Yargı ile siyaset arasındaki dengesiz ilişkinin gelebileceği en üst noktayı temsil ediyordu Doğan Öz davası. Dönem askeri darbe dönemiydi, kimse sesini de çıkaramadı. Devlet içindeki bir çete yargıyı kendi hegemonyasını sürdürebilmek amacıyla siyasetin emrine vermişti. Teorik olarak ideal formül şudur: “Yargı hukukun emrindedir, bürokrasi de kanunların ve kuralların uygulanmasıyla yükümlüdür.” Yargı ne kadar siyasallaşıyorsa, ülke demokrasiden o kadar uzaklaşıyor demektir. Yargının siyasallaşması, toplumda adalet ve güven duygusunu zedeler.
Yanlış anlaşılmasın: benim hayalim değil. Solda zaman zaman çıkar, çıkmıştır böyle bir fikir, İstiklâl Marşı değişsin diye (bestesi çok zor gibi entipüften gerekçelerle). Hep yadırgadım, soğuk baktım. Daha genel olarak, bir “cancel culture”ım yok. Kültür Devrimlerine karşıyım. Siyasî doğruculuk (political correctness) adına kılı kırk yarıp yeknesak bir konformizm empoze etmeye çalışmaktan da; her ideolojik dönüşümden sonra geçmişi toptan yanlışlayıp “yepyeni” bir kültür tasarlama nihilizminden de yana değilim. Tarihte olan olmuş, yaşanan yaşanmış. Thomas Jefferson hem özgürlükçü, hem köle sahibi. Eski Yunanlılar da öyle. Ne yapalım? Gerçeklik her zaman çelişkili. Artısı da eksisi de kendi çağı ve koşullarına oturtulmalı. Beğenmediğimizi silip çıkarmaya (bütün heykelleri devirmeye, bütün sokak ve meydan isimlerini değiştirmeye, bütün panteonları yeniden kurgulamaya) kalkışmayalım. Hele toplumlara şekil vermiş, kollektif hafızaya sinmiş ikonik eserlere, kurucu metinlere, böyle sığ bir keyfîlikle yaklaşıp fırt zırt oynamayalım.
Eğer kurgu mükemmelleşirse, futbolun o kaotik, insanî ve duygusal yanı kaybolabilir mi? İzleyiciler, doğaçlamanın getirdiği sürpriz anları (örneğin, Ronaldinho’nun topuk pasları veya Messi ve Maradona’nın slalomları) seviyor. Kurgusallık bu anları yok etmese de, onları bir çerçeveye oturtarak daha az “vahşi” hale getirebilir. Belki de gelecekte, atletizm ve kurgu o kadar baskın olacak ki, doğaçlama ancak kurgunun izin verdiği ölçüde, yani ansal bir patlama olarak var olabilecek.
Bugün yaşananlara bakınca inanması kolay değil ama bundan bir yıldan biraz daha az bir zaman öncesine kadar Türkiye’de siyasetin gündemi iktidar ve CHP arasındaki bahar havasıydı. Peki bir yılda buraya nasıl ve neden geldik?
Evet İmamoğlu’na yürütme ve yargı eliyle adeta darbe niteliğinde haksızlık yapılıyor. Üstelik bu haksızlık, ister destekçisi ister muhalifi olsun, herkesin de haklarına yönelmiş tehdit anlamına geliyor. Ve evet barış/çatışma çözümü süreci Türkiye’nin öncelikli ve hayati konusu; desteklemek gerekiyor. Bu anlamıyla da ona yönelecek riskleri bertaraf etmek aynı zamanda bizlerin sorumluluğu demek oluyor.