendirilen rüşvet suçlaması ise suçüstü hali olmadığı gibi sadece tanık ifadesine dayanmaktadır.
“Siyasal ve askeri casusluk” ve “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım” suçlaması ise 21 Haziran 2014 tarihinde İstanbul/Suada’da bir yemekte çekildiği iddia edilen bir fotoğrafa dayanıyor.
Avukat Rezzan Epözdemir’in fotoğraftaki kişilerle bir vekâlet ilişkisi olup olmadığını henüz bilmiyoruz.
Adalet sistemine çöken müsilaj
Ancak nasıl olduysa sayın savcılarımız bu birbirine benzemez üç eylemi de aynı gün soruşturmaya başlamış.
Mesela “Siyasal ve askeri casusluk” soruşturmasını başlatmak için 11 yıl neredeydiniz?
Hakeza “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım” suçunun tarihi de 2014 olduğuna göre 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni mi beklediniz?
Konumuz Epözdemir’in atılı suçları işleyip işlemediği değil.
Bu aşamada böyle bir yorum yapmak hukuku katletmek anlamına gelir.
Derdimiz her zamanki gibi adalet sistemimize müsilaj gibi çöken o “usul” sorunu.
Kaldı ki soruşturma izni bir tek avukatlara tanınmış bir hak değildir.
Hukuki güvenlik ilkesi nerede kaldı?
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a göre hakkında soruşturma izni alınması gereken kişiler tek tek sayılmıştır.
Hâkim ve savcılar ise tüm bunların dışında özel soruşturma usullerine tabidir.
Tüm bunlar “hukuki güvenlik ilkesi”nin gereğidir.
Günümüzde bırakın avukatları, belediye başkanlarının, hâkim ve savcıların bile hukuki güvenlik hakkı kalmamıştır.
Sağolsun (!) yargı sistemimiz tek bir “iltisak” kelimesiyle bu işi çözmektedir.
Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ı hatırlayalım!
Pehlivan, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma” suçundan tutuklandı.
Örgütün(!) başı ise avukatlığını yaptığı Ekrem İmamoğlu…
Pehlivan Avukatlık Kanunu gereği Adalet Bakanlığından soruşturma izni alınmadan ifadesi istendiği için ifade vermeyi reddederek en doğrusunu yaptı.
Şifre vermemek susma hakkıdır
Tüm bunlar yetmezmiş gibi iktidara yakın bazı sembolist seçkinler, zaten sakat olan usulü daha da usulsüzleştirmeye başladı.
AK PARTİ eski Milletvekili Şamil Tayyar, avukat Rezan Epözdemir’in cep telefonunun şifresini vermek istemediğini yazdı.
Akabinde başta Mehmet Uçum olmak üzere çok sayıda ismin devreye girdiğini ve Başsavcı Akın Gürlek’i baskı altına aldığını iddia etti.
AK Partili bir başka eski milletvekili Metin Külünk de X hesabından aynı şekilde topa girdi.
Uçum’un avukatı tüm bu iddiaları reddederek ilgililer hakkında yasal yollara başvuracaklarını belirtti.
Hâlbuki bir şüphelinin cep telefonunun şifresini vermemesi hukuken suç değildir.
Çünkü Anayasa’nın 38. maddesine göre kimse kendisini suçlayıcı beyanda bulunmaya veya delil göstermeye zorlanamaz.
Bu kapsamda telefon şifresi vermemek, susma hakkı çerçevesinde değerlendirilir ve kişinin bu hakkı kullanması aleyhine yorumlanamaz.
Yine soruşturma daha tamamlanmadan şüpheliye yönlendirilen suçlamaları yayımlayarak bir takım ithamlarda bulunmak alenen “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçunu oluşturur.
Bunu iktidara yakın biri değil de bir başkası yapmış olsaydı vay haline!
Diğer bir konu Şamil Tayyar Başsavcı Akın Gürlek’in baskı altına aldığını nereden biliyor?
Ya da ona kim söyledi?
Eğer Başsavcı baskı altında ise neden gereğini yapmıyor?
Peki, böyle bir iddia doğruysa bunun hesabını soracak mercii kim?
Bazı köşe yazarları ise Rezan Epözdemir’in çok ciddi mal varlığının olduğunu yazmış.
Adam “Galatasaray Victor Osimhen’i alırsa ben şahsım adına 2.500.000 Euro vereceğim,” dediğinde siz bunu 25.000 TL ‘mi anladınız?
Bu neyin şaşırması?
Bir kişi üzerinden tutulan bu hesabın muhasebecisi kim?
Üstelik Avukat Rezan Epözdemir ajandasına muhalifliği alan biri de değil.
Velhasıl ortada bir çürümüşlük var dersek yeterince ifade edememiş oluruz.
Burun direklerimizi dahi sızlatan bir kokuşmuşluk hali söz konusu.
Kısacası hem kirlendik hem de bitlendik!
Keşke ufukta bir hamam olsa da en azından bir çocuk gibi “Hamama gittik temizlendik” demeyi umut edebilsek!
Çok ağır şeyler, çok…
Son olaylardan biri de üst düzey kamu kurumları yöneticilerinin e-imzalarının kopyalanarak sahte diplomalar düzenlenmesi.
Konumuz dışı olsa da bu konuda bir iki kelam etmek zorundayım.
Zira mağdurlardan biri Mekteb-i Harbiye’den sınıf ve sıra arkadaşım Jandarma Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel.
Onun öğrenci apolet numarası 2928 benim ise 2929’du.
Ben meslekten erken ayrıldım ama o yoluna devam etti.
Devam edince de Balyoz Kupası’ndan dört yıl tutuklu kaldı.
Bu süreçte sevgili sıra arkadaşım aynı zamanda müvekkilim oldu.
Gerek cezaevindeyken ve gerekse tahliyesi sonrası yazdığı kitaplarla bir döneme şerh düştü.
Darbe teşebbüsü öncesi yazdığı “Ağacın Kurdu” isimli kitapla TSK’daki Fetö yapılanmasının boyutlarını ortaya koydu.
Ancak bu kitap aynı zamanda onun ordu evlerine girişinin yasaklanmasına neden oldu.
Darbe sonrasında ise bir özür niteliğinde kitap 34’ncü baskısını yaptı.
Önsel’in stajyer avukat olan oğlu İstemihan Manas Önsel’i 2021 yılında maalesef 23 yaşındayken kaybettik.
Evladımızın acısı hala küllenmemişken, bir de öğrendik ki Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu İstemihan Manas Önsel’in bilgileri de sistemden silinerek bir başkasına sahte diploma olarak dönmüş.
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Bu konuda son sözü Mustafa Önsel’e bırakayım:
“Rahmetli oğlum Manas Önsel’in diploma bilgilerini de çalmışlar! Çok ağır şeyler söylememek için yutkunuyorum.
Cezaevine tıkıp hayatımızı çaldınız. Oğlumun sınava girdiği yıllarda soruları çaldınız. Her şeyimizi ama her şeyimizi çaldınız!”
Ne demiştik: “Hem kirlendik hem bitlendik! Üstüne bir de kokuştuk!”